Erken evrede hastanın herhangi bir şikâyeti olmayabilir. Çünkü hızlı seyreden bir hastalık olmadığından kişinin günlük yaşantısı ilerleyen zamanla birlikte etkilenmeye başlayacaktır. Hastalığın ilerlemesiyle birlikte hasta; renk görüşünde bozulma, görmede bulanıklık, görüşte lekeler-çizgiler, dalgalı görüş, zayıf gece görüşü, göz önünde uçuşmalar gibi şikâyetlerle hekime gider.
Diyabetik retinopati görme kaybının en önemli sebeplerinden birisi!
Diabet göz kapakları, konjonktiva, kornea, ekstraoküler kaslar, iris, lens ve retina olmak üzere hemen tüm oküler yapılarında komplikasyonlara neden olmaktadır. Komplikasyonlarının %84’ü retina ile ilgilidir.
Diabetin süresi göz komplikasyonları ile direkt ilişkilidir. Diabetin başlamasından 20 yıl sonra Tip I diabetli olguların hemen hemen tümü, Tip II diabetli olguların ise %60’ından fazlasında çeşitli oranlarda retinopati gelişmektedir. Dibetin görme kaybına yol açan en önemli komplikasyonu diabetik retinopatidir. Buna bağlı olarak gelişen maküla ödemi, retina ve vitreus içine olan kanamalar, neovasküler glokom, körlüğe götüren sonuçlardır. Diabetin kendisi sorbitolün yol açtığı patolojik değişimler sonucu katarakta yol açabildiği gibi, normal yaşlılığa bağlı kataraktı da hızlandırır.
Diabet kapiller duvarında bazal membran kalınlaşmasına, intramüral perisitlerin kaybına, endotel hücre hasarına neden olur. Eritrosit ve trombosit agregasyonundaki artış, yüksek fibrinojen düzeyi de damar tıkanıklığına yardımcı olur. Böylece gelişen kapiller ve arteriyoler oklüzyon retina hipoksisine bu da retinadan anjiojenik faktörlerin salınımına yol açar, bu faktörler gözün çeşitli bölgelerinde (retina, optik disk, iris, ön kamara açısı) yeni damarların oluşmasına neden olur. Bu damarlar kolay kanayan anormal damarlardır.
Göz tansiyonu (Glokom) nedir? Nedenleri, belirtileri ve tedavisi
Bunun dışında retina damar duvarındaki hücre kaybı mikroanevrizmaların gelişmesine ve geçirgenlik artışına yol açar, mikroanevrizmalar ve iç kan-retina bariyerindeki bozulma nedeni ile retina-maküla ödemi gelişmektedir.
Tip I olgularda proliferatif diabetik retinopati (PDR), Tip II diabetik olgularda ise diabetik maküla ödemi daha sık görülmektedir. Tip II diabetik olgulardan insülin kullananlarda da PDR sıklığı artmaktadır. Tip I’de geçici papilla ödemi, Tip II diabette ise iskemik optik nöropatiye bağlı kalıcı optik atrofi gelişebilir.
Diabet iki çeşit retinopatiye sebep olur.
1- Non-proliferatif
• Hafif: En az 1 mikroanevrizma (MA) ya da hemoraji
• Orta: Birden çok MA/hemoroji, sert yumuşak eksüdalar, maküla ödemi ve venöz değişiklikler
• Ağır: 4-2-1 kuralı
• 4 kadranda MA/hemoraji
• 2 kadranda venöz lup
• 1 kadranda IRMA (intra retinal mikrovasküler anomali)
2- Proliferatif
• Optik disk neovaskülarizasyonu
• Retina neovaskülarizasyonu
• Pre-retinal hemoraji
• Vitreus hemorajisi
• Traksiyonel retina dekolmanı
• İris ve ön kamara açısı neovaskülarizasyonu
Diabette iki tip maküla ödemi gelişebilir. Fokal ödem lokalize retina ka¬lınlaşma bölgeleridir, mikroanevrizma ve daha nadir olarak intra retinal mik-rovasküler anomalilerden (IRMA) kaynaklanan fokal sızıntılardır.
Ödemsiz retinadan sert eksüdalarla ayrılırlar. Diffüz ödem anormal geçirgen ve dilate kapillerlerden kaynaklanan generalize bir sızıntıdır. Foveayı ilgilendirdiklerinde her ikisinde de görme azalması olur. Maküla ödeminin tedavisinde fokal ve ızgara (grid) tarzında laser tedavisi gerekebilir.
Diyabet (şeker hastalığı) nedir? Neden olur? Belirtileri ve tedavisi
Yoğun insülin tedavisi görenlerde retinal kapiller kayıp ve sızıntı düzeyi konvansiyonel insülin tedavisi görenlere nazaran daha az olmaktadır. Ancak yoğun tedavi görenlerde başlangıçta maküla ödeminin ağrrlaştığı akılda tutulmalıdır. Bu ödem daha sonra gerilemektedir.
Diabetik retinopati insidansı yaşla birlikte artmaktadır. Bunun en önemli nedeni diabetin süresinin artmasıdır. Retinopati püberteden önce görülmez. Diabet tanısı konulduktan sonra Tip I olgularda 5-6 yıldan önce retinopati gelişmektedir. Ancak püberteden önceki süre bir risk faktörü olarak eklenmektedir.
Diabetin regülasyonu retinopatinin ortaya çıkışını geciktirmektedir. Ancak konvansiyonel (günde iki kez) insülin tedavisi retinopati geliştikten sonra ilerlemesini yoğun insülin tedavisi kadar olumlu etkilememektedir.
Sistemik hipertansiyon ile diabetik retinopatinin gelişmesi ve ilerlemesi arasında ilişki söz konusudur. Hipertansiyonun diabetik retinopati için risk faktörü olduğu unutulmamalıdır. Sigara ve çok miktarda alkol kullanımının da retinopatinin ilerlemesini hızlandırdığı bilinmektedir.
Eğitimin ve sosyo ekonomik durumun diabetik retinopati gelişmesi ve görme kaybı ile indirekt bir ilişkisi söz konusudur. Tip I’li eğitim seviyesi düşük kadınlarda proliferatif diabetik retinopati daha erken gelişmektedir.
Elli yaşın altındaki kadınlarda retinopati erkeklere göre iki yıl kadar daha erken gelişmektedir. 50 yaşın üzerinde aralarında bu farklılık kalmamaktadır.
Yapılan çalışmalar, günde 650 mg olarak verilen aspirin tedavisinin diabetik retinopatinin seyrini değiştirmediğini, proliferatif diabetik retinopati riskini, görme kaybını azaltmadığını, ayrıca vitre hemorajisi riskini de arttırmadığını göstermiştir.
Göziçi basıncı yüksekliği diabetiklerde normal popülasyona göre yaklaşık iki kez daha sık görülür. Olasılıkla ortak bir genetik nedene bağlıdır. Bir diğer görüş ise diabetiklerde optik sinir dolaşımının etkilendiği ve bu nedenle bu hastaların göziçi basıncı yükselmelerine karşı daha hassas oldukları yönündedir.
Diabet ile glokomun sık olarak birlikte görülmesinin dışında, diabetin kendisi neovasküler glokoma neden olur (iris ve ön kamara açısında yeni damarlanmalar ile açının fibrovasküler dokuyla kapanması ve göziçi sıvısının dışarı çıkamaması göziçi basıncını arttırır).
Tip I diabetik hastalarda proteinüri (0.3 g/l) proliferatif diabetik retinopati gelişmesi açısından bir risk faktörüdür.
Yüksek miyopinin PDR (proliferatif diabetik retinopati) gelişmesine karşı koruyucu bir etkisi vardır. Ancak bu olumlu etki nonproliferatif diabetik retinopatiye (NDR) karşı söz konusu değildir.
Diabet geçici kırma kusurlarına sebep olabilir. Hiperglisemide miyopi, hipoglisemide hipermetropi gelişmektedir. Bu nedenle retinopati nedenli olmayan görme keskinliği değişikliklerinde metabolik kontrolün kötü olabileceği akılda tutulmalıdır.
Diabetik retinopatide iki göz arasında genellikle bir simetri söz konusudur. Asimetrik olguların oranı %10’dan azdır.
Biomikroskopi, indirekt oftalmoskopi ve fundus fluoresein anjiografi (FFA) ile diabetik retinopatiye tanı konulur. Görme keskinliğinin derecesi ile retinopati hakkında sağlıklı bilgi edinilemez. Ağır PDR olgularında bile görme tam olabilir.
Diabetik retinopatinin mevcudiyeti fundustaki mikroanevrizmalar (MA), hemoraji, sert ve yumuşak eksüdalar, venlerin çap değişiklikleri, İRMA ve neovaskülarizasyonların görülmesiyle tespit edilebilir. Ancak maküla ödeminin tam tanı ve tedavisi için FFA gereklidir, sızdıran ve oftalmoskopi ile görülmeyen MA’lar olabilir. Bunların dışında bazen çok ağır diabetik retinopatide bile midperiferik retina iskemisi hiçbir oftalmoskopik bulgu vermeyebilir. Bu nedenlerle diabetik retinopatinin tanı ve bazen takibinde FFA kullanılmaktadır.
Hamileliğin diabetik bir kadının gözlerine olan etkisi büyük ölçüde hamileliğin başlangıcındaki retinopatinin durumu ile ilgilidir. Bu nedenle diabetik kadınların olabildiğince erken yaşta çocuk sahibi olmaları önerilmektedir. Non-proliferatif diabetik renitopatili (NDR) olguların %50’sinde retinopatilerinin hamilelik sırasında ağrrlaştığı ancak %5’inde proliferatif döneme geçtiği gösterilmiştir. Doğum sonrasında olguların çoğunda retina patolojileri gerilmektedir. Hamileliğin başlangıcında proliferatif diabetik retinopatisi (PDR) olan hastaların ise %46’sında retina patolojileri şiddetlenmektedir.
Ancak hamilelikten önce yeterince laser tedavisi uygulanmış hastaların yalnızca %26’sında yeni damarlar ilerleyebilmiştir. Hamilelik sırasında laser tedavisi uygulanan hastaların ise %86’sı bu tedavi yöntemine cevap vermiştir. Önceki hamilelikler diabetik retinopati riskini arttırmamakta ve laser tedavisine cevabı değiştirmemektedir. Laser tedavisi ve vitreo-retinal cerrahi teknikler nedeni ile günümüzde göz komplikasyonları nedeni ile hamileliği erken sonlandırmak gerekmemektedir.
Diyabette kan şekeri kontrolü göz sağlığı için hayati öneme sahip!
Hamilelik sırasında diabet gelişen (gestasyonel diabet) kadınlar retinopati için bir risk grubu teşkil etmezler. Hamile kadınlar hamileliklerinin başında kontrol edilmeli, eğer NDR’leri varsa üç ay ara ile PDR mecut ise ayda bir göz kontrolünden geçmelidirler.
Görmeyi tehdit eden retinopati Tip I olgularda diabetin başlamasından sonraki ilk 5-6 yılda ve püberteden önce görülmez. Tip II olgularda ise diabet tanısı konulduğunda retinopati de belirlenebilir. Diabet tanısı alır almaz yapılan göz kontrolünde retinopatisi bulunanların oranı %3 olarak bildirilmiştir. Bu oran ülkemizde çok daha yüksek olsa gerektir. Diabetiklerde fundusta diabete ait bulgu yok ise yıllık kontrolları yeterlidir. NDR’li olgular 6 ay, PDR’lı olgular ise 2-3 ay aralar ile kontrol edilmelidirler.
Bu olguların diğer normal kişilerden farkları yoktur. Ancak herkes 40 yaşından sonra özellikle glokom açısından muayene edilmelidir.
Retinada yaygın hasara neden olan retinit, üveit gibi göz hastalıklarında ve yaşa bağlı maküla dejeneresansında retinopati gelişmez ya da şiddeti hafif olur.
Diabetik kataraktların intraoperatif riski iriste yeni damarlanma olmadıkça yoktur. Günümüzde çok ağır PDR’lı olgulara bile göziçi merceği takılabilmektedir. Ancak katarakt ameliyatı sonrasında diabetik retinopatinin ağırlaşabildiği bilinmelidir. Bu olguların laser tedavilerinin zamanında yapılması oldukça önemlidir.
Sistemik komplikasyonlar, özellikle nöropati ve nefropati ile birlikte retinopatinin ciddiyeti de artmaktadır.
Diyabetik retinopatinin tespit edilebilmesi için yapılması gerekenler? Öncelikle hastanın görme keskinliğinin ölçülmesi ve ardından göz bebeklerinin damla ile genişletilerek retinanın (göz dibi) detaylı bir şekilde taranması gerekir. Etkilenen alanlar tespit edildikten sonra gerekli görüldüğü takdirde FFA adı verilen test yapılır. Damarınızdan verilen boyalı bir madde sayesinde göz dibinizin fotoğrafı çekilir ve sızdıran damarlar ve beslenemeyen bölgeler tespit edilir.
Bu yöntem sayesinde tedavi kararı daha kolay alınır. Görme kaybı riskini %50 oranında azaltması sebebiyle, klinik önem taşıyan maküler ödemlerde iki göze de görme keskinliğine bakılmaksızın LFK (Lazer fotokoajulasyon) tedavisi ve göz içi ilaç enjenksiyonu tedavisi yapılmaktadır. Tedavideki esas amacın kanayan ve sızdıran damarları kapayıp, hastanın görme seviyesini korumaktır. Diyabetik Retinopati’nin ilerlemesinden kaçınmak için şeker hastalarının kan şekeri, kan kolesterolü ve kan basıncı(kol tansiyonu) düzeylerinin kontrol altında tutulmasında fayda vardır
İleri evre retinopati lazer ile tedavi edilebilir ancak bazı vakalarda ameliyat gerekebilir. Bu yöntem scatter (yoğun olmayan) lazer tedavisi olarak isimlendirilir. Lazer tedavisinde amaç anormal kan damarlarının kapatılmasına yardımcı olmaktır. Doktor, gözün retina tabakasında anormal damarların kapanması için makula bölgesinden uzakta 1000-2000 lazer yanığı oluşturur. Tedavide oldukça fazla sayıda lazer yanığı oluşturmak gerektiğinden, tedavi genellikle iki veya daha fazla seansta tamamlanmaktadır.
Her ne kadar tedavi sonrası çevre görmede azalma olabilse de lazer tedavisi ile mevcut görme düzeyiniz korunabilir. Lazer tedavisi renk görme ve gece görme düzeyinizde hafif bir azalmaya neden olabilir. Lazer tedavisi, anormal kan damarları kanamaya başlamadan önce uygulandığında daha etkili olur. Diyabet hastalarının düzenli olarak genişletilmiş göz bebeğinden detaylı göz dibi muayenesi yaptırması gerekir ve kanama başlasa bile kanama düzeyine bağlı olmak koşuluyla yine de lazer tedavisi mümkündür.
Diabetik retinopati tedavisinde en yaygın olarak kullanılan tedavi laser tedavisidir. Laser tedavisi etkin olmadığında, olguların yaklaşık 1/3’inde ameliyat (vitreo-retinal) cerrahi gerekmektedir. Neovasküler glokomun geliştiği olgularda ise vitreo-retinal cerrahi ile birlikte tüp implantasyonları ve krio uygulamaları gerekmektedir.
Diabetik retinopatinin kendisi engellenememekle birlikte, körlüğe yol açan komplikasyonları azaltılabilmektedir. Maküla ödeminde fokal veya ızgara tarzında laser tedavisi ile iç ve dış kan-retina bariyerinin tekrar sağlığına kazandırılmasına çalışılır. PDR’de ise iskemik bölgelerin laser ile yok edilmesiyle bu bölgelerden açığa çıkan anjiojenik faktörlerin ortaya çıkması önlenmekte, böylece neovaskülarizasyon uyarısı inhibe edilmektedir.
Vitreo-retinal cerrahi teknikler aşağıdaki durumlarda uygulanır:
• Vitreus hemorajisi
• Pre-retinal hemoraji
• Traksiyonel maküla dekolmanı
• Traksiyonel + regmatojen retina dekolmanı
• Kronik maküla ödemi (traksiyona bağlı)
• Aktif gerilemeyen proliferatif diabetik retinopati
• Rubeozis iridis (iris damarlanması) ile birlikte laser tedavisine engel ortam opasitesi varlığında
Tip I diabetik olgulardaki vitreus kanamaları 1-2 ay içinde çekilmezler ise erken dönemde vitrektomi uygulanır. Tip II olgulardaki kanamalarda ise eğer maküla, retina dekolmanı bulunmuyor, hastaların diğer gözleri görüyor ise kanamanın çekilmesi için 6 hatta 12 ay beklenebilir. Sonuç olarak diabetik retinopati tedavi edilmez ise ileri derecede görme kaybına sebep olabilen düzgün metabolik kontrol, takip ve tadavi ile olumsuz etkileri en azda tutulabilecek olan diabetin en sık görülen komplikasyonlarından birisidir.
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?