Diyabetin toplumda oldukça sık rastlanan bir sağlık sorunu haline geldiğini ve özellikle çocuklarda artan obezitenin diyabet görülme sıklığını arttırdığını söyleyen TEMD Diyabet Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Serpil Salman, “Halen tüm Dünya’da 10 erişkinden biri diyabetlidir. Hastalığın sıklığı giderek artmaktadır. 2030 yılında her 9 erişkinden birinin diyabetli olacağı tahmin edilmektedir” dedi.
Dünya Diyabet Günü nedeniyle bir açıklama yapan Prof. Dr. Serpil Salman, “Pankreasta insülin üretilemediği için kan şekerinin çok yükseldiği, genelde çocukluk çağında görülen tip 1 diyabet, insülinin keşfinden önce ölümcül bir hastalıktı. Dr. Frederick Banting ve arkadaşları tarafından 1921 yılında insülinin bulunup ilaç olarak kullanılmasından sonra, milyonlarca diyabet hastasının hayatı kurtulmuş oldu. Hastalığın önemine dikkat çekmek ve farkındalığı artırmak amacı ile Banting’in doğum günü olan 14 Kasım ve haftasında, 1991 yılından beri Dünya Diyabet Günü aktiviteleri yapılmaktadır. Bu aktivitelere 160’dan fazla ülkede bir milyardan fazla kişi destek vermektedir” diye belirtti.
Prof. Dr. Serpil Salman, diyabetin yaşam boyu süren, kronik bir hastalık olduğuna dikkat çekerek, şöyle devam etti: “Oluşumunda iki temel sorundan biri rol oynar; Pankreasın yeterli insülin hormonu üretememesi (Tip 1 diyabet) veya üretilen hormonun dokular tarafınca yeterince kullanılamaması (Tip 2 diyabet). Tip 1 diyabet daha çok çocukluk çağında, tip 2 diyabet ise erişkinlerde görülür. Son yıllarda obezitenin artışıyla çocukluk çağında da tip 2 diyabet görülmeye başlamıştır. Kan şekerinin çok yükselmesi diyabetin tipik klinik yakınmaları olan çok idrar yapma, çok su içme, ağız kuruması gibi yakınmalarla kendisini belli eder. Tüm diyabet olgularının %90’ını tip 2 diyabet oluşturur.
Tip 2 diyabet genellikle kilo fazlalığı zemininde gelişir ve çoğu hastada kan basıncı ve kan yağlarının yüksekliği ile birlikte seyreder. Bu olgularda şeker yüksekliği başlangıçta çok fazla olmadığı için şikayetler genellikle geç ortaya çıkar. Bu nedenle hastalar bazen yıllarca, diyabet olduklarını fark etmeyebilirler. Her iki diyabetliden biri diyabetinin farkında değildir ama bu kişilerde hastalık bir yandan kalp damar sistemi başta olmak üzere birçok organa zarar vermektedir. Ailesinde tip 2 diyabet öyküsü olanlarda diyabete yakalanma riski daha fazla olduğu ve bu kişilerin daha da dikkatli araştırılması gerektiği bilinmelidir. Dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de sosyoekonomik seviyesi daha düşük olan kesimlerde diyabet farkındalığı daha azdır. Dünyada yaklaşık 537 milyon diyabet hastası olduğu düşünülmektedir ve bu rakam hızla artmaktadır.
Tüm dünyada körlüğün, böbrek yetmezliğinin, travmaya bağlı olmayan bacak kayıplarının, kalp krizi ve inmelerin en sık nedeni diyabettir. Türkiye Avrupa’da diyabetin en sık görüldüğü ülkedir. Epidemiyolojik araştırmalara göre 1997 yılında %7.2 olan diyabetli oranı 2010 yılında %13.7’ye çıkmıştır. Tahminler, ülkemizde güncel diyabet oranının %15 civarında olduğu yönündedir. Bu artış devam ederse ülkemiz 2045 yılında, dünyada erişkin toplumda en fazla diyabetlinin yaşadığı ilk 10 ülke arasına girecektir. Oysa sadece sağlıklı beslenip, hareketli bir hayat sürerek tip 2 diyabet hastalarının yarısından fazlasında diyabeti önleyebilir veya var olan diyabet hastalığını kontrol altında tutabiliriz. Bu da ancak toplumun bilinçlendirilmesi ile mümkün olabilir”.
Prof. Dr. Salman ayrıca, “Güncel bilgilerimize göre, erken dönemde iyi şeker kontrolü sağlanmış olan kişilerde uzun vadede diyabetle ilişkili göz ve böbrek problemleri, kalp krizi gibi sorunlar daha az görülmektedir. ‘Miras etkisi’ olarak tanımlanan bu durumun bilinmesi, diyabetlilerin tedaviyi geciktirmemeleri, ihmal etmemeleri bakımından önemlidir. Çok su içme, çok idrara çıkma gibi kan şekeri yüksekliğine ait tipik belirtilerin olabilmesi için şekerin çok yükselmiş olması gerekir. Halbuki, şekerin çok yükselmediği, erken dönemden itibaren dokularda diyabete ilişkin zararlar başlamaktadır. Bu nedenle kan şekerinin diyabetli olmayanlara benzer düzeylerde tutulması için sürekli çaba sarf edilmelidir” dedi.
“Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği (TEMD) tarafından gerçekleştirilen ve 2018 yılında yayınlanan ‘TEMD Çalışması’ ile, ülkemizdeki diyabet hastalarında kan şekeri, kan basıncı (tansiyon) ve kolesterol yüksekliği, obezite gibi sorunların yeterince kontrol altına alınamadığı gösterilmiştir.” diye belirten Prof. Dr. Salman şunları söyledi: “Bu durum sadece Türkiye’nin değil, tüm dünyanın sorunudur. IDF (International Diabetes Federation- Uluslararası Diyabet Federasyonu) 2030 yılı için aşağıdaki hedeflerin benimsenmesini önermektedir;
Ülkemizdeki sağlık sisteminde SGK kapsamındaki tüm bireyler insülin ve parmak ucu şeker ölçüm imkanlarına ulaşabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında listedeki son maddenin hemen hemen sağlandığı söylenebilir. Bununla birlikte cilt altı şeker seviyesini sürekli ölçerek kayıt yapan ‘sürekli şeker ölçüm sistemleri’nin kullanımı tüm dünyada yaygınlaşmaktadır. Bu sistemlerle daha kapsamlı ve başarılı bir şekilde takip yapılabilmektedir. Ancak, maliyet yüksekliği nedeni ile bu sistemlere ulaşım sağlayabilen hasta sayımız kısıtlıdır. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun sürekli şeker ölçüm sistemlerinin teminini sağlaması, yaşamını insülin tedavisi sayesinde sürdürebilen tip 1 diyabetli hastalarımız için çok faydalı olacaktır”.
TEMD Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Ayşegül Atmaca, International Diabetes Federation- Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF) Dünya Diyabet Günü aktiviteleri için her yıl bir tema belirlediğini, bu yıl için “Yarınları Korumak (Güvenceye Almak) İçin Eğitim” tema olarak belirlendiğini söyledi. Prof. Dr. Atmaca, şöyle devam etti: “Çünkü diyabette hastalık yönetiminin %90’ını öz bakım oluşturur. Yani beslenme, egzersiz, ilaç kullanımından oluşan temel tedavi kurallarının doğru bir şekilde uygulanabilmesi, eşlik eden sorunlarla baş edilebilmesi için diyabetlinin takip ve tedavide sorumluluk alması, hastalığını hekim, diyetisyen, diyabet hemşiresi ve diğer sağlık profesyonellerinin desteği ile yönetmesi gerekir. Bu da ancak eğitimle olur.
Yazılı ve görsel medya, hasta eğitiminde çok değerlidir. Öte yandan basında ve sosyal medyada yer alan gerçek dışı veya abartılı haberler hastalarımız için risk oluşturmaktadır. Kronik hastalıklarda hastaların hızlı ve kolay sonuç alabilecekleri tavsiyelere itibar etmeleri söz konusu olabilir. Bu, bir sağlık sorunu ile mücadele eden ve zaman zaman bıkkınlık yaşayan her hastada beklenebilecek bir durumdur. Ancak, özellikle sosyal medyada gerçek dışı, hiçbir tıbbi kanıta dayanmayan bazı karışımlar, meyveler, içecekler kontrolsüz bir şekilde diyabete çare gibi sunulabilmekte, bu durum hastalarda ciddi sorunlara neden olabilmektedir”.
Diğer bir sorunun da, obez diyabetlilerde belli koşullar altında, seçilmiş hastalara uygulanabilecek olan cerrahi girişimlerin ‘diyabet ameliyatı’ olarak sunulması olduğuna dikkat çeken Atmaca, “Birçok hasta bu ameliyatları tüm diyabetli hastalarda uygulanabilecek, hastalığı yaşam boyu yok eden, hiçbir riski olmayan işlemler olarak düşünmektedir. Bu kişilerde ameliyat kararının endokrinoloji uzmanın da bulunduğu kurullar tarafından alınması, ameliyat sonrası takipte risklerin azaltılması ve gereksiz ameliyatların önlenmesi bakımından önemlidir.
Geçtiğimiz yıllarda aşılama ile ilgili önerilerimiz aşı karşıtı söylemlerin etkisi ile yeterince uygulanmamıştır. Pandemi sürecinde aşının önemi anlaşılsa da diyabetli hastalarımızın grip ve zatürre aşılarını yaptırmaları konusunda hedeflere ulaşılabilmiş değildir, hastalarımızın teşvik edilmesi için basının desteğine ihtiyacımız vardır. Tüm bunların ötesinde standart-genel bilgilendirmelere Dünya Diyabet Günü’nde, ayrıca zamana yayılarak medyada sıklıkla yer verilmesi, diyabetli hastalarımızın bilgilenmesi ve bilinçlenmesi için çok değerlidir. Bu konuda konunun uzmanı olan meslektaşlarımıza öncelik verilmesi konusundaki hassasiyetinize ihtiyaç bulunmaktadır” dedi.
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?