Türkiye’de pediatrik nöroloji uzmanı sayısı yetersiz!Çocuklarda görülen nörolojik hastalıkların artma eğiliminde olduğunu söyleyen Türk Nöroloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Şerefnur Öztürk, buna karşılık Türkiye’de pediatrik nöroloji uzmanı sayısının çok az olduğunu belirtti. Şu anki mevcut yasaların nörolog orijinli hekimlere ‘pediatrik nöroloji’ alanında yan dal ihtisası yapma yolunu kapattığını dile getiren Prof. Dr. Öztürk, bu durumun ülke gerçekleri ve ihtiyaçları ile örtüşmediğini vurgulayark şu bilgileri paylaştı: “Ülkemizin çok sayıda pediatri uzmanına ihtiyacı var ve nöroloji uzmanı olup da pediatrik nöroloji uzmanı olanlar da son derece etkin bir şekilde ve nöroloji alanını da yapıdan itibaren bildikleri için çok başarılı bir şekilde pediatrik nörolog olabilmektedir.”
55’inci Ulusal Nöroloji Kongresi, 15-21 Kasım tarihleri arasında Antalya’da yapıldı. Nörolojik hastalıkların masaya yatırıldığı kongrede, Türk Nöroloji Derneği, kongrenin ana temasını “Hareket Bozuklukları” olarak belirledi. Kongre kapsamında düzenlenen basın toplantısına Prof. Dr. Şerefnur Öztürk, Prof. Dr. Neşe Çelebisoy, Prof. Dr. Cavit Boz, Prof. Dr. Nerses Bebek, Prof. Dr. M. Akif Topçuoğlu, Prof. Dr. Kayıhan Uluç ve Prof. Dr. Raif Çakmur katıldı.
Prof. Dr. Şerefnur Öztürk yaptığı açıklamada, çocuklarda görülen nörolojik hastalıkların giderek arttığına dikkat çekerek, çocuk-ergen yaş grubunda başlamış olan nörolojik hastalıkların pediatrik nöroloji uzmanları tarafından tedavi edilmesi gerektiğini söyledi.
Yetişkinlerde görülen hemen hemen bütün hastalıkların biraz daha farklı formlarının pediatri yaş grubunda da görülebildiğine işaret eden Prof. Dr. Şerefnur Öztürk, “Ülkemizde çocuk hasta sayısı giderek artıyor. Çocukluk yaş grubunda görülen multiple skleroz var. Yine çocukluk yaş grubunda inme geçiren hastalar var. Yani damar tıkanıklığı ile beyin kanaması ile gelen çocuklar var. Doğum sırasında ve sonrasında yaşanan travmalar var.
En çok gördüğümüz özellikle çocukluk yaş grubunda görülen epilepsiler var. Bunlar bir uzman tarafından iyi bir şekilde tedavi edilmezse, gelecekte daha ciddi entelektüel bozukluklara, mental bozukluklara götürebilecek hastalıklar. Çocukların sağlıklı bireyler olarak yetişebilmeleri için ülkelerde pediatrik nörolojilerin önemi çok büyük” dedi.
Pediatrik Nöroloji yan dalından mezun hekim sayısının ülkedeki ihtiyaca yanıt vermek açısından yeterli olmadığının da altını çizen Prof. Dr. Öztürk, “Türkiye’de neredeyse bir il’e 2 pediatrik nöroloji uzmanı düşmüyor” ifadesini kullandı.
Öte yandan 2001’den beri Pediatrik Nöroloji yan dalının sadece Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanlığının yan dalı olarak düzenlendiğini ve nörolojinin yan dalı olmaktan çıkarıldığını belirten Prof. Dr. Şerefnur Öztürk, şunları söyledi: “2001 yılı öncesi hem nöroloji uzmanları, hem pediatri uzmanları bu alanda yetişmek istiyorlarsa, ayrı bir sınava girip, ayrı bir eğitim alıp pediatrik nöroloji uzmanı olabiliyorlardı. Eğer bu devam ettirilmiş olsaydı, şimdi ülkemizde çok sayıda pediatrik nöroloji uzmanı olacaktı ve çocuklarımız etkin, donanımlı uzmanlara teslim edilmiş olacaktı.
Ancak halen bu yasalar ve mevcut durum değişmiş değil. Bir hekim nöroloji orijinliyse bunun üstüne daha da ağır olan bir pediatrik nöroloji ihtisası yapmak istiyorsa, bu alana adanmıştır artık, onun önünü kesmemek gerekir. Yani ben pediatri hastalarına en iyi şekilde bakmak istiyorum, bunun için ek donanım, eğitim almak istiyorum diyen nöroloğun bunu yapmasına engel olunmamalıdır.”
Prof. Dr. Öztürk: Türkiye genelinde çok sayıda yeni inme merkezleri kurulacak
Bütün Avrupa ülkelerinde nörologlara, pediatrik nörolog olma yolunun açık olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Şerefnur Öztürk, “Bu bizim ülkemiz için çok büyük bir eksiklik, ivedilikle düzeltilmesi gereken bir durum. Bakanlığımızın da Tıpta Uzmanlık Kurulunun da acilen nöroloji alanına pediatrik nöroloji üst ihtisasını açmasını bekliyoruz, bunu hedefliyoruz” diye konuştu.
Prof. Dr. Şerefnur Öztürk, inme hakkında da önemli açıklamalarda bulundu. Her 6 kişiden birinin inme ile karşılaşabileceğini belirten Prof. Dr. Öztürk, inme merkezlerinin hızlı müdahale ve inmenin etkilerini azaltmada çok kritik bir rol oynadığını vurguladı. Prof. Dr. Şerefnur Öztürk, şu bilgileri verdi: “İnme, eskiden olduğu gibi tedavisi zor bir hastalık değildir. İnme, tedavi edilebilen bir hastalıktır. İnmede en önemli faktör zamandır.
O yüzden de biz ‘zaman beyindir’ diyoruz çünkü her geçen dakika çok sayıda beyin hücresinin kaybına neden olur. İnme belirtileri fark edildiği anda hiç vakit kaybetmeden 112’yi aramalarını istiyoruz. Çünkü 112, hastayı nereye götüreceğini biliyor. Kendi araçları ile geleceklerse de nöroloğun bulunduğu bir sağlık merkezine hızla gelmelerini istiyoruz.”
İnme merkezi sayısındaki yetersizliğin farkında olunduğunu ve özelleşmiş ünitelerle en iyi tedavinin yapıldığı inmeye yönelik merkezler kurulacağını belirten Prof. Dr. Öztürk, Sağlık Bakanlığı ile son yıllarda inme konusunda önemli çalışmalar yürütüldüğünü söyledi.
Epilepsi hastaları toplumda damgalandığı için tedavileri aksıyor
Bu çalışmalardan en önemlisinin Türkiye’de inme hastalarının en etkin ve başarılı bir organizasyonla tedavi edilmelerini sağlayacak “İnme Klinik Protokolü” olduğunu dile getiren Prof. Dr. Öztürk, “Nöroloji uzmanı yönetiminde inme ünite ve merkezlerinin organizasyon, yönetim ve tedavi şeması algoritmalarını yayımlamış durumdadır” dedi.
“Şu anda inme ünite sayımız ve inme merkezi sayımız yeterli değil” bilgisini veren Prof. Dr. Şerefnur Öztürk, “Sağlık Bakanlığı ile yaptığımız çalışmalar dahilinde hangi bölgelere, hangi özelliklerde inme merkezleri kurulacağı, kim tarafından işletileceği, yürütüleceği, hastaların ne şekilde bakılacağı ve her şeyden önemlisi bu merkezlere hastaların nasıl yönlendirileceğinin çalışmaları yapılıyor.
Her bir milyon kişiye bir inme merkezi açılması planlanıyor. Nöroloji uzmanı yönetiminde inme üniteleri ve inme merkezlerinin hem intravenöz yani damardan tedavi hem de girişimsel yani damar içi tedavileri uygulamak üzere uygun ekiplerle bu çalışmaları yapması bekleniyor” diye konuştu.
Türk Nöroloji Derneği Hareket Bozuklukları Çalışma Grubu Moderatörü Prof. Dr. Raif Çakmur, bu seneki kongrenin temasının hareket bozuklukları olduğunu ve hareket bozukluklarının da nörolojinin önemli bir alanı olduğunu kaydetti. Bu hastalık grubunda en iyi bilineninin Parkinson hastalığı olduğunu, bunun yanında oldukça sık görülen, titreme yapan hastalıkların da bu grupta olduğunu belirten Prof. Dr. Çakmur, şu bilgileri verdi:
Parkinson hastalığı neden olur? Belirtileri, teşhisi ve evreleri
“Özellikle ailesel titreme dediğimiz hastalık grubu, şu an Türkiye çalışmalarına göre erişkin yaş grubunda %4 civarında hatta 70-80 yaşın üzerindeki grupta %8’lere çıkan bir sıklığı olan, oldukça sık görülen bir hastalık. Ancak bu tür titremeyi Parkinson hastalığı olarak değerlendirmiyoruz. Ama bunun yanında Parkinson hastalığı daha büyük özürlülük ve sıkıntılar yaratması nedeniyle önemli bir hastalık”.
Parkinson hastalığında en önemli sebebin dopamin eksikliği olduğunu belirten Prof. Dr. Raif Çakmur, “Parkinson hastalığının motor bulguları beyinde hareketlerimizden sorumlu olan hücrelerin ufak bir bölümünün hasara uğraması ve eksilmesi (dejenerasyon) sonucu ortaya çıkar. Bu hücreler bilgileri bir sinir hücresinden diğerine gönderen dopamin adı verilen kimyasal bir madde salgılar. Beyinde yeterli dopamin yapılamazsa hareket ve duruş işlevleri etkilenerek Parkinson hastalığı belirtileri ortaya çıkar.
Dopamin nedir? Ne işe yarar? Eksikliği ne tür sorunlar yaratır?
Dopamin eksikliğinin temel belirtileri; hareketlerde yavaşlama, hareket yeteneğinin azalması ve titremedir. Hastalık yavaş bir şekilde ilerler. Hastadan hastaya belirtilerin varlığı, şiddeti ve hastalığın ilerleme hızı farklıdır” bilgisini verdi.
Hastalığın görülme sıklığına ilişkin de bilgi veren Prof. Dr. Çakmur, Dünyada 10 milyon, Türkiye’de 150.000 civarında Parkinson hastası olduğunun tahmin edildiğini söyledi.
Parkinson hastalığının gelişimi için en önemli risk faktörünün, yaşlanma olarak tanımlandığını dile getiren Prof. Dr. Raif Çakmur, “Toplumlar yaşlandıkça görülme oranındaki artış aslında aciliyet göstermektedir. Dünyanın en kalabalık ülkelerinde, 2030 yılına kadar Parkinson hastalarının neredeyse 2 katına çıkarak 30 milyona ulaşacağını düşünmek korkutucudur. Eğer hepimiz 100 yaşın üzerine kadar yaşayacak olursak büyük olasılıkla bu hastalıkla karşı karşıya kalacağız” diye konuştu.
Parkinson hastalığının tedavisine ağızdan verilen ilaçlar ile başlandığını, Parkinson hastalığı ilerledikçe ağızdan alınan ilaçların giderek yetersiz kalabileceğini söyleyen Prof. Dr. Çakmur, tüm ayarlamalara karşın hastanın yavaş/donuk olduğu dönemler günde toplam 4-5 saatten daha fazlaya ulaşır, iyilik dönemleri de istemsiz hareketler gibi yan etkilerden dolayı yeterince iyi geçmezse cerrahi yöntemlerin düşünülebileceğini kaydetti.
Parkinson hastalığında araştırılan yeni tedavi yöntemlerinin kök hücre araştırmaları, hücre nakli yöntemleri, gen tedavileri ve büyüme faktörü yöntemleri ile aşı araştırmaları olarak özetlenebileceğini ifade eden Prof. Dr. Çakmur, “Şu an için klinik kullanıma bu tedavilerin hiçbiri yansımamıştır. Yukarıdaki yöntemlerin biri ya da birkaçı olumlu sonuçlandığı takdirde önümüzdeki dönemde Parkinson hastalığının tedavisinde önemli gelişmeler söz konusu olacaktır” dedi.
Toplumda en sık karşılaşılan yakınmalardan birinin başağrısı olduğunu söyleyen Türk Nöroloji Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Neşe Çelebisoy, şu bilgileri verd: “Primer baş ağrıları olarak adlandırılıp altta yatan başka bir hastalıkla ilişkili olmayan baş ağrılarının en sık nedeni migrendir. 20-65 yaş arasında yaklaşık %16 sıklığında görülür.
Kadınlarda sıklığı erkeklerden 2.5-3 kat fazladır. Toplumda doğurganlık yaşında her 4 kadından yaklaşık birisi migrenlidir. Çocuklarda görülme sıklığı %5 civarında iken ergen yaş grubunda %10’lara çıkar. Migren kişinin iş ve sosyal yaşamını sürdürmesini zorlaştırması nedeniyle önemli bir sağlık problemidir ve kişi için kısıtlılık oluşturmaktadır.”
Migrenin en sık iş gücü kaybına neden olan primer baş ağrısı olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Çelebisoy, ataklarla seyreden olgularda yaklaşık %10, kronik migren hastalarında ise yaklaşık %20 oranlarında iş gücü kaybı tanımlandığını kaydetti. Migren hastalarında doğru teşhis konamadığında hastaların çok miktarda ağrı kesici ile ağrılarını ortadan kaldırmaya çalıştığını belirten Prof. Dr. Çelebisoy, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu durum ilaç aşırı kullanım baş ağrısı dediğimiz çok miktarda (3 aydan uzun süre ayda 15’ten fazla) ağrı kesici kullanımı ile tetiklenen baş ağrılarının ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Hastalara öncelikle hastalıkları hakkında bilgi verilmesi, atakları tetikleyebilecek faktörlerin anlatılması önemlidir.
Ağrı kesici ilaçlar nasıl kullanılmalıdır? Türleri ve yan etkileri
Hastalardan ilk beklenen yaşam biçimlerini düzenlemeleri, tetik faktörlerden olabildiğince kaçınmaları, sosyal desteklerini arttırmaya çalışmalarıdır. Tedavi başlamadan önce hastaların ağrı günlüğü tutmaya başlamaları ve tedavi boyunca ağrı sıklığı, şiddetindeki değişiklikleri kayıt etmeleri tedavi etkinliğinin objektif değerlendirmesi açısından değerlidir.”
MS hastalığının özellikle gençlerin hastalığı olduğunu ve 20-40 yaş arasında daha sık görüldüğünü dile getiren Prof. Dr. Cavit Boz, çoğu hasta için erken ve uygun tedavi ile MS’in artık kontrol edilebilir bir hastalık haline geldiğini belirtti.
Prof. Dr. Boz, “MS, uzun vadeli, kronik bir hastalık. Hastalığın farklı yüzleri var. Bir hasta hiçbir zaman diğerine benzemiyor. Zaman içerisinde hastalığın gidişi son derece olumlu yönde değişti. MS, eskiden yüksek olasılıkla risk oluşturan, iz bırakan bir hastalık şeklinde biliniyordu ki, bu şekilde yürüyemeyen, gezemeyen, tekerlekli sandalyede çok hasta var.
Ancak özellikle son 5-10 senede artan tedavi seçenekleriyle hastalık son derece iyi bir şekilde kontrol edilmeye başlandı ve hastaların çoğu artık yaşamlarını normale yakın devam ettirebilecek duruma geldiler. Erken ve uygun zamanda tedavi yapıldığı zaman hastaların gelecekleri daha parlak oluyor ve özürlülük riski azalıyor” diye konuştu.
Yeni yayınlanan SUT tebliğinin kronik nörolojik hastalığı olan hastaların tedavi ve takiplerinde güçlük yaratacağını belirten Prof. Dr. Kayıhan Uluç, “Yeni düzenleme ile nöropatik ağrısı olan hastalar bazı ilaçlarını yalnızca 3. basamakta, o da sık aralıklarla sağlık kurulu raporu alarak yazdırabilecek, bazı ilaçlarını da herhangi bir psikiyatrik problemleri olmamasına rağmen, psikiyatri hekimine giderek yazdırmak zorunda kalacaktır. Bu süreçlerin hasta-hekim, hekim-hekim ilişkilerini olumsuz etkileyeceğini, hastaların tedavi ve takibini aksatacağını düşünüyoruz” dedi.
Prof. Dr. Kayıhan Uluç, nöropatik ağrının azımsanmayacak kadar sık görülen, diğer ağrı tiplerinden farklı olarak basit ağrı kesiciler ve non-steroid antienflamatuvar ilaçlarla tedavi edilemeyen, şiddetli bir ağrı türü olduğunu vurguladı. Çoğu hastanın yıllarca ilaç kullanması gerektiğini hatırlatan Prof. Dr. Uluç, şunları söyledi:
Prof. Dr. Öztürk: Nörolojik Hastalıklar tüm ölümlerin %12’sinden sorumlu
“Nöropatik ağrıyı azaltmak için işe yarayan ilaçlar sınırlı sayıdadır. Tüm dünyada bu ağrıya karşı etkin olduğu bilinen bazı antidepresanlar ile gabapentin-pregabalinden oluşan gabapentinoidler kullanılmaktadır. Ancak, son yapılan SUT düzenlemesi, nörologların bu ilaçları yazmasını kısıtlamıştır. Artık antidepresan ilaçlar yalnız 6 ay süreyle nörologlar tarafından yazılabilecek, tedavinin devamı gerekiyorsa hasta ilaçlarını yazdırabilmek için bir psikiyatri uzmanına gitmek zorunda kalacaktır.
Burada hatırlanması gereken bilimsel bir gerçek var. Nöropatik ağrı tedavisinde antidepresan ilaçlar doğrudan ağrı üzerinde etkili oldukları için reçete edilmektedir, hasta depresyonda olsun veya olmasın etki göstermektedirler. Ancak yeni uygulama antidepresan tedavinin devamını her koşulda psikiyatrist reçetesine mecbur kılmaktadır.
Bu hastanın psikiyatristten randevu alması, hastalığını anlatması ve psikiyatrist uygun görürse ilaçlarına devam etmesi demektir. Bu durum psikiyatri kliniklerinde gereksiz iş yükü artışına neden olacak, nöropatik ağrı tedavisi konusunda eğitim almamış olan psikiyatri doktorlarının kendi koymadıkları bir tanı için sorumluluk altına girmelerine sebep olacaktır. Ek olarak günlük pratikte hastaların psikiyatriste ulaşması güç olacağı için, hastaların gerekli tedaviye ulaşması engellenmiş olacaktır.”
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?