Dünyada 425 milyon diyabetli birey yaşadığını ve bu rakamın 2040 yılında 642 milyona yükselmesinin beklendiğini bildiren EndoBridge Kurucusu ve Başkanı Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, Türkiye’de de her 7 kişiden birinde diyabet her 3 kişiden birinde prediyabet görüldüğünü söyledi. Hastalığın bir toplum sağlığı problemi haline geldiğini vurgulayan Prof. Dr. Yıldız, “Diyabetin kalp damar hastalığı riskini 3 kat, böbrek yetmezliği riskini 10 kat artırıyor. Her 3 diyabetliden birinde görme kaybı gelişiyor. Diyabete bağlı olarak dünyada her 8 sekiz saniyede bir ölüm gerçekleşiyor” diye konuştu.
EndoBridge yıllık toplantılarının yedincisi, Amerikan Endokrin Derneği, Avrupa Endokrinoloji Derneği ve Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği’nin iş birliği ile 24-27 Ekim 2019 tarihlerinde Antalya’da gerçekleştirildi. Kırk bir ülkeden 680 katılımcının yer aldığı EndoBridge 2019, endokrinoloji alanında dünyanın en önde gelen isimlerini buluşturdu. Bilimsel programda 24 konferans ve 16 vaka tartışması oturumu ile birlikte 100’ün üzerinde sözlü ve poster vaka sunumuna yer verildi.
Kongre kapsamında düzenlenen basın toplantısına EndoBridge Kurucusu ve Başkanı Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, Amerikan Endokrin Derneği gelecek dönem başkanı Prof. Dr. Gary Hammer, Avrupa Endokrinoloji Derneği önceki Başkanı Prof. Dr. AJ Van Der Lely ve Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Başkanı Prof. Dr. Füsun Saygılı katıldı.
Toplantıda konuşan EndoBridge Kurucusu ve Başkanı Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, kongrenin endokrinoloji alanında dünyada birçok ilke imza atarak global ölçekte bir marka haline geldiğini söyledi. Prof. Yıdız, EndoBridge yıllık toplantılarının, Amerika ve Avrupa derneklerinin birlikte organize ettiği ilk ve tek toplantı olduğunu kaydetti.
Diyabetli bireylerin yarısının tanılarının farkında olmadığını dile getiren Prof. Dr. Yıldız, “Oysa diyabet hastalığının hem kendisini hem de neden olduğu diğer sağlık problemlerini erken tanı ve uygun tedaviyle önleyebilmek mümkün. Bu nedenle kan şekeri düzeylerinin normalin üzerinde olduğu ancak henüz diyabet sınırına ulaşmadığı prediyabet durumunun ve diyabet açısından risk altındaki grupların belirlenmesi son derece önemlidir” dedi.
Türkiye’de kadınlarda diyabet riski erkeklere göre çok daha yüksek
Hiçbir risk faktörü olmasa bile bir erişkinin 45 yaşından itibaren şeker hastalığı açısından taranması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Yıldız, prediyabet ve diyabet açısından değerlendirilmesi gereken riskli gruplar hakkında şu bilgileri verdi:
“Eğer fazla kilolu ya da obezseniz 45 yaşını beklemeden, anne, baba ya da kardeşlerde diyabet varsa, kalp damar hastalığınız varsa, tansiyonunuz yüksekse, kolesterol, lipid bozukluklarınız varsa, polikistik over sendromuna sahipseniz, hareketsiz yaşıyorsanız, gebeliğinizde şeker ortaya çıkmışsa risk altındasınız, mutlaka bakılması lazım. Bunun dışında hiçbir riski olmasa dahi herkese mutlaka 45 yaşından itibaren şeker taraması yapılması ve normal çıkması durumunda en az 3 yılda bir tekrarlanması gerekiyor.”
Türkiye’de kadınların diyabetten ve prediyabetten erkeklere kıyasla daha çok etkilendiğini belirten Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, “Türkiye’de erkeklere göre kadınlarda, diyabet %8, prediyabet %26 daha fazla görülüyor. Türkiye’den yayınladığımız ve dünyada en çok referans gösterilen verilerimize göre Türkiye’de her 7 kadından birinde polikistik over sendromu (PKOS) bulunuyor ve PKOS diyabet riskini 4 kat artırıyor” diye konuştu.
Prof. Dr. Yıldız, Türkiye’de gebelik şekerinin (gestasyonel diyabet) her 7 hamilelikten birini, 35 yaş üzerinde ise her 3 hamilelikten birini etkilediğini vurgulayarak, sözlerine şöyle devam etti: “Bu rakamlar dünyaya göre oldukça yüksek. Aynı çalışmanın sonuçlarına göre anne yaşı yanında annenin gebelik öncesi vücut ağırlığı, daha önceki gebeliklerinde şeker yüksekliği ve aile bireylerinde şeker hastalığı öyküsü önemli risk faktörleri.
Prof. Dr. Yıldız: Türkiye, obezite hastalık yükünü en fazla azaltabilen ülke oldu
Gebelikte şeker hastalığı gebelik esnasında ve sonrasında hem anne hem de bebek için çok önemli sağlık riskleri taşıyor. Gestasyonel diyabetli annelerin yarısında doğumdan sonra 5-10 yıl içinde tip 2 diyabet gelişiyor.”
Tip 2 diyabet gelişimini sağlıklı yaşam tarzı ile önemli oranda engellemenin mümkün olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Yıldız, dünyada erken ölümlerin %70’inden fazlasında ergenlik çağından itibaren kazanılan yaşam alışkanlıklarının etkili olduğunu ve haftada 150 dakikalık egzersiz, beraberinde sağlıklı beslenme ile diyabet riskini yarıdan fazla azaltmanın mümkün olduğunu söyledi.
Amerikan Endokrin Derneği Seçilmiş Başkanı Prof. Dr. Gary Hammer ise bilateral adrenokortikal kitleler hakkında bilgi vererek, nispeten nadir görüldüğünü ve sistemik veya adrenal-spesifik hastalıkların geniş bir yelpazesini temsil edebildiğini kaydetti.
Bu kitlelerin bazılarının benign iken, diğerlerinin letal olabileceğine dikkati çeken Prof. Dr. Hammer, “Yönetim açısından sistemik belirti/semptomlara ve bilateral genişlemenin bir adrenal primer hiperfonksiyonel rahatsızlığa veya tam tersine adrenal yetmezlikle kendini gösteren ekstra-adrenal infiltrasyon hastalığına dönüşebilme olasılığına çok dikkat edilmesi gerekir. Onkolojik malignite riski her zaman değerlendirilmelidir.
Prezentasyon ve hastanın seyri ile ilgili görülen büyük değişkenliğin yanı sıra bilateral genişleme olarak ortaya çıkan primer malignitelerin nadir görülmesi göz önüne alındığında, bu vakaların en iyi endokrinolog tarafından değerlendirilip bakımlarının yapılacağına ve belirli durumlarda uzmanlaşmış merkezlere sevk edilmesi gerektiğine inanıyoruz” şeklinde konuştu.
Bilateral adrenal genişleme tümörlerin ilk ayırıcı tanısının çok geniş kapsamlı olduğunu ve öykü, demografi ve eşlik eden tıbbi rahatsızlıklara göre kısmen farklılık gösterdiğini belirten Prof. Dr. Gary Hammer, “Adrenal kitlelere yönelik eksiksiz değerlendirmenin bu oturumun kapsamı dışında kalmasına rağmen, doğru hasta öyküsü & fiziksel, biyokimyasal testler ve uzman bir radyolog eşliğinde gerçekleştirilen dikkatli bir görüntü değerlendirmesiyle birlikte bilateral kitlelerin mahiyeti açıklığa kavuşturulabilmektedir. Bilateral adrenal kitleler, tanı çalışmasında ara sıra biyopsi endikasyonunun bulunduğu nadir durumlardan biridir” bilgisini verdi.
Bilim insanlarının son 20-30 yılda önemli bir yanlışa imza attıklarına dikkati çeken Avrupa Endokrinoloji Derneği Önceki Dönem Başkanı Prof. Dr. Aart J Van Der Lely, “Biz öğrencilerimize eğitim verirken, kanserin DNA’daki mutasyonlara dayalı olarak ortaya çıktığını söyledik. Ancak DNA’nıza baktığınızda hücrelerinizin tüm DNA’nızla aynı izleri taşıması gerekiyor. Bir hücre çok küçük bir hata yaptığında, bazı dokular yaşamınız boyunca bölünecektir ve mutasyonlara neden olacaktır.
Prof. Dr. Yıldız: Türkiye’deki obezite oranları son 30 yılda %50’den fazla arttı
Milyarlarca mutasyon analizi yaparak neden daha yaşlı insanların kansere yakalandığını tespit edeceğimizi düşündük. Daha sonra dönüm noktasına geldik, şu anda 62 yaşındayım ve benim dokularım mutasyonlarla yüklü. Çünkü zaman içerisinde bu süreçler gelişmiş. Mikroskoplarla bu dokulara baktığınızda dokuda kanser olup olmadığını anlayabiliyorsunuz. Ve bir kişide bu dokunun normal doku olup olmadığını söyleyebilir, bazı dokuların çok da normal olmadığını ya da bazı dokuların açık bir şekilde kanser olduğunu söyleyebilir, o dokuların mutasyon oranına baktığınızda bunların benzerlik gösterdiğini görebilirsiniz” diye konuştu.
“Yıllar içerisinde genlerdeki mutasyonların değil, obezitenin genlerdeki mutasyona sebep olduğunu ve bunun sonucunda da klinik kanser olgularının ortaya çıktığını görüyoruz” ifadesini kullanan Prof. Dr. Aart J Van Der Lely, şu örneği verdi: “Özellikle çok küçük yaşlarda evlat edinilen çocukları dikkate aldığınızda, ebeveynlerin çok yaşlı olduğu ve hasta olduğu ailelerdeki çocukları evlat edinirseniz bunların yine yüksek bir kansere yakalanma oranı olabiliyor. Tabii bazı genlerin de rolü olduğunu söyleyebiliriz.
Şimdi denklemin diğer tarafına bakalım, diyelim ki tamamen sağlıklı bir aileden çocuk evlat edindiniz ve yeni evlat edinen ailede bir- iki kanser öyküsü var. O zaman çocuğun kansere yakalanma riski 5 kat artıyor. Bu da şu anlama geliyor; sadece genler değil, aynı zamanda çocuğun yaşadığı ortam da onun yaşamını etkiliyor.”
Dünyada kanser araştırmalarının yüzde 90’ının gen araştırmalarına ayrıldığını vurgulayan Prof. Dr. Aart J Van Der Lely, “Son yüzyılda genler değişmedi, yaşadığımız ortam değişti ve kadınlar kanser hastası oluyorlar ve uluslar düzeyinde, ülkeler düzeyinde geliştirilen programlar var. Yirmibeş yaşın öncesinde bile meme kanseri olan kadınlar var. Endokrinoloji ve onkoloji alanında, obezite alanında güçlerimizi birleştirmeliyiz, farkındalık çalışmaları yapmalıyız” dedi.
Basın toplantısında hipofiz bezi hastalıklarını anlatan Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Başkanı Prof. Dr. M. Füsun Saygılı da, hipofiz bezinin “orkestra şefi” olarak adlandırıldığını, birçok düzenleyici hormon salgılayan farklı yapıda hücreler içerdiğini hatırlattı.
“Bu hücrelerden bazıları aşırı çoğalma gösterip tümörleşebilir ve fazla miktarda hormon salgılayabilir” diyen Prof. Dr. Füsun Saygılı bu durumda ortaya çıkabilecek sorunları şöyle sıraladı:
Prof. Dr. Füsun Saygılı, otopsi çalışmalarında hipofizdeki adenomların her 4 kişiden 1’inde saptandığını ancak sözü geçen hastalıkların bu kadar sık görülmediğini bildirdi. Bu duruma yönelik olarak Prof. Dr. Saygılı şunları açıkladı: “Dört kişiden 1’i hipofiz hastası değil. O fazladan saptanan oran fonksiyonu olmayan, tamamen rastlantısal olarak saptanan adenomlar olarak kabul ediliyor. Günümüzde görüntüleme yöntemleri, MR’ın çok daha sık kullanılır olması ya da son birkaç dekattır gündemde olması ve kullanılıyor olması bu rastlantısal hipofiz adenomlarını da ortaya çıkartmakta.”
Prof. Dr. Füsun Saygılı, hipofizin hiç çalışmadığı durumlar olabildiğini de vurgulayarak, kortizol hormonunun salgılanmaması halinde ciddi sonuçlar ortaya çıkabileceğini anlattı. Prof. Dr. Saygılı, “Eğer bu yetersizlik tablosu yavaş yavaş ortaya çıkarsa, fark edilir, tedavi edilebilir. Ancak aniden de ortaya çıkabilir. Bu aniden apopleksi dediğimiz hipofizin tümörünün adenomunun içine kanaması sonrası oluşan tabloda özellikle kortizol eksikliği hayatı tehdit edebilir” diye konuştu.
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?