Mikrobiyotanın (mikroorganizmalar) her zaman insan bedeninde olduğunu ancak yeni tanı yöntemleri ve yaklaşımlardan sonra hem bunu kanıtlar hale gelindiğini hem de öneminin daha iyi anlaşıldığını söyleyen Pediatrik Probiyotik Prebiyotik Mikrobiyota Derneği Başkanı Prof. Dr. Ener Çağrı Dinleyici, şu değerlendirmeyi yaptı: “Bu bakteriler sindirim sistemi ve vücut savunma sisteminin sağlıklı çalışmasını sağlıyor. Bu dost bakterilerin sayı ve çeşitliliğinin herhangi bir nedenle bozulması (disbiyoz) ise birçok hastalık ile yakın ilişkilidir. Klinik çalışmalar şu anda birçok hastalıkla (obezite, ateroskleroz, Tip 2 diyabet, psikiyatrik hastalıklar, bağırsak hastalıkları) disbiyoz arasındaki ilişkiyi gösterdi.
Bilim insanları şimdi bu hastalıklar durumunda mı mikrobiyota bozuluyor, yoksa mikrobiyota bozuk olduğu için mi hastalanıyorsunuz sorusunun yanıtını arıyor. Benzer şekilde başta bağırsak (kolon) kanseri olmak üzere mikrobiyota içeriğinin değiştiği gösterildi. Yeni nesil teknolojiler ile hastalıklarda bağırsak mikrobiyotasının durumunun fotoğrafını çekiyoruz. Çevresel ve endüstriyel faktörlerden uzak yaşayan topluluklarda yapılan çalışmalarda, mikrobiyotalarının daha farklı olduğu görülmüş ayrıca bu topluluklarda bizde bulunan birçok hastalık görülmüyor.”
Mikrobiyota doğum eylemiyle birlikte hayatımıza dahil oluyorlar. Doğum şekline (normal veya sezaryen) göre ilk mikrobiyota gelişiyor. Sonra beslenme ve çevresel faktörlerin etkisiyle şekillenerek kişiye özel bir form alıyor. Prof. Dr. Çağrıcı, “Yaşadığınız coğrafya ve bazı genetik faktörler de belirleyiciler arasında” diyor.
Tüm vücut bölgelerinin kendine ait bir mikrobiyota özelliği var. Mikrobiyota toplumlar, kişiler arasında büyük benzerlikler gösterse de aradaki küçük farklar ‘parmak izi’ gibi. Kişiler arasındaki farklılıkları belirliyor. Sağ ve sol el mikrobiyotası arasındaki benzerlik bile %15 sadece. Prof. Dr. Dinleyici, “Mikrobiyotamızın doğal üyeleri ile dostuz aslında, bu dengeyi bozan faktörler devreye girdiğinde, denge bozulup hastalıklar oluşabiliyor ya da tam tersine bazı hastalıklar mikrobiyotanın kendi dengesini bozuyor. Biraz yumurta tavuk ilişkisi gibi bir durum, zaman içerisinde yeni araştırmalar ile aydınlatılacak” diyor.
Vücuttaki yararlı bakterilerin sayı ve çeşitliliğini artıracak gıdaları tüketmek katkı sağlıyor. Probiyotik gıdaları hastalıkları tedavi etmek amacıyla değil de sağlıklı yaşamın ve beslenmenin bir parçası olarak yaşama dahil etmek en doğrusu. Ekşi maya ile hazırlanmış ekmek, yoğurt, kefir, sirke, turşu zaten mutfak kültürümüzde var olan ve probiyotik açısından zengin gıdalar. Prebiyotikler ise en fazla sebze ve meyvelerde (özellikle soğan, sarımsak, pırasa, kuşkonmaz, enginar, domates, muz, mürdüm eriği) var. Kepek başta olmak üzere taneli tahıllar ve fındık da bu özelliklere sahip.
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?