Sedef hastalığının yaygınlığı hakkında bilgi veren Prof. Dr. Gürer, şunları söyledi: “Genel kanı, sedef hastalığının dünyadaki prevalansının %1,5 ila 3 arasında olduğu şeklindedir. Yani Türkiye’de en az 700 bin ile 1 milyon arası sedef hastası olduğunu söyleyebiliriz. Neyse ki bu hastaların %75 ila %80’i hafif derecede sedef hastası. Yani sadece dizlerinde, dirseklerinde küçük döküntüler var ve bunlar hastaların yaşam kalitesini etkilemiyor. Hastalık şiddetlendikçe hastanın yaşamını hem fiziksel olarak hem ruhsal olarak daha fazla etkilemeye başlıyor.”
Sedef hastaları en çok önyargılardan ve ‘alternatif tıptan’ çekiyor
Sedef hastalığının farklı belirtilerle seyreden farklı türleri olduğunu söyleyen Prof. Dr. Gürer şu bilgileri verdi: “Birincisi, yukarıda belirtilerini sıraladığım klasik sedef hastalığı var. Bu tür, deride kızartı ve kepeklenmelerle seyreder. Bunun yanında iltihaplı sedef hastalığı vardır; bu da iltihaplı sivilcelerle seyreder. Ayrıca bütün deriyi tutan ve sağlam deri kalmayana dek yayılan sedef hastalığı türleri de var. Bunlara ek olarak, eklem tutulumuna ve iltihaplı eklem romatizmasına yol açan sedef hastalığı vakalarını ayrı bir kategori olarak sayabiliriz.”
Sedef hastalığının genellikle metabolik sendromla beraber seyrettiğini vurgulayan Prof. Dr. Gürer, “Obezite, özellikle karın bölgesinde aşırı yağlanma olarak tanımladığımız abdominal obezite, yüksek kolesterol, kolesterol dengesinde bozukluk, diyabet ve hipertansiyon gibi hastalıkların bir arada görülmesini metabolik sendrom olarak adlandırıyoruz. Bu hastalıklara ve dolayısıyla metabolik sendroma sedef hastalarında daha sık rastlıyoruz. Bu nedenle, bu belirtileri taşıyan sedef hastaları, sedef hastası olmayan nüfusa göre daha kısa yaşam süresine sahip olabiliyor. O yüzden sedef yalnız deri hastalığı değil, bütün sistemi etkileyebilen bir hastalıktır diyoruz. Bu sistemi etkilemesinin en önemli nedeni de vücutta sebep olduğu inflamasyon yani yangıdır” dedi.
Belirli doku gruplarını taşıyan kişilerde sedef hastalığının görülme sıklığının daha olduğunu ileten Prof. Dr. Gürer şöyle devam etti: “Genetik yatkınlık çok önemli bir faktördür. Anne veya babada sedef hastalığı varsa, çocuklarda da görülme ihtimali artıyor. Sedef hastalığı riskini artıran çok önemli 2 faktör var: Bunlardan bir tanesi abdominal obezite, yani karın bölgesinde fazla yağlanma; diğeri ise sigara. Bunların yanı sıra stres de sedef hastalığını tetikleyen etkenlerden biridir.
Hastalık genelde stres sonrasında başlar. Ayrıca aşırı güneş, özellikle çocuklarda boğazda bulunan beta hemolitik streptokok bakterileri ve bazı ilaçlar sedef hastalığını tetikleyebilir. Sedef hastalığının en fazla 10’lu, 20’li yaşlarda görülüyor. Daha sonra en yaygın olarak 40’lı yaşlarda ortaya çıkar ancak her yaşta görülebilir.”
Sedef hastalığının yaşam kalitesini önemli derecede bozduğunu vurgulayan Prof. Dr. Gürer, “Yapılan çalışmalarda psoriasisin hastaların yaşam kalitesinde yarattığı düşüşün kronik böbrek hastalığı, KOAH hatta kanser gibi pek çok kronik hastalıkla boy ölçüşecek derecede yüksek olduğu ortaya koyuluyor. Hastalar, döküntüler görünmesin diye hep kapalı giyiniyor, topluma karışmıyor, çekingen davranıyor ve işgücüne katılmakta güçlük çekiyor. Gündüzleri yatıyor, geceleri uyanık kalıyorlar.
Sedef hastalığı (psoriasis) nedir? Belirtileri, nedenleri ve tedavisi
İşten çıkarılma, işe gidememe gibi sorunlar yaşıyor, sosyal yaşamlarını kuramıyorlar. Eş bulamayanlar ya da eşlerinden ayrılanlar oluyor. Bunun yanında kaşıntı hissi ve fiziksel şikayetlere neden oluyor, hastaların bazen merdiven çıkamama, yolda yürüyememe gibi şikayetleri oluyor. Sedef, yaşam kalitesini ileri derecede bozan bir hastalıktır” dedi.
Sedef hastalarının tedavisinin mutlaka dermatologlar tarafından yapılması gerektiğinin altını çizen Prof. Dr. Mehmet Ali Gürer, alternatif tedavi vaadinde bulunanlar konusunda uyardı: “Basında veya televizyonda gördüğümüz bazı umut tacirleri var. “Alternatif tedavi” dedikleri bazı bilim dışı yöntemlerle psoriasisi tedavi edeceklerini iddia ediyorlar.
Bunlara asla itibar edilmemelidir. Tedavi olmanın yolu dermatoloğa gidip uygun tedaviye başlamaktır. Hafif sedef hastalarını biz dışardan kremlerle, pomatlarla tedavi etmeyi tercih ediyoruz. Kortizonlu pomadlar ve D vitamini preparatları kullanıyoruz. Ama hastalık şiddetlendikçe bağışıklık sistemini düzenleyen ilaçlarımızla hastalığı kontrol etmeye çalışıyoruz. 2000’li yıllardan itibaren biyolojik ilaçlar dediğimiz birtakım ilaçlar kullanılmaya başlandı. Az önce söylediğim bağışıklık sistemi düzenleyen ilaçlarla kontrol edemediğimiz hastaları da biyolojik ilaçlarla kontrol edip, minimal lezyonla ya da lezyonsuz olarak yaşamlarını sürdürebilecek şekilde takip ediyoruz.
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?