Prof. Dr. Füsun Saygılı: Obezitesi olan gençlerde Covid-19 görülme sıklığı artıyor

Yazan Hatice Pala Kaya
21 Mayıs 2021  |   Kategori: Güncel / Literatür, Sağlık Gündemi Print

Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Başkanı Prof. Dr. Füsun Saygılı, COVID-19’a yönelik yapılan araştırmalarda, gençlerin bu hastalığı daha kolay atlattığı yönündeki genel kanıya karşılık, obezitenin hastalığın ağır geçirilmesi ve ölümlerle doğrudan ilişkili olduğunu gösterdiğini söyledi.

Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği tarafından düzenlenen “42. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kongresi”, Covid-19 pandemisi nedeniyle sanal olarak gerçekleştiriliyor. Kongre kapsamında 20 Mayıs 2021 tarihinde çevrimiçi bir basın toplantısı düzenlendi. Toplantıya; Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Başkanı Prof. Dr. Füsun Saygılı, Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ayşegül Atmaca, Dernek Araştırma Sekreteri Prof. Dr. Ş. Erol Bolu, Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Yönetim Kurulu Üyeleri Prof. Dr. Alper Sönmez ve Prof. Dr. Mine Adaş katıldı.

Basın toplantısında konuşan Prof. Dr. Füsun Saygılı, obezitenin önlenebilir ölümlerde sigaradan sonra geldiğini hatırlatarak, diyabet, kalp-damar hastalıkları, hipertansiyon, hiperlipidemi, serebrovasküler hastalık, çeşitli kanserler, obstrüktif uyku-apne sendromu, karaciğer yağlanması, reflü, safra yolları hastalığı, polikistik over sendromu, infertilite, osteoartroz ve depresyon gibi birçok sağlık sorununa neden olduğunu vurguladı.

COVID-19 nedeniyle hastaneye yatanların yarısı obezite hastası

Obezitenin DSÖ tarafından salgın olarak tanımlandığını hatırlatan Prof. Dr. Saygılı, halen devam eden COVID-19 salgınının obezite ile ilişkisinin de araştırmalara konu olduğunu belirtti.

Türkiye’nin erişkin nüfusta yüzde 32 obezite oranı ile Avrupa’nın en yüksek oranına sahip olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Saygılı, COVID-19 salgınında obezitenin önemli bir değişken olduğunu belirterek araştırmalar hakkında şu bilgiyi verdi: “Dünyayı yaklaşık 18 aydır etkileyen, Covid-19 pandemisi sürecinde yapılan çalışmalar Covid-19 nedeniyle hastaneye yatanların yaklaşık yarısının obezitesinin olduğunu, başka bir deyişle hastalığın, obezitesi olanlarda, yatış gerektirecek denli ciddi seyrettiğini göstermektedir. Genel olarak bakıldığında Covid-19 yaşlılarda daha ağır seyretmektedir.

Genç olmanın avantajı, obez bireylerde yaşanmamakta; obezitesi olan gençlerde Covid-19 görülme sıklığı artmaktadır. Ayrıca obezite derecesi ile Covid-19’a bağlı, zatürre, hastaneye yatış, yoğun bakımda izlenme oranları, yoğun bakımda yatış süresi, mekanik ventilasyon (solunum cihazı) ihtiyacı ve ölüm oranları artar.

Mayıs 2021 başında yayınlanan bir araştırma, obezitesi olan erkeklerdeki Covid-19 seyrinin obezitesi olan kadınlara göre daha da kötü olduğunu göstermektedir. (BKİ?35 olan erkekler ile BKİ?40 olan kadınlarda, normal BKİ sahip bireylerden sırası ile 2.3 ve 1.7 kat daha fazla Covid-19 ile ilişkili ölüm kaydedilmiştir)

Obeziteye bağlı komplikasyonlar hastalığın seyrini daha da ağırlaştırmaktadır. Kronik hastalıkları olan kişiler pandemi nedeniyle ihtiyaç duydukları uygun bakımı almakta sorun yaşamaktadır. Obezitesi olan kişilerin pandemi sürecinde karşılaştıkları zorluklar arasında; karantina önlemlerinin fiziksel hareketliliği azaltması, taze ürünler yerine işlenmiş gıdaların daha fazla kullanılması, takiplerinin düzenli gerçekleştirilememesi sayılabilir.”

Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Başkanı Prof. Dr. Füsun Saygılı, obezitesi olan bireylere bu süreçte, doğru beslenme, ev içi egzersizler, nefes egzersizlerinin öğretilmesi, gün ışığına çıkmalarının önerilmesi gerektiğini, ayrıca aşılamada öncelik verilmesini önerdi.

COVID-19 ve Tiroid Hastalıkları

Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ayşegül Atmaca da basın toplantısında COVID-19 ve tiroid hastalıklarının ilişkisi yönünde endişeler bulunduğunu ancak tiroid hastalığı olanlarda COVID-19 riskinin arttığına veya hastalığın daha ağır seyrettiğine dair yeterli veri bulunmadığını açıkladı.

Yapılan çalışmalarda tiroid bezi az çalışan hipotiroidi hastalarında, hem de çok çalışan hipertiroidi hastalarında tiroid hastalığı olmayan bireylere göre COVID-19 riskinin artmadığı ve hastalığın daha ağır seyretmediğinin gösterildiğini kaydeden Prof. Dr. Atmaca, “Aynı şekilde tiroid hastalıklarında kullanılan ilaçlar da bağışıklık sistemini zayıflatmaz. Bu nedenle hipotiroidi ve hipertirodisi olan hastaların kendilerine önerilen ilaçları düzenli alması önemlidir. Hipotiroidi hastalarının COVID-19’a yakalandıklarında aldıkları tiroid hormon ilacını (tiroksin) bırakmamaları ve dozunu değiştirmemeleri önerilir. İlacı bırakmak bağışıklık sistemi üzerinde daha olumsuz sonuçlara yol açacaktır” dedi.

Prof. Dr. Ayşegül Atmaca, hipertiroidi nedeniyle kullanılan propiltiourasil veya metimazol gibi ilaçlara yönelik uyarıda bulunarak, bu ilaçları kullanan hastaların doz ayarlaması için hekime daha sık gitmelerini önerdi. Prof. Dr. Atmaca, “Bu ilaçlar çok nadir de olsa (1000 hastanın 2 ile 5’i civarı) kandaki beyaz kan hücrelerinde düşme nedeniyle ateş, boğaz ağrısı gibi yan etkilere yol açabilir ve hasta COVID-19’a yakalandığını düşünebilir.

Bu sorunu yaşayan hastaların hemen hekimlerine başvurması, ulaşamadığı durumda ilacını keserek en kısa sürede bir sağlık kuruluşuna başvurması gerekir. Subakut tiroidit veya Graves hastalığına bağlı göz tutulumu nedeniyle kortizon tedavisi alan hastalar ise, kortizonlu ilaçlar bağışıklık sistemini baskıladığı için, COVID-19 açısından risk altındadırlar” diye konuştu.

COVID-19 sonrası görülen subakut tiroidit

Salgın döneminde COVID-19 geçiren kişilerde, birkaç hafta sonra subakut tiroidit denilen tiroid bezinin iltihabi hastalığının görülebildiğini belirten Prof. Dr. Ayşegül Atmaca, bu durumun geçici olduğunu, nadiren kalıcı hipotiroidiye yol açtığına işaret ederek, “COVID-19 geçirdikten sonraki dönemde şiddetli boğaz ağrısı, ateş, terleme, çarpıntı ve kilo kaybı gibi yakınmaları olan kişiler tiroidit açısından değerlendirilmelidirler. Yine COVID-19 enfeksiyonunu ağır geçirip hastanede yatan ancak öncesinde tiroid hastalığı olmayan kişilerde tiroid hormonlarında değişiklikler olabilir. Diğer ağır hastalıklarda da karşımıza çıkabilen bu tabloya ötiroid hasta sendromu diyoruz. Bu durum geçicidir ve takip etmek yeterlidir” dedi.

Polikistik Over Sendromu obezitesi olan kadınlarda daha yaygın

Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Araştırma Sekreteri Prof. Dr. Ş. Erol Bolu da Polikistik Over Sendromu (PKOS) hakkında bilgi verdi. Bu hastalığın yaşam boyu devam eden, doğurganlık çağındaki kadınlarda en sık görülen sağlık sorunu olduğunu kaydederek, her 100 kadından yaklaşık 10-15’ini etkilediğini anlattı.

PKOS’un, obezitesi olan veya PKOS’lu annesi veya kız kardeşi olan kadınlarda daha yaygın olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Bolu, “PKOS’nun belirti ve semptomları genellikle ergenlik döneminde başlar, ancak bazı kadınlar geç ergenliğe ve hatta erken yetişkinliğe kadar semptom geliştirmez. PKOS’lu kadınlar genellikle yılda altı ila sekiz adetten daha az adet dönemine sahiptir. Zaman içinde, kadın kilo alır ve hareketsiz bir yaşam tarzını benimser ise adetler düzensiz hale gelebilir. PKOS’un uzun dönem sağlık riskleri arasında glukoz intoleransı, tip 2 diyabet, dislipidemi, obezite, hipertansiyon ve depresyon sayılabilir. Ayrıca literatürde birçok çalışma, çeşitli kardiyovasküler hastalık risk faktörlerinin PKOS’lu kadınlarda artmış oranda bulunduğunu göstermiştir” dedi.

PKOS hastalarında bozulmuş glukoz toleransı ve tip 2 diyabet görülebildiğini söyleyen Prof. Dr. Erol Bolu, bu nedenlerle tüm PKOS hastalarında, diyabet yönünden tarama yapılmasını önerdi. PKOS ile obezite arasında ilişki bulunduğu uyarısında da bulunan Prof. Dr. Bolu, “Obezite ve santral obezite riski sırasıyla 2,8 ve 1,7 kat artmıştır. Herhangi bir nedenle kliniğe başvuran PKOS hastalarında obezite daha sık görülür. Türk popülasyonunu temsil eden ve seçilmemiş 392 kadının dahil edildiği bir örneklemde hem PKOS hastalarında obezite sıklığının, hem de obez kadınlarda PKOS sıklığının 1,5-2,5 kat arasında artmış olduğu bulunmuştur” diye konuştu.

Prof. Dr. Bolu, PKOS’lu kadınların kilo vermesinin olumlu sonuçlar doğurduğunu vurgulayarak, vücut ağırlığının yüzde 5 ila 10’unu kaybeden PKOS’lu birçok kilolu kadının, adetlerinin daha düzenli hale geldiğini anlatarak, “Kilo kaybı genellikle bir diyet ve egzersiz programı ile sağlanabilir. Düzenli fiziksel aktivite, kilo kaybı sağlanamadığında dahi etkili olabilmektedir. İlaç tedavileri yaşam tarzı değişikliklerine uyum gösteremeyen bozulmuş glukoz toleransı ya da diyabeti olan PKOS hastasında ve menstrüel düzensizliği olup doğum kontrol hapı kullanamayan ya da tolere edemeyen PKOS hastasında ikincil seçenek olarak kullanılabilir” dedi.

Obezite hastalarına bilimsel dayanağı olmayan mucize yöntemler önerilerek, hastalar istismar ediliyor

Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Alper Sönmez de Türkiye’de obezite tedavisine yönelik sorunlar bulunduğunu söyledi. Obezitenin Dünya ve Türkiye için önemli bir sağlık sorunu olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Sönmez, tedaviyi güçleştiren yaygın kanılara yönelik şunları kaydetti: “Obezite birçok kronik hastalığın esas nedenidir. Obezite sorununu çözdüğümüz zaman Tip 2 diyabet, hipertansiyon, dislipidemi, koroner arter hastalığı, uyku apnesi, astım, bazı kanserler (özellikle meme, rahim, kolon, pankreas, prostat, böbrek), karaciğer yağlanması ve kronik karaciğer hastalıkları, polikistik over sendromu, depresyon ve daha pek çok kronik hastalığı önleyebiliriz.

Obezite, kronik bir hastalık olduğu halde gerek sağlık profesyonelleri gerekse halkımız obeziteyi bir hastalık gibi görmemektedir. Obezite tedavisi deneyimli bir ekibi ve farklı disiplinlerden sağlık profesyonellerinin iş birliğini gerektirir. Obezite hastalarına bilimsel dayanağı olmayan mucize diyetler, mucize bitkiler, mucize ilaçlar veya mucize cerrahi yöntemler önerilmekte, obezite hastaları istismar edilmektedir.”

Prof. Dr. Alper Sönmez, obeziteyle mücadelenin, obezitenin önlenmesiyle mümkün olabileceğini vurgulayarak, “ Bunun için de öncelikle toplumun yaşam biçimini ve beslenme alışkanlıklarının doğru şekillendirmek gerekir. Bu konuda merkezi ve yerel yönetimlere, yazılı ve görüntülü basın kuruluşlarına ve sivil toplum örgütlerine önemli görevler düşmektedir” dedi.

COVID-19 diyabetiklerde daha ağır seyrediyor, diyabet ise COVID-19 kliniğini ağırlaştırıyor

Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mine Adaş ise COVID-19 ile diyabet ilişkisine yönelik bilgi verdi. “Pandemi içinde pandemiden söz edebiliriz” diyen Prof. Dr. Mine Adaş, “Diyabet bulaşıcı bir hastalık olmamasına rağmen ulaştığı hasta sayıları ve bu önlenemez hasta sayısı artışı sebebiyle Dünya Sağlık Örgütü tarafından kronik bulaşıcı olmayan bir pandemi olarak ilan edilmiştir” dedi.

Prof. Dr. Adaş sözlerini şöyle sürdürdü: “Diyabet ve COVID-19 arasında iki yönlü bir etkileşim söz konusudur. COVID-19 diyabetiklerde daha ağır seyretmekte, glisemik kontrolü bozmakta; diyabet ise COVID-19 kliniğini ağırlaştırmaktadır. Diyabet genellikle obezite, hipertansiyon, kalp ve damar hastalıkları ile birliktedir. Diyabetik böbrek hastalığı diyabetin önemli komplikasyonlarından biridir. Ayrıca kötü glisemik kontrol bağışıklık sistemi üzerine olumsuz etkilidir. Tüm bunlar COVID-19 kliniğinin diyabetiklerde kötü seyretmesinde etkilidir. Bunun yanı sıra COVID-19 pandemisi süresinde evde kapalı kalma, hareket kısıtlılığı, beslenme düzeninin bozulması, strese bağlı hormonların kan şekeri üzerine olumsuz etkileri, COVID-19 tedavisinde kullanılan steroidlerin kan şekerini yükseltmesi ise COVID-19’un diyabet üstüne olan olumsuz etkileridir.”

YAZIYI PAYLAŞ

YORUMUNUZ VAR MI?

guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Araç çubuğuna atla