Türkiye’de sunulan probiyotiklerin mutlaka bir akreditasyon sürecine dahil edilmesi gerektiğini söyleyen Mikrobiyota ve Probiyotik (MikroBiyom) Derneği Başkanı Prof. Dr. Meltem Yalınay, mikrobiyotanın birey sağlığındaki önemine dikkati çekerek, bu sistemi destekleyen probiyotiklerin bilimsel olarak özelliklerinin tanımlı olması gerektiğini belirtti. Yararlı olduğu varsayılan, bilinen her bakterinin probiyotik özelliği olmadığını vurgulayan Prof. Dr. Yalınay, bu konuda bilimsel temellere dayalı bir sınıflandırmanın ve akreditasyonun gerekli olduğunu vurguladı.
Bu konuda Sağlık Bakanlığı ve Tarım ve Orman Bakanlığı’nın da olumlu yaklaşım sergilediğini dile getiren Prof. Dr. Yalınay, probiyotik özellikli bakterilerin sınıflandırılması, ürünlerin akreditasyonu için çalışma yürüttüklerini açıkladı. Prof. Dr. Melte Yalınay, 2019 yılında probiyotik özelliği olan ürünlerin tümünün incelenerek proje koordinatörlüğünü yaptığı “Türkiye Probiyotik Rehberi”ni (www.probiyotikrehberi.com) gerçekleştirdiklerini, rehberin resmi yapılanması için de bakanlık nezdinde görüşmelerini sürdürdüklerini açıkladı.
Probiyotik nedir? Hangi besinlerde bulunur? Faydaları nelerdir?
Çok sayıda probiyotik ürünün kolayca erişilebilir halde olduğuna işaret eden Prof. Dr. Meltem Yalınay, “Probiyotikler, eczaneden gidip, öylesine alınabilecek ürünler değiller. Probiyotiklerin, probiyotik olarak kabul edilebilmesi için cins, tür, suş kodu dediğimiz özel tanımlamalara sahip olması gerekir ve kişiye özel seçilmesi gerekir” uyarısında bulundu.
Multidisipliner bir dernek olarak kurdukları Mikrobiyota ve Probiyotik (MikroBiyom) Derneği’nin probiyotikler konusunda sınıflama, akreditasyon gibi konulara odaklanarak, sağlığa katkı verecek probiyotiklerin erişime girmesi konusunda çalışma yürüttüğünü ifade eden Prof. Dr. Yalınay, Tarım ve Orman Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’nın çalışmalarına ilgi gösterdiğini ve ilerleme sağladıklarını anlattı.
Prof. Dr. Yalınay proje koordinatörü olduğu 2019’da oluşturdukları Türkiye Probiyotik Rehberi’nde, Türkiye’de satışa sunulan probiyotiklerin yarısının probiyotik özellik göstermediğini saptadıklarına dikkati çekerek, “Çalışmada, ülkemizdeki probiyotik preparatların referansları ile beraber bilgilerini aldık ve değerlendirdik. “Ben probiyotiğim” deyince, probiyotik olamıyor o bakteri. Cins, tür, suş kodu dediğimiz tıbbi olarak çok ciddi özellikler taşıması gerekiyor. Baktık ki, o ürünlerin yarısı probiyotik özelliğinde değil” dedi.
Salgın öncesi dönemde popülaritesi artan ve salgın döneminde de bağışıklığı desteklemek için önerilen kefiri örnek gösteren Prof. Dr. Meltem Yalınay, bütün probiyotiklerin bakteri olduğunu, kefirde bulunan mikroorganizmaların bakteri ve ökaryot denilen maya yapısında daha kompleks bir hücre yapısında olduğunu, bu bakteri ve mayaların da cins, tür, suş kodu olarak tanımlamalarının olması gerektiğine dikkat çekti.
Mikrobiyata nedir? Sağlığa ve bağışıklık sistemine etkileri nelerdir?
Buna karşılık, Türkiye’deki kefirlerin içerdiği mikroorganizmalara (bakteri, maya) yönelik ayrıntılı bir tanımlamanın henüz bulunmadığına işaret eden Prof. Dr. Yalınay, “Genel bir tanımlama yapılıyor ancak bakterinin veya mayanın özelinde ne var, gerçekten bağışıklığı destekleyen bir ürün mü içiliyor bilmiyoruz. Kefir geleneksel ve kültürel bir içecektir. Doğru yapılanması gerekiyor ve bu konuda bir farkındalık olması için de çalışıyoruz. Bakanlık ile bu konuda da temastayız. Kefirde şu anda standardizasyon yok, insanların biraz imtina etmesi gerekir” diye konuştu.
Evde yapılan kefirlere ilişkin olarak da, mikroorganizmaların her pasajlanmasında (yeniden üretiminde) bazı özelliklerini kaybettiğine işaret eden Prof. Dr. Meltem Yalınay, bu nedenle kefirle ilgili ikincil mevzuatın yenileneceğini öğrendiklerini belirtti.
Prof. Dr. Yalınay, “EFSA dediğimiz Avrupa Gıda Otoritesinin hangi bakteriler, mayalar güvenlidir, hangileri probiyotik özelliktedir, hangileri kefir ürününün içinde bulunabilir konularında standardizasyonlar var ve buna bağlı kataloglar, rehberler bulunuyor. Biz de üretici firmalara bu standart ve rehberlere uygun hareket etmesini öneriyoruz” dedi.
Prof. Dr. Yalınay, probiyotik ürünlerin içindeki mikroorganizmaların cins, tür, suş kodu olarak tanımlanması, üretimi, ambalajlanması, sunumu vb. her türlü unsurları içeren standartların belirlenmesi ve ikincil mevzuatın oluşturulması konusunda girişimler yapıldığını da bildirdi.
Mikrobiyota için en iyi beslenmenin Akdeniz tipi beslenme olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Meltem Yalınay, polifenollerin önemli bir besin öğesi olduğunun ve mor gıdalarda, nar ve pancarda bulunduğunun altını çizdi.
Antibiyotik kullanımı, doğum şekli değişikliği, endüstriyel yaşam biçimi, hazır gıdalarla vb. beslenme şekilleri nedeniyle mikrobiyotada değişiklikler görüldüğünü belirten Prof. Dr. Yalınay, “Toplumda yüzde 1 veya yüzde 2 dolayında dengeli bağırsak profili görüyoruz. Çünkü doğum şekilleri değişti, antibiyotik kullanımı çok fazla.
Antibiyotiklerin çok hasar verdiğini biliyoruz. Antibiyotiği enfeksiyon eğer gerçekten bakteriyelse vermek gerekiyor yoksa bağırsak mikrobiyotası ciddi bir şekilde hasar görüyor. Proton pompa inhibitörü olarak bilinen mide asit yapımını engelleyen ilaçlar, gıda katkıları da zarar veriyor. O yüzden beslenmede bütün bunlara dikkat edilmesi birinci şart. Gerektiğinde ise özel probiyotik destekler verilmesi ikinci koşul” diye konuştu.
Mikrobiyota için dengeli beslenme unsurlarını ise protein, karbonhidrat, yağ dengesi olarak tanımlandığını söyleyen Prof. Dr. Yalınay, şu bilgileri verdi: “Genç kalmanın formülü bağırsaklarda. Bağırsakları ne kadar sağlıklı tutarsanız o kadar geriye doğru yaşlanmayı da sağlıyorsunuz. Dokuyu yaşlanmadan genç tutmanın formülü de bağırsaklarda. Ne kadar sade beslenirseniz, mikrobiyota bundan hoşlanıyor.
Akdeniz tipi beslenmeyi çok sever. Tahıllar, yaşa göre uygun miktarda tüketilen et, balık, hindi, iyi bir tavuk eti tüketilebilir. Mikrobiyota biraz açlıktan da hoşlanıyor. Akşam öğününü erken bitirmek yeterli, mesela; saat 19.00 gibi bitirmeliyiz ama çok yoğun çalışan bir kişi bu saate uyamıyorsa, daha geç saatlerde yiyorsa akşam yemeğini, o zaman öğünü hafifletmek lazım. Bir sebze çorbası, bir yoğurt gibi mesela. Tatlılardan, şekerlerden, beyaz undan, inek sütünden uzak durmak gerekiyor. Şeker mikrobiyota için zehir özelliği taşıyor.”
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?