Şeker, vücut için iyi bir enerji kaynağı olup karışık bir metabolik süreç sonunda hücrelere alınır. Sağlıklı insanlarda gıdalar yolu ile alınan şeker hücrelere taşınarak enerji kaynağı olarak kullanırken, şeker hastalarında bu mekanizma düzgün çalışmadığı için kan şekerinin yükselmesine neden olur. Şeker hastalığının Tip 1 Diyabet ve Tip 2 Diyabet olmak üzere iki ana grubu bulunmaktadır. Bu iki ana grubun dışında hastalığın alt grupları da bulunmaktadır. Bu grupların her birinin ortaya çıkma sebebi farklı olsa da hepsinin oluşturduğu temel sorun aynıdır.
Boy uzunluğunun tip 2 diyabet, kalp-damar hastalıkları ve kansere etkisi var mı?
Aşağıda, birçok insanı yakından ilgilendirecek Tip 2 Diyabet hakkında oldukça yeni sayılabilecek teşhis, tedavi ve hastalığa karşı önceden alınabilecek önlemler konusunda bazı bilimsel çalışmalar ve bu çalışmalardan ortaya çıkan sonuçlar yer almaktadır. Bu çalışmalara geçmeden önce hafızaları tazelemek adına Tip 2 Diyabet hakkında genel birkaç bilgiyi değinmekte fayda var.
Tip-2 diyabet, pankreas tarafından üretilen insülinin yeterli üretilememesi sonucu vücutta kan şekeri düzeyinin yükselişe geçmesiyle sonuçlan metabolik bir hastalıktır. Hastalık uzun vadede başta kan damarları ve sinirler olmak üzere birçok organda geriye dönüşü olmayan kalıcı hasarlar meydana getirir. Kalp krizi, felç, böbrek yetmezliği, retina hasarı ve erektil disfonksiyon bu zararlardan bazılarına örnek teşkil etmektedir.
Geçmişte Tip 2 diyabet için yaşlılık hastalığı denirdi. Gerçekten de Tip 2 diyabet geçmişte gençler arasından pek görülmeyen genellikle yaşlılarda görülen bir hastalıktı.
Günümüzde hazır gıdalarda kullanılan katkı maddeleri, hareketsiz bir yaşam, aşırı kilo alımı ve çevresel faktörler gençlerin ve çocukların metabolizmalarının çok erken bozulmasına sebep oluyor. Bu da gençler ve çocuklar arasında başta Tip 2 diyabet olmak üzere diğer metabolik hastalıkların hızla yaygınlaşmasına sebep oluyor.
Yapılan istatistiksel çalışmalar sadece ABD de genç nüfusun yaklaşık dörtte birinde öncü diyabet belirtilerinin olduğunu gösteriyor.
Uluslararası Diyabet Federasyonu(IDF) 6. Diyabet Atlasının verilerine göre dünyada her onbir yetişkinden biri diyabet hastası. Yine aynı kuruluşun verilerilerine göre dünyada yaklaşık 415 milyon diyabet hastası bulunuyor. (Kaynağa buradan ulaşabilirsiniz)
Şeker hastaları için yeni umut: Yağ hücresinden insülin üreten beta hücresi
Sağlık Bakanlığının yaptığı istatistikler Türkiye’de yedi milyonun üzerinde diyabet hastası olduğunu gösteriyor. (Gerçek sayının çok daha fazla oladuğu tahmin ediliyor !!!)
Tip 2 diyabet için yapılan araştırmalardan çıkan ortak sonuç, hastalığın genetik yatkınlık ile yaşam şeklinden kayanklandığına işaret ediyor. Başka bir ifadeyle Epigenetik faktörler hastalığın ortaya çıkmasında önemli rol oynuyor. (Aşağıda hastalığı ortaya çıkaran sebepler anlatılırken Epigenetik konusuna da değinilecektir.)
Fiziksel egzersiz insülin duyarlılığını artırarak Tip 2 diyabet riskini düşürüyor. Alman Diyabet Araştırma Merkezi(DZD) tarafından yapılan bir araştırma, spor yaparken TGFß adındaki bir molekülün özellikle kas hücrelerinde aktif hale geçerek kan şekerini düşürdüğünü gösteriyor.
TGFß ne yapıyor: TGFß, glikoz ve yağ yakma konusunda negatif rol oynayan ve insülin duyarlılığını azaltan genleri baskılayarak insülin duyarlılığının yükselmesine, buna bağlı olarak kandaki şekerin dengelenmesine sebep oluyor. Not: Araştırmaya katılanların beşte birinde sporun bu pozitif etkisi görülmedi.(1) Kas egzersizlerinin erkeklerde Diyabet 2 riskini düşürdüğünü gösteren benzer bir araştırma da 2012 yılında Jama Intern Med dergisinde yayınlandı.(11)
Tip 2 diyabet kalıtsal bir hastalık mı yoksa bir yaşam tarzından kaynaklanan bir hastalık mı? Bu soruya kesin olarak evet veya hayır demek şimdilik pek mümkün olmamakla beraber, yapılan birçok çalışma hastalığın ortaya çıkmasında genetik mutasyonlar kadar çevresel faktörler ile yaşam stilinin de(epigenetik) önemli rol oynadığını gösteriyor.
Gerek genetik çalışmalar gerekse epigenetik çalışmalar hızla devam ederken Nature dergisinin 04 Ağustos 2016 tarihli sayısında yayınlanan makalede hastalıkta rol oynayan bazı mutasyonlara dikkat çekiliyor.
Güney ve Doğu Asya, Amerika ve Afrika’dan toplam 120.000 sağlıklı ve Tip 2 diyabetli kişinin katıldığı karşılaştırılmalı genetik çalışmada 15.700 kişinin genlerinin bazı bölgelerinde 126 anlamlı varyant olduğu ve bu varyantların TCF7L2, ADCY5, CCND2 ve EML4 genlerinde olduğu ve bunların da diyabetle ilişkili olduğu tespit edildi.
Şeker hastaları için yeni bir umut: Mide hücrelerinden insülin üretildi
Epigenetik önemli bir faktör: Yukarıda değinildiği gibi her ne kadar hastalığın ortaya çıkmasında genetik mutasyonlar rol oynasa da yapılan araştırmalar genetik mutasyonların tek başına sebep olmadığını, sorunun ortaya çıkmasında asıl belirleyici olanın epigenetik faktörler olduğunu gösteriyor. Başka bir ifadeyle söylemek gerekirse Tip 2 diyabet yaşam stili ve çevresel faktörlerin mutasyonlu genin çalışmasını tesvik veya baskılaması sonucu ortaya çıkıyor veya ömür boyu ortaya çıkmıyor. Bu bağlamda sağlıklı beslenme, düzenli spor ve vücut ağırlığının sağlıklı sınırlarda olması önem kazanıyor.
Not: Daha önce 90.000 kişi ile yapılan Genomweiten Assoziationsstudien (GWAS) adlı başka bir genetik araştırmada da genlerdeki bu varyantlar varlığı tespit edilmişti.(2)
Hiç kuşkusuz diyabet ve kardiyovasküler hastalıkların ortaya çıkmasında şişmanlık önemli rol oynuyor ama Tip 2 diyabetin ortaya çıkmasında şişmanlıktan daha önemli olan fazla kiloların vücudun hangi bölgesinde yoğunlaşmış olması…
Fazla kiloların bel, kalça veya göbek bölgesi gibi vücudun değişik yerlerde yoğunlağması kandaki metabolitlerin(organik bileşiklerin) miktarını da etkiliyor. Örneğin kadınlarda fazla kiloların bel bölgesinde birikmesi kanda 21 metabolitin miktarını değiştiriyor.
Yağlı gıdaların kalori bakımından zengin gıdalar olduğu, yenildikten sonra uzun bir süre tok tuttuğu düşünülür. Gerçekten durum böyle mi?
Köln üniversitesi’nden Jens Brüning’in yaptığı araştırma durumun böyle olmadığını aksine yüksek yağlı gıdalarla beslenen farelerin üçüncü günün sonunda beyninin şeker kaynaklarının tükendiğini ve derhal şeker alınması için alarm verdiğini gösteriyor.
Bu konuya geçmeden önce sağlıklı bir insanda beynin şeker ihtiyacını nasıl karşılağını kısaca anlatmakta gerekiyor. Şeker, yaşamsal önem sahip iyi bir enerji kaynağıdır ve bütün hücrelerin enerji için şekere ihtiyacı vardır ve beyin hücreleri için şekerin önemi daha da büyüktür. Gıdalar yolu ile alınan şeker, özel moleküller aracılığı ile beyin hücrelerine taşınır.
Şeker beyne nasıl alınıyor: Sağlıklı insanlarda beyin enerjisiz kaldığında hemen reaksiyon göstererek enerji sağlamanın yolunu arar. Bunun için bağışıklık sistemi tarafından büyüme faktörü VEGF devreye sokulur ve GLUT-1 adında şeker taşıyıcı özel moleküllerin oluşturulması için komut verilir. Yeni oluşan GLUT-1(Glucosetransporter) molekülleri kandaki şekeri alarak beyne taşır. Bu işlemin yaşamsal iki önemi vardır. Birincisi, kandaki şekerin normal seviyeye düşürülmesi, ikincisi hücrelerin ihtiyacı olan enerjinin şekerle karşılanması…
Yağlı gıdalar şeker alımını engelliyor: Yağlı yiyeceklerde bulunan Doymuş serbest yağ asitleri, Kan-Beyin Bariyerine şeker taşıyan GLUT-1 proteinlerinin miktarını azaltıyor, bu da şekerin kanda kalarak kan şekerinin yükselmesine ve aynı zamanda beynin şekersiz kalarak alarm vermesine sebep oluyor (4). Beyin bir taraftan şeker alınması için vücuda komut verirken, diğer taraftan doymuş serbest yağ asitleri şekerin hücrelere gitmesi engelleyerek Tip 2 Diyabet nin oluşmasına yol açıyor.
Sonuç olarak şunu diyebiliriz: Uzun süre yüksek yağlı yiyeceklerle beslenmek metabolizmada bir takım olumsuzluklara sebep olur ve bu da diyabet 2 riskini yükseltiyor.
Son yıllarda Tip 2 diyabet ve diğer metabolik rahatsızlıkların tedaviye dönük araştırmalarında İntermittent fasting olarak adlandırılan bir yöntem uygulanıyor.
İntermittent fasting nedir? Türkçeye ”Aralıklı açlık’ olarak çevrilebilen ve sadece tek bir molekülün varlığı veya yokluğu durumunda metabolizmada ne gibi değişikliklerin olduğunun araştırılması.
GADD45β proteini ve Tip 2 diyabete etkisi: GADD45β proteini, 19 kromozomda bulunan GADD45β geni tarafından kodlanan ve karaciğere yağ asitlerinin alımını kontrol eden önemli bir proteindir. GADD45β ‘nin bilinen bu görevinin dışında başka bir fonksiyonunun daha olduğu keşfedildi.
Alman Diyabet Araştırma Merkezi(DZD) ile Alman Kanser Araştırma Merkezinin (DKFZ) ortaklaşa yaptığı bir araştırmada GADD45β protein’nin Tip 2 diyabete etkisi olup olmadığı araştırıldı ve gerçekten de GADD45β nin bilinen fonksiyonunun dışında Tip 2 diyabete iyi gelen pozitif bir fonksiyonunun olduğu keşfedildi.
Nedir bu yeni fonksiyon: Karaciğerin daha az yağlanmasını sağlamak ve kan şekerini normal seviyeye geltirmek olarak özetlenebilir. Metabolizma „Aralıklı açlık“ moduna girmesiyle birlikte vücut derhal daha fazla GADD45β üretimesi için komut veriyor.
Kırmızı et tüketiminin Tip 2 diyabet riskini artırdığını gösteren birçok araştırma bulunmakta. Bu araştırmalardan biri de Alman Diyabet Araştırma Merkezi(DZD) tarafından uzun yıllar süren, 27.500 kişiyi kapsayan büyük çaplı bir araştırma. DZD‘nin yaptığı bu araştırmanın sonuçları günlük 150 gram kırmızı et tüketenlerde (sığır, kuzu yada domuz eti olabilir) Tip 2 diyabet riskinin % 80 oranında arttığını gösteriyor.
Kırmızı etin metabolizmaya olumsuz etkisi
Kırmızı et tüketen ve aynı zamanda Tip 2 Diyabet hastası olan 2681 kişinin yapılan analizleri, bu kişilerin kanında yüksek miktarda ferritin, düşük miktarda glisin ve yüksek miktarlarda dört farklı yağın bulunduğunu gösteriyor.
Ferritin artması ve Glisin’in azalması vücutta Tip 2 diyabete giden yolda zincirleme reaksiyonların oluşmasına sebep oluyor.
Genetik olarak diyabet riski taşımayan bir aile epigenetik nedenlerle (çevrenin genlere etkisiyle) doğacak olan çocuklarının diyabet hastası olmasına sebep olabiliyor. Konuya Helmholtz Zentrum München (DZD) yapılan bir araştırma ile açıklık getirelim.
Araştırmanın daha iyi anlaşılması için uygulanan metodu basamak basamak anlatmakta fayda var.
Sonuç: Doğan iki yavru genetik olarak aynı olmasına rağmen birinci yavru sağlıklı, ikinci yavru obez doğdu. Yapılan kan analizlerinde birinci yavrunun kan şekeri normal çıkarken, ikinci yavrunun Tip 2 diyabet hastası olduğu tespit edilidi.
Sonuç olarak şöyle diyebiliriz: Ebeveynlerin yaşam stili genlerin kalitesini belirliyor. Sağlıklı yaşayan, sağlıklı beslenen, spor yapan anne babanın çocuklarının sağlıklı doğma şansı yüksek. Eğer anne baba, sigara içiyor ve alkol kullanıyor, hareketsiz ve stresli bir yaşam sürüyor, sağlıksız koşullarda yaşıyorsa genetik olarak sağlam olsalar bile çocuklarının sağlıksız doğma olasılığı yüksek oluyor. (7) (8).
Yapılan birçok araştırmalar Tip 2 Diyabet hastaları ile normal kişilerin bağırsak florası ve bağırsak hormonlar arasında farklılıklar olduğunu gösteriyor. Aşağıda bu konuda yapılmış üç değerli araştırma bulunmaktadır.
Alman Diyabet Araştırma Merkezinin(DZD) yapmış olduğu araştırma, Tip 2 diyabet hastalarının normal şeker yerine Disakkarit izomaltuloz (Palatinose) kullanmalarının daha uygun olacağını gösteriyor. İzomaltuloz’un bu olumlu etkisi, bağırsaklarda görev yapan ve vücudun insülin ekonomisini düzene sokan GLP-1 ve GIP adında iki hormonun salınımında değişikliklere sebep olmasından kaynaklanıyor.
Tip 2 diyabet hastası 10 yetişkin ile yapılan bu araştırmada hastaların bir kısmına 50 gr izomaltuloz, diğer kısmına ise 50 gr beyaz şeker verildi. Bir süre sonra yapılan kan tahlilleri izomaltuloz verilen deneklerin kanında şekerin % 20 daha az, insülin % 55 daha fazla olduğu gösterdi. Ayrıca bağırsaklarda yapılan ölçümlerde İzomaltuloz verilen deneklerin diğer gruptakilere göre GIP miktarının daha az, GLP-1 miktarının daha fazla olduğu bulundu.
İki şeker de tatlı ve kalorileri aşağı yukarı aynı ama kimyasal yapılarındaki farklılıklar bağırsaklarda farklı emilmelerine sebep oluyor. Normal şeker bağırsaklarda çabuk emilirken izomaltuloz yapısı gereği daha uzun süre kalıyor.
Sonuç: Bu araştırma açık bir şekilde Tip 2 diyabet hastalarının normal şeker tüketmek yerine izomaltuloz şekeri tüketmelerinin daha iyi olacağını gösteriyor (9).
Tip 2 Diyabet hastalığının bağırsak florası ile ilgili olduğunu gösteren bir diğer araştıma da Düsseldorfta bulunan Alman Diyabet Merkezi tarafından yapılan araştırma. Bu araştırmada günlük olarak Probiyotik Lactobacillus reuteri kullanımının, özellikle yemeklerden sonra kandaki şekerin yüksek veya düşük olmasına göre bağırsaklarda GLP-1 ve GLP-2 hormonlarını artırıyor. Ve bu artış insülin üretiminin % 49 oranından yükselmesine sebep oluyor.
Probiyotikler, insan vücudunda özellikle bağırsaklarda görev yapan ve bağırsak florasını düzenleyen doğal dost bakteri ve mayaların genel ismidir. Lactobacillus reuteri ise bu gruba dahil olan ve doğumdan itibaren insan vücudunda ve hatta anne sütünde bile bulunan doğal bir bakteridir. Lactobacillus reuteri aynı zamanda, vücutta bulunan zararlı patojenler karşı da mücadele eder.
Probiyotikler, yoğurt, peynir, kefir, bitter çikolata, ayran, keçi sütü gibi gıdalarda bulunduğu için bu gıdaları tüketerek bu bakterileri dışarıdan almakta mümkün. Sonuç olarak bu araştırma Lactobacillus reuteri ile hazırlanmış ilaçlarların Tip 2 diyabet’in tedavi edilebilir veya en azından bu hastalarda kan şekerinin önemli oranda aşağı çekilebileceğini gösteriyor.(9)
Yukarıda da belirtildiği gibi yapılan birçok araştırma sağlıklı kişilerle Tip 2 diyabet hastalarının bağırsak florasının farklı olduğunu gösteriyor. Bu bilgi ışığında Tip 2 diyabet daha henüz başlamadan yani kişihenüz sağlıklıyken, bağırsak florasındaki bakterilerin çeşidi veya sayısı veya bağırsak florasındaki başka kriterler o kişinin risk altında olup olmadığını hakkında bir ipucu verebilir mi? Münih Alman Diyabet Merkezi tarafından yapılan araştırmada tam da bu soruya cevap arandı.
Hemen belirtelim, cevap bulundu ama araştırma gebelik diyabeti sorunu yaşayan küçük bir grupla yapıldığı için şimdilik kesin bir şey söylemek için erken, zira sonuçların bir kez daha teyid edilmesi için büyük gruplarla bir dizi araştırmanın daha yapılması gerekiyor.
Yapılan bu araştırmadan çıkan sonuçlar risk altındaki kişilerin bağırsağında Prevotellaceae adın bir bakteri ailesinin artışa geçtiğini gösteriyor. Bu bakterinin ürettiği enzim bakteri yüzeyindeki koruyucu mukus tabakasına zarar vererek bağırsağın bariyer fonksiyonunu azaltıyor. Bu durum ise iltihaplanmalara yol açarak insülin duyarlılığının azalmasına dolayısıyla kan şekerinin yükselmesine sebep oluyor (10).
Mehmet Saltuerk
++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk The Institute for Genetics of the University of Cologne
https://blog.uni-koeln.de/saltuerk
++++++++++++++++++++++++
Kaynaklar
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?