Hasta, cerrahın başarısız olduğunu, ameliyattan sonra tansiyonunun uzun süre yüksek kaldığını, iki gün yoğun bakımda tutulduktan sonra taburcu edildiğini, evine geldiğinde şiddetli karın ağrısı, iştahsızlık ve kusma şikayeti ile farklı günlerde altı kez aynı özel hastaneye başvurduğunu fakat ameliyatı yapan cerrahın kendisi ile kendisi ile ilgilenmediğini, acil hekiminin de her defasında gaz sancısı diye ağrı kesici yapıp evine gönderdiğini beyan etmiştir.
Menenjitin teşhis edilememiş olmasına ilişkin bir malpraktis davası
Hasta ameliyatın yapıldığı günden yaklaşık 10 gün sonra idrar yapamama, kusma ve nefes alamama şikayetleri ile Sağlık Bakanlığı’na bağlı bir eğitim ve araştırma hastanesine başvurmuş ve hemen yoğun bakım servisine alınmıştır. Burada hastaya karın içinde apse meydana geldiği ve her iki böbreğinde yetmezlik başladığı söylenmiştir. Daha sonra diyalize alınmış, 35 günlük tedavi sürecinin sonucunda toplamda 3000 cc apse içeriği boşaltılmıştır.
Hasta tarafından İl Sağlık Müdürlüğü’nden inceleme talep edilmiştir. Sağlık Müdürlüğü tarafından yapılan soruşturma sonucunda düzenlenen raporda, “hastanın tanısının geç konulduğu, tedavisinin uzun sürdüğü ve takibinde yetersizlik olduğu” belirtilmiştir. Yine, hasta, özel hastanede yapılan ameliyatın hatalı icra edildiği ve ameliyat sonrasında şikayeti olmasına rağmen ilgisizlik sebebiyle hayati tehlike geçirdiğinden bahisle maddi ve manevi tazminat talep etmiştir.
Davada Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulu’ndan bilirkişi görüşü alınmıştır. Raporun sonuç bölümünde; hastanın “23.01.2012 tarihinde davalı doktor tarafından özel hastaneye yatırıldığı, burada gerekli tetkiklerin yapıldığı, bilgilendirilmiş onam formunun imzalanarak aynı gün usulüne uygun laparoskopik kolesesistektomi ameliyatı yapıldığı, kese çıkarılırken karaciğer yatağında gelişen kanama durdurulamayınca bir başka doktorun daha operasyona davet edildiği, açık ameliyata geçilerek karaciğer sütürü konulup hemostaz sağlandığı, yıkama sonrası loja vakumlu dren yerleştirilip batının kapatıldığı, ikili antibiyotik, sıvı ve destek tedavisi düzenlenip izlendiği, durumun stabil seyrettiği, ameliyat sonrasında laboratuar tetkiklerinin yapıldığı, genel durumu iyileşince hastanın 25.1.2012 tarihinde önerilerle taburcu edildiği, evde yakınmaları olması sebebiyle başvurduğu aynı hastanede muayene edilip tedavisinin düzenlendiği, rahatsızlığının devam etmesi üzerine 03.02.2012 tarihinde bir eğitim ve araştırma hastanesine enfeksiyon ve akut böbrek yetmezliği sebebiyle yatırıldığı, batında apse odakları saptanıp gerekli drenaj ve tedavi uygulanarak 9.3.2012 tarihinde iyileşme ile taburcu edildiğinin anlaşıldığı, hastaya cerrah tarafından akut taşlı kolesistit sebebiyle yapılan laparoskopik kolesesistektomi ameliyatının endikasyonunun bulunduğu, yapılan cerrahi girişimler ile medikal tedavilerin tıp kurallarına uygun olduğu, safra kesesinin yerleşim özelliği itibariyle yapışık olduğu karaciğerden ayrılıp alınması esnasında safra kesesinde yırtılma ve karaciğer yatağında kanama gelişebileceği, o esnada kanamanın durdurulamaması halinde başka bir cerrahın da katılımı sağlanarak açık ameliyata geçilmek suretiyle kanama kontrolü yapılmasının gerekli ve uygun bir girişim olduğu, bu tür ameliyatlardan sonra batında enfeksiyon, apse ve buna bağlı olarak da böbrek yetmezliği gelişebileceği, bu tablo sebebiyle ileri sağlık merkezi olan bir eğitim ve araştırma hastanesinde davacının gerekli tedavisi yapılarak olumlu sonuç elde edilmiş olduğu, davalı cerraha atfı kabil ihmal ya da kusur tespit edilmediği” oybirliği ile bildirilmiştir.
Koroner by-pass sonrasında gelişen görme kaybına ilişkin malpraktis davası
Bu rapor dayanak alınarak yerel mahkeme tarafından hastanın tazminat talebi reddedilmiş ve uyuşmazlık itiraz üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin önüne gelmiştir.
Yüksek Mahkeme yaptığı incelemede, hastanın iddiaları ve dinlenen tanık beyanlarına göre, ameliyatın sonrasında hastaya gerekli ilginin gösterilmediği, hastanın durumunun bu sebeple de kötüye gittiği yönündeki iddiaların tam olarak aydınlatılamadığı değerlendirmesinde bulunmuştur.
Yargıtay Kararında hastanın iddialarında, davalı hastanenin ve doktorun, kendisiyle ilgilenmemesi ve şikayetlerinin giderek artması sebebiyle, kendiliğinden eğitim ve araştırma hastanesine kaldırıldığından bahsetmesine rağmen; Adli Tıp Kurumu raporunda, davalı tarafından yapılan tedavinin devamının yapılan sevk ile eğitim ve araştırma hastanesinde yaptırıldığının belirtildiğine dikkat çekilmiştir.
Yüksek Mahkeme; Yerel Mahkeme tarafından, acil anamnezinde, ‘kabızlık, bağırsak gazı’ teşhisinin konulmasına rağmen hastanın kısa bir süre sonra Eğitim ve Araştırma Hastanesinde acilen yoğun bakıma alınmasının ve hastanın ameliyatta takılan dren çıkarılırken vücutta kalan ucunun kapalı olduğunun fark edildiği yönündeki iddialarının ayrıntılı şekilde değerlendirilip aydınlatılmadığının altını çizmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin ambulansta ölüm kararının anlamı ve sonuçları
Sonuçta rapor düzenlemeye ehil ve donanımlı bir üniversiteden, aralarında davaya konu hususta uzman, akademik kariyere sahip 3 kişilik bilirkişi kurulundan, yapılan işlemlerin tıp bilimi açısından yeterliliği ve uygunluğu hususunda, davacı iddialarını aydınlatacak şekilde, davalılara atfı kabil bir kusur olup olmadığı hususunda, nedenlerini açıklayıcı, taraf, Mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak, davalıların kusurlu olup olmadığının belirlenmesi, sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gerekçesi ile Yerel Mahkeme kararı bozulmuştur.
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?