Metabolik sendromda tanı kriterleri
Metabolik sendromun tanımı konusunda farklı uluslararası örgütlerin farklı ölçütler kullandığını söyleyen Dr. Tütüncüoğlu, şu bilgileri verdi: “Fakat en fazla tercih edilen 2001 yılında ATP III’te yapılan tanımlamadır. Bu tanımlamada abdominal obezite (E≥102 cm, K≥88cm), kan basıncı (≥135/85 mmHg), plazma glukozu (≥ 110 mg/dl), dislipidemi (trigliserid ≥150 mg/dl, HDL E≤40 mg/dl K≤ 50mg/dl) şekline beş parametre alınmıştır ve bu parametrelerden üçünün olması tanı için yeterli görülmüştür. Bunun dışında farklı uzmanlık derneklerinin metabolik sendromla ilgili kriterleri de mevcuttur. Dünya diyabet derneği günümüzde obeziteyi ve insülin direncini ön plana çıkarmaktadır. Öte yandan Amerikan Diyabet Birliği kısa süre önce açlık glukozu için belirlenen sınır değeri 100mg/dl’ye düşürdüğünden plazma glukozu için yeni sınır değer bu olmalıdır. Ayrıca Hiperürisemi ve gut, yüksek C – Reaktif Protein (CRP), Pro-İnflamatuar Sitokinler (İL-6, TNF-α), PAİ-1 artışı, hiperfibrinojemi, Won-Willebrant Faktör Artışı, Faktör VII ve VIII Artışı, yağlı Karaciğer ( Non Alkolik Steotohepatit), Polikistik Over Hastalığı (PKOS), akantozis Nigrikans metabolik sendromun komponentlerindedir.”
Metabolik sendromun bileşenleri ve tanısı ile ilgili bu güne kadar sınırlı sayıda araştırma yapılabildiğini dile getiren Dr. Tütüncüoğlu, “ Copenhag Erkek Araştırmasında KV riskin en fazla olduğu grup yüksek kan basınçlı ve dislipidemisi olan bireyler olduğu bulundu. Progetto Ipertensione Umbria Monitoraggio Ambulatoriale (PIUMA) kohortunda da Metabolik sendromun hem kardiyak hem de serebrovasküler olaylar için bağımsız bir risk faktörü olduğu belirtilmektedir. Türkiye’de Prof. Dr. Onat ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada ise KV riskin dislipidemik olgularda hipertansif olgulardan daha fazla olduğu saptanmıştır. Pressioni Arteriose Monitorate E Loro Assciazioni (PAMELA) araştırmasında en sik görülen Metabolik sendromun bileşeni yüksek normal kan basıncı ve en düşük sıklıkta görülen ise bozulmuş açlık glikozudur. Gene bu çalışmada Metabolik sendromunlu olguların ekokardiyografik olarak belirlenmiş sol ventrikül hipertrofisi, Metabolik sendromunu olmayanlara göre daha sık bulunmuştur” diye konuştu.
Metabolik sendromun ve hipertansiyon ilişkisi önemlidir
Hipertansiyonun genellikle daha büyük bir metabolik anormallikler grubunun bir parçası olduğunu belirten Dr. Tütüncüoğlu, şu bilgileri verdi: “Hipertansiyon aralarında abdominal obezite, dislipidemi, glukoz intoleransi, insülin direnci ve hiperürisemininde bulunduğu daha büyük bir metabolik anormallikler grubunun parçasıdır. Hipertansiyon, metabolik sendomun parametrelerinden biridir. Esansiyal hipertansiyon ve diyabet tanılı bireylerde de metabolik sendrom prevalansı genel populasyona göre daha yüksektir. Hipertansiyonun neden olduğu organ hasarlarını metabolik sendrom arttırmaktadır. Metabolik sendromun iki ana bileşeni olan obezite ve insülin direnci kan basıncı artışı üzerine etkisi sempatik sistem, renin-anjiotensin sisteminin aşırı aktivitesi, böbrekte anormal sodyum tutulumu ve endotel disfonksiyonundandır. Metabolik sendromu olan hastalardaki sol ventrikül hipertrofisi, diyastolik disfonksiyon, erken dönem karotis aterosklerozu, hipertansif retinopati ve mikroalbüminüri prevalansi metabolik sendromu olmayanlara göre artmaktadır.”
Metabolik sendrom tedavisinin hedefi
Metabolik sendrom tedavisinin amacının öncelikli riskleri azaltmak olduğunu söyleyen Dr. Tütüncüoğlu, “Tedavinin amacı sendrom bağlantılı yüksek kardiyovasküler riskler ve renal riskin azaltılması, diyabet gelişiminin azaltılmasıdır. Bu nedenle tüm bileşenler ayrı ayrı tedavi edilmelidir. Tüm tedavi kılavuzları birinci basamak tedavinin yaşam tarzı değişikliği, özellikle de kilo kaybı ve fiziksel aktivitenin arttırılması olduğunu vurgulamaktadır. Sigara mutlaka bıraktırılmalıdır. Bunlara ek olarak ilaç tedavisi başlanır. Metabolik sendromun hangi bileşenleri varsa onlar uygun ilaç tedavisi verilir. Diyabet varsa oral antidiyabetikler, hiperlipidemide lipid düşürücü ilaçlar, hipertansiyonda da antihipertansif tedavi başlanır. Obezite için gerekliyse zayıflama ilaçlarından yararlanılır. Metabolik sendrom olanlarda hipertansiyonun tedavisi için eşik değer diyabet olmadığında 130/85 mmHg, diyabet olduğunda ise 130/80 mmHg olarak alınması, bu değerlerin altına çekmek için ilaç tedavisi başlanması gerekmektedir. ACE inhibitörleri, ARB ve kalsiyum kanal blokerleri kullanım için zorunlu bir endikasyon olmadıkça monoterapide diüretiklere ve ß-blokerlere tercih edilmelidir. Ayrıca her hastada aspirin kullanılması önerilmektedir. Sonuç olarak MS olgularında HT’u tedavi ederken KB hedef değerlerimizin genel hipertansif popülasyonun esik değerlerinden (140/90 mmHg) düşük olduğunu hatırlamak ve bu hedefe ulaşmak için uygun antihipertansif kombinasyonlarını kullanmaktır” şeklinde konuştu.
Hekimlerin dikkat etmesi gereken önemli kriterler
Metabolik sendromun birden çok hastalığı içerdiğini ve bu özelliğinin unutulmaması gerektiğini dile getiren Dr. Tütüncüoğlu, sözlerini şöyle noktaladı: “Metabolik sendromun her parametresi akılda bulundurularak bir parametre saptandığında diğer parametrelerde her hastada araştırılmalı ve saptanan her parametre tedavi edilmelidir. MS tedavisinin amacı ise sendromun bileşenleri ile bağlantılı yüksek KV riskin ve renal riskin azaltılması, diyabet gelişiminin engellenmesidir. Dolayısı ile tüm bileşenler ayrı ayrı tedavi edilmelidir. Tüm tedavi kılavuzları birinci basamak tedavinin yasam tarzı değişikliği, özellikle de kilo kaybı ve fiziksel aktivitenin arttırılması olduğunu vurgulamaktadır. Teorik olarak MS’un önemli mekanizmalarını engelleyen ancak klinik olarak yeterli kanıt olmayan iki ilaç grubu bugün için ön plana çıkmıştır: Insülin duyarlığını arttıran ilaçlar ve endokanabinoid C1 reseptör blokerleri. Insülin duyarlaştırıcılar periferik kullanımını arttırırken; CB1 reseptör blokerleri abdominal obeziteyi azaltır ve adipoz doku maddelerinin içeriğinde değişiklik sağlar. Ancak bu ilaçların hipertansiyon üzerine ek bir katkıları görülmemiştir.”
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?