Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Türkiye Diyabet Vakfı ve Çocuk Endokrin Diyabet Derneği tarafından organize edilen ve “diyabet teşhisi sonrası tedaviler ve teknoloji kullanımı” konusunun tartışıldığı 2. Diyabet Teknolojileri Sempozyumu Ankara’da yapıldı. Toplantı diyabet konusunda çalışan çocuk ve erişkin hekimler yanında, diyetisyen, fizyoterapistler ve diyabet eğitim hemşirelerinin de bir araya geldiği geniş bir platform olarak düzenlendi.
Sempozyuma yönelik Medikal Akademi Ankara Temsilcisi Hatice PALA KAYA’ya bilgi veren Prof. Dr. Selçuk Dağdelen, diyabetle ilgili her aşamada teknoloji kullanımının önemli bir konu olduğunu vurguladı. Türkiye’de sağlık çalışanlarının teknolojiyi kullanmaya hevesli olduğu gözlemini aktaran Prof. Dr. Dağdelen, teknolojinin diyabetle yaşamı kolaylaştıran unsurlardan biri olduğunu bildirdi.
Avrupa bölgesinde Türkiye’nin yüksek diyabetli sayısıyla dikkat çektiğini belirten Prof. Dr. Dağdelen, Türkiye’de tüm diyabetliler dahil edildiğinde 11 milyon kişilik bir popülasyonla karşı karşıya kalındığını kaydetti. Diyabetle ilgili 6 derneğin, toplamda 11 bin 712 hastanın dahil olduğu uluslararası bir çalışmanın Türkiye ayağı olan “Türkiye İnsülin Enjeksiyon Teknikleri Çalışması”nı tamamladığını ve ülke çapında insülin kullanımı tekniklerine yönelik bir haritanın ortaya çıktığını kaydeden Prof. Dr. Dağdelen, şunları söyledi:
“Bu haritada çok ilginç şeyler görüyoruz. Türkiye’nin dört bir yanından 1366 insülin kullanan hastanın kabul edildiği bu çalışma, uluslararası sonuçla karşılaştırmalı bilgiler elde etmemizi sağladı. Sonuçlarını da Haziran 2018’de yayınladık. Bizdeki insülin kullanan hastaların binde 4’ü eski usul enjektör kullanıyor. Dünyada bu oran %11 düzeyinde. Enjektör artık bu çağa ait bir tedavi kabul edilmiyor. Seçilmiş, özel durumlarda ihtiyaç olabilir tabii. Fakat enjektör kullanımı üzerinden baktığımızda, Türkiye’nin dünya ortalamasından daha iyi bir noktada olduğunu görüyoruz.”
Türkiye’de hastaların %97’sinin insülin kalemi kullandığını, bunun da dünya ortalamasının üstünde olduğunu belirten Prof. Dr. Dağdelen, “Dünyada insülin kalemi kullanımı %84. Erişkin insülin kullanan hastaların, binde 8’i insülin pompası kullanıyor şu anda. Pompa, tam geri ödeme kapsamında değil. Genellikle hastaların ödemesi gerekiyor” dedi.
Kübalı uzmanlar, 40’ı kanser, yüze yakın ilacı Türkiye’de üretmek istiyor
İnsülin pompasına yönelik karşılaştırmalı verileri de paylaşan Prof. Dr. Dağdelen, Türkiye’de binde 8 olan oranın, dünyada %3 olduğunu belirterek, şunları kaydetti:
“Erişkin hasta nüfusta insülin pompası kullanan hastalarımız dünya ortalamasının altında. Yine yüksek konfor sağlayan kalemlerin iğne uçlarının uzunluğu artık hiç can yakmayan, enjeksiyonu çok daha konforlu hale getiren keşifler var, iğne ucu 4 mm olan insülin kalemleri var. Türkiye’de insülin kullanan hasta grubumuzun yaklaşık %35’i bunu tercih ediyor. Bu oran dünyada %22. Yani kalem teknolojisi bakımından, insülin iğne ucu kullanımı bakımından bizim hastalarımızın teknolojiye ulaşımı dünyadan çok daha önde.”
Prof. Dr. Selçuk Dağdelen, insülin kalemlerinin iğne uçlarının tekrar kullanımının hem Türkiye’de hem de bütün dünyada bir sorun olduğunu belirterek, acı verme, insülin emilimini etkileme, dokuyu yaralama, zedeleme gibi riskler taşısa da hastaların aynı iğne ucunu kullanmayı tercih edebildiğini kaydetti. Prof. Dr. Dağdelen, Türkiye’de tekrar kullanımın yüzde 24, dünyada ise yüzde 69 seviyesinde olduğunu söyledi.
Tekrar kullanma nedenlerine yönelik olarak ise Prof. Dr. Dağdelen, “Hastalarımız kullanıp atmayı israf olarak görüyor. Geçmişte enjektör kullanan hastalar, özellikle daha çok mükerrer iğne ucu kullanma eğiliminde. Çünkü o önceki ağrılı, acılı şeyleri yaşamış. O yüzden şimdi bu yüksek teknolojiyi bir kere kullanıp, çöpe atmaya kıyamıyor ama biz bunların tek sefer kullanılıp, atılmasını öneriyoruz. Bizde bir iğne ucu, ortalama 3 kere tekrar kullanılıyor. Dünyada bu oran 5” bilgisini verdi.
Türkiye’nin ayrıştığı bir başka noktanın ise insülin yapma miktarı olduğunu ve Türkiye’de günde 54 ünite insülin yapıldığını, dünyada ise bu rakamın 47 ünite olduğunu belirten Prof. Dr. Dağdelen şu bilgiyi verdi: “Biz daha yüksek dozlarda insülin yapıyoruz ama buna rağmen kan şekeri ortalamaları bizim hastalarımızın daha yüksek. Türkiye’de erişkin hasta grubunda A1c oranımız 9.1. Dünyanın insülin kullanan hasta grubundaki A1c ortalaması 8.35. Yani açık ara fark var. Neden böyle oluyor? Bir, insülin kullanan hastalarımızı yeterince eğitemiyoruz. Bu hastaları tekrar tekrar eğitmek zorundayız.
Toplum sağlığını tehdit eden obezite sağlık harcamalarını da %22 artırıyor
Çoklu enjeksiyon yapan hastanın bir diyabet hemşiresi veya bir diyabet hekimi tarafından eğitiminin yenilenmesi ve gözden geçirilmesi gerekir. Hatalar ancak böyle azalır ama tabii burada suçlanacak en son kişi hasta. Yani hasta hatalı bir insülin enjeksiyonu yapıyorsa, kabahat bizdedir. Diyabetli hastanın eğitimi, sağlık sisteminin ve bizim görevidir.”
Hastaların teknoloji kullanımına yatkın ve istekli olduğunu gözlemlediklerini aktaran Prof. Dr. Dağdelen, insülin pompa kullanımında düşük düzeylerde kalınmasının maliyetle açıklanabileceğini vurgularken, yüksek şeker oranının ise beslenme ve yaşam tarzıyla ilgili olduğunu kaydetti. Diyabetle yaşam konusunda, sağlık çalışanlarının hastalara vereceği eğitime yönelik bir rehber hazırlandığını ve bunun da Sağlık Bakanlığı tarafından yayımlandığını açıklayan Prof. Dr. Dağdelen, Tip 1 diyabeti olan hastaların tamamının, tanısı olan diyabetlilerin de %40’ının (1.3 milyon kişi) insülin kullandığını belirtti.
Türkiye’nin teknoloji kullanımında gündemde olan konulardan birinin vücuda yerleştirilen sensör (duyarga) aracılığıyla şeker ölçümü olduğunu, bu cihazın SGK’nın geri ödemesine girmesi için çalışma yapıldığını belirten Prof. Dr. Selçuk Dağdelen şunları vurguladı:
“İnsülin tedavisinin başarısı kan şekerinin ne sıklıkla ölçüldüğüyle ilgilidir. İnsülini kullanıyorsunuz ama şekerinizi takip etmiyorsanız, o insülin tedavisi işe yaramaz. Kan şekeri takibi, parmaktan glukometre ile ağrılı acılı günde 4-5 kez parmağın delinmesini gerektiriyor. O sebeple genellikle atlanıyor, pek yapılmıyor.
Özellikle çocuklarda problem oluşturuyor. Yeni teknolojilerimiz var. Hiç ağrısız, acısız, sensör dediğimiz cilt altına yerleştirilen sistemlerle günde 300-500 tane ölçüm yapıp, bunu cep telefonunuza dahi gönderebilir. Büyük bir konfor. Hatta bu yıl Avrupa Diyabet Kongresi’nde, 6 ay cilt altında kalan bir sensörün sonuçları paylaşıldı. Yani 6 ay boyunca ölçüm yapmak mümkün, parmağınızı da delmiyorsunuz. Etkili ve güvenli olduğuna dair sonuçlar paylaşıldı. Türkiye’de de bazı modeller var.
Sensör dediğimiz bu modelleri hastalar parasını kendileri ödeyerek alabiliyor, maddi olarak güçleri yeten hastalar bunlardan faydalanabiliyor. Dernekler olarak Çalışma Bakanlığı, SGK ve Sağlık Bakanlığı’ndan sensörlerin geri ödeme kapsamına alınması yönünde talepte bulunuldu. Bu yıl çok önemli bir eşik aşıldı. Sensör firmalarını SGK’da buluşturduk. El sıkıştılar ve prensipte anlaştılar. Şu anda teknik detaylar çalışılıyor. Çok önemli oranda Tip 1 diyabetli, özellikle de çocuklar artık ağrısız, acısız insülin doz ihtiyaçlarını sensörlerle ölçebilecek, parmaklarını delmeye gerek kalmayacak. Bu tabii bizim hastalarımız açısından çok müjdeli bir haberdi.”
Firmalar ile SGK’nın teknik detaylar üzerinde çalıştığını, 2019 yılı içinde uygulamaya geçilmesini umduklarını dile getiren Prof. Dr. Dağdelen, Türkiye’de şeker oranının yüksek olmasının, şekere bağlı hastalıklardaki sorunları da büyüttüğünü belirterek, şu bilgileri verdi: “SGK’ya ait resmi veriler açıklandı. Geçtiğimiz bir yıl içerisinde Türkiye’de yaralanmalar, kazalar dahil toplam 26 bin ayak ampütasyonu gerçekleşmiş.
İnsülin nedir, ne işe yarar? Yüksekliği, direnci ve tedavisi
Bunun 16 bini diyabete bağlı. Bu inanılmaz bir rakam ve şu çok net vurgulanmalıdır; biz 16 bin vatandaşımızın hiçbirinin ayağının kesilmesine gerek kalmayacak bir tedaviyi sunabiliriz. 16 bin ayak kurtarılabilirdi. Nasıl? Doğru, uygun ve etkin bir diyabet tedavisiyle. Bu yükselen ortalamalar gerçekten endişe verici.”
“Türkiye’de diyabet çok kötü gidiyor” diyen Prof. Dr. Dağdelen şu bilgileri verdi: “Çünkü Türkiye şişmanlıyor. Avrupa’da obezite açısından rekora gidiyoruz. Yani kabaca, genel nüfusta, 4 kişiden 1’inin kilo fazlası var. Endişe verici olan, özellikle gelen nesil yağlanmaya ve kilolanmaya başladı, adolesan obezitesi artıyor. Türkiye’nin beslenme biçimi kötü, karbonhidrat ağırlıklı besleniyoruz. Türkiye’nin protein ihtiyacını karşılayamıyoruz. Sadece kurban bayramından kurban bayramına kurbanlık et ihtiyacımız yok bizim. Yıl boyu, ucuz, sağlıklı protein kaynağı sunulması gerekiyor.
Maalesef deniz ürünleri ile bunu kapatamadık. Geçmişte alternatif protein kaynakları arayışına gitti hükümet, çok isabetli bir stratejiydi. Yani ucuza, başka kaynaklardan protein ihtiyacının sağlanması gibi. Fakat o arada şöyle bir talihsizlik yaşadık ki kuş gribi döneminde itlaflar yaşandı, vatandaş protein kaynağı olabilecek bu ürünlerden uzaklaştı. Tüm dünyada ve Avrupa’da rekor karbonhidrat tüketimimiz var. Akdeniz mutfağı tüketmiyoruz. Türkiye’de kişi başına ekmek tüketimi 199.6 kg ile 2007’de Guinness Rekorlar Kitabına girdik. Bu Avrupa ortalamasının 7 katı, dünya ortalamasının 4 katı. Beslenmemiz kötü, çocuklar hareket etmiyor, beden eğitimi zorunlu ders olmaktan çıktı, şehirleştik, şehirlerde daha çok hareketsiz olduk ve o yüzden Türkiye’de diyabet patladı.”
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?