Hazırlanan yeni Yükseköğretim Disiplin Yasası Taslağına göre, üniversitelerde rektör ve dekanlar dışındaki akademik ve idari personele ilişkin disiplin işlemlerini yürütme ve karar alma yetkisi üniversitelere bırakılıyormuş. Haberde, tasarının bu hükmü, YÖK’ün 12 Eylül döneminden bu yana elinde bulundurduğu önemli bir yetkiyi devretmesi şeklinde olumlu bir kurgu içinde sunuluyor. Oysa, gerçek böyle değil, bu düzenleme son derece sakıncalı sonuçları beraberinde getirebilecek unsurlar içeriyor.
Zira, getirilmesi düşünülen yeni düzenleme ile akademik personeli kamu görevinden çıkarma yetkisi de YÖK Yüksek Disiplin Kurulundan alınarak rektörlüklere veriliyor. Böylece rektörlükler, bir öğretim görevlisinin kamu görevinden çıkarılmasına ilişkin disiplin soruşturmasını yapma ve buna göre karar verme yetkisini elinde topluyor.
Oysa mevcut düzenlemede bu konuda soruşturma yapma ve karar verme yetkisi birbirinden ayrılmış durumda ki isabetli olan da bu… Bu kadar önemli bir cezayı verme yetkisinin, ilgiliyi suçlayan yani soruşturmayı yapan mercide olması zaten hukukun temel ilkeleriyle de bağdaşmaz.
Bu ilke bütün kamu kurumlarında geçerlidir. Örneğin 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre, devlet memurluğundan çıkarma cezası amirlerin bu yoldaki isteği üzerine, (amir tarafından değil) memurun bağlı bulunduğu kurumun yüksek disiplin kurulu kararı ile verilmektedir. Bu nedenle her Bakanlıkta bir Yüksek Disiplin Kurulu bulunmaktadır. Meslek odalarında da aynı ilke doğrultusunda düzenlemeler yapılmıştır. Hiçbir meslek odasında meslekten men yetkisi yerelde değildir.
Meslek kuruluşlarında da bu yetki merkezde ayrı bir heyete verilmiştir. Bu usul zaten yıllar içinde oluşan bir tecrübenin sonunda benimsenmiştir. Zira kamu görevinden veya meslekten çıkarma gibi önemli bir hakkı ortadan kaldıran bir işlemin, soruşturması ile kovuşturmasının aynı merci tarafından yapılmasının bir çok sakıncası bulunuyor.
Milliyet’te yer alan habere göre, haber YÖK Başkanı ile yapılan bir mülakata dayanıyor, söz konusu tasarı yasalaşırsa akademik personel için kamu görevinden çıkarılma yani özcesi ve anlaşılır şekliyle üniversiteden atılması konusunda yetkili merci rektörlükler olacak. Bu yetki ister rektörlük bünyesinde oluşturulan bir heyete isterse bizzat rektöre verilsin sonuç değişmeyecek. Mevcut üniversite kültürü içinde rektörler sonuçta bir öğretim görevlisini şöyle ya da böyle üniversiteden atabilme yetkisine sahip olacak.
Burada YÖK Yüksek Disiplin Kurulunun adil bir karar verip vermeyeceğine nasıl güveneceğiz gibi bir soru da akla gelebilir. Şüphesiz bunu uzatmak mümkündür. Mahkemelerin, Yüksek Yargının da aynı şekilde davranması ihtimaldir. Ancak söz konusu olan bir ilkedir. Bir kamu personelinin görevine son verecek heyet bu kamu personelini suçlayan merci olamaz.
YÖK Başkanının açıklamalarına bakılırsa bu yeni düzenlemenin bir 12 Eylül uygulamasına daha son verileceği cilasıyla kamuoyuna sunulacağı anlaşılıyor. Böylece, sanki daha demokratik, daha çağdaş bir düzenleme yapılıyormuş gibi bir imaj oluşturulması amaçlanıyor. Memlekette belli kavramlar kullanılarak akıllar esir alınıyor. 12 Eylül uygulaması yaftasıyla aslında tarih içinde oluşmuş kazanımlar ortadan kaldırılmak isteniyor. Eğer mesele 12 Eylül ise bu dönemde yapılan Anayasada, kamu görevlilerine savunma hakkı tanınmadıkça disiplin cezası verilemez kuralı yer alıyor. Şimdi YÖK nasılsa bir 12 Eylül yasası diye buna da karşı çıkıyor mu?
Sonuç olarak YÖK tarafından getirilen bu yeni düzenleme öncekinden daha geri ve daha antidemokratiktir. Öğretim üyelerinin kamu görevine girme hakkı Anayasal bir haktır. Bu hakkı sınırlandıran veya ortadan kaldıran her uygulama sıkı bir kurallar dizgesine tabi kılınmalıdır. Şimdi bu kadar önemli bir yetkinin kullanımında, soruşturma ve kovuşturma görevini aynı mercie tevdi etmenin, yani hem davulu hem de tokmağı rektörlere bırakmanın neresi demokratik, siz düşünün.
İletişim için: bilgi@erkingocmen.av.tr
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?