Salgının başlamasıyla birlikte evde kalabilenler olarak evlerimize kapandık. Haftalardır bir kısmımız oldukça kaygılanıp sıkılırken bir kısmımız da bunu ne zamandır beklediği bir fırsat olarak görüyor. İkisinin kesişiminde olan bir azınlık olsa da sosyal medyaya baktığımızda genellikle bu iki tarafın ağır bastığını ve sonra da bunların üzerine bir tartışma döndüğünü görüyoruz: Kendi karantinamızda olmak gerçekten de kişisel gelişimimiz için bir fırsat mı yoksa benliğimiz için bir kriz mi?
Evlere çekildiğimiz ilk günlerde pek çok öneri paylaşıldı. Okunacak kitaplar, izlenecek filmler, denenecek tarifler ve keşfedilecek yeni hobiler vardı. Bazı insanlar buna hemen uyum sağladılar ve böylece sosyal medya giderek bazı insanların süreci ne kadar “mükemmel” atlattığını gösteren fotoğraflı gönderilerle dolup taştı. Birileri yeni yoga pozisyonları deniyor, birileri haftada beş kitap bitiriyor, birileri de IMDB’nin Top 250 listesini baştan sona izliyordu.
Başka birileri de evde can sıkıntısından patlarken telefona bakıyor, haberlerin verdiği kaygıdan kaçarken kendini sosyal medyanın renkli dünyasında rahatlatmayı umuyor ama gördüğü gönderilerle giderek daha da çok sıkılıyordu. Bu arada pek çok platformda akıl dağıtırcasına paylaşılan önerilerin sayısı giderek artıyor, ne uzmanı olduğu çok da belli olmayan pek çok “uzman” bu karantina sürecinin harikulade bir fırsat olduğundan ve beklediğimiz zamanın geldiğinden bahsediyordu.
Anksiyete nedir? Kaygı neden olur? Belirtileri ve tedavi yöntemleri
Olay giderek, evde sıkıntı ve kaygıyla yaşayan grubun “İnsanlar nasıl bu kadar mutlu? Bu dedikleri şeyleri ben neden yapamıyorum? Bende bir tuhaflık mı var” demesine evrildi. Bir süre sonra bu grup pek çok uzman tarafından desteklense ve yaşadıklarının normal olduğu söylense de hala çok sayıda insan bu huzursuzluğu yaşıyor. Kendisine “Hayır, yaşadıkların normal” dese de mükemmel görünen insanların mükemmel görünen hayatlarından karelerin baskısıyla çökebiliyor.
Normal ve anormal dengesinin sürekli şaştığı bir dönemde bu kavramlara bir kez daha kısaca göz atalım: Yaşadığımız süreç dünyanın milyarlarca yıllık tarihinde ve doğanın kendi dengesinde normal olarak görülebilse de bunu tüm yakıcılığıyla yaşayan insanlar için oldukça anormal. Bu anormal süreçte deneyimlediğimiz yüksek kaygı ve stres, üzüntü, keder, yorgunluk, bıkkınlık, karamsarlıklar da normal bir süreçte üzerine tartışılabilecek şeyler olsa da şu an için oldukça normal.
Zaten bunu pek çok kişi dile getiriyor ve sürekli tekrarlıyor. Peki, üzülmek, sıkılmak, kaygılanmak normal ama odaklanamamak, işleri zamanında bitirememek, yetiştirilmesi gereken ödev veya iş varken ya da ev işlerini halletmemiz gerekiyorken televizyona takılmak, üstüne bir de devamlı tetikte hissetmek normal mi? Çok büyük olasılıkla evet. Eğer bu durum sizi çok rahatsız eden veya size ya da çevrenizdeki birine zarar veren bir hale gelmediyse yaşadıklarınız normal.
Kaygılıyız, üzgünüz, belirsizlikten dolayı bunalıyor, tehdit hissinden dolayı tetikte hissediyoruz. Tüm bunlar olurken her şey yolundaymış gibi önümüzdeki işe odaklanamamak çok normal. Kaygımızın bizi işimizden alıkoyup televizyondaki haberlere yöneltmesi ya da belki yedinci kere izlediğimiz ve tüm repliklerini ezbere bildiğimiz bir diziyi izlemeye, yani bir nevi güvenli bir alana yönlendirmesi oldukça normal. Tüm bunlar “anormal olaylara verilen normal tepkiler”e dahil. Yani birileri gününü çok verimli geçirirken biz hiçbir şey üretemeden günleri geçiriyorsak, bu tuhaf olduğumuz anlamına gelmiyor.
Koronavirüs REHBERİ: Nasıl bulaşır? Belirtileri, korunma yöntemleri ve tedavisi
Bu tartışmadaki bir diğer konu ise kişisel gelişimin ölçütü. Kişisel gelişim dediğimiz kavram son yıllarda renkli kapakları ve motivasyon vermeyi amaçlayan kısa cümleli mottolarıyla şaşaalı kitaplarda somutlandı. Bu kitaplar da süreci bir fırsat olarak görmeyi öğütleyenler gibi kişisel gelişim için bir çerçeve çizmek gibi oldukça iddialı bir işe girişti: Az kalorili yiyecekler tüketin, spor yapın, kitap okuyun, sürekli mutlu olun. Mutlu olmanın bir deneyimden öte bir hedef haline geldiği yıllar içinde kişilerin gelişimi tek tip olabilirmiş gibi bir algı belki istemeden de olsa hepimizin aklına yerleşti.
Halbuki bu popüler kültürden bağımsız olarak kişisel gelişim, herkes için farklı olan hedefler doğrultusunda gerçekleşebilecek bir olgu gibi görünüyor. Biri için yüksek lisans tezini yazmak kişisel olarak gelişmiş hissettirecekken bir başkası için bir arkadaşıyla sohbet etmek, başkası için kurabiye yapmak veya düşünsel faaliyetlere zaman ayırmak gelişmek için bir yol olabilir. Gelişmişliğin ölçütü de dolayısıyla oldukça özneldir ve hatta gelişilen alanlar ile o alanların insanların hayatındaki yeri de herkes için farklıdır.
Belki de en önemlisi, kimse gelişmek zorunda değil. Bu dönemde ruhen “gelişebilmek”, “dönüşebilmek” çeşitli açılardan ayrıcalıklı olan insanların yapabileceği şeyler. Evde otururken ay sonunu nasıl getireceğini düşünen; hayatla ilgili acil, gerçek ve somut dertleri olan insanlar için ruhlarını besleyip dönüşmek fazla iyimser bir dilek gibi. Süreci atlatacak maddi kaynakları olup da sağlığı için endişelenen, yalnız hisseden, sevdiklerinden uzak olan, güvende olduğunu düşünmeyenler için de her şeyi bir yana bırakıp varlığının amacını keşfetmeye odaklanmak da gerçeklikten uzak görünen bir ihtimal.
Dışsal veya içsel kaynaklarının yeterli olmadığı noktada onlar yokmuş gibi davranarak gelişimi hedeflemek zor olduğu gibi, bu kaynaklar olsa bile yaşadığımız şeyin bir kriz olduğu düşünüldüğünde bunun kederini hissetmek, yakıcılığıyla yaşamak ve yavaşlamak da oldukça doğal. Hatırlayalım, anormal bir dönemdeyiz ve yaşantılarımız anormal dönemdeki normal yaşantılar. Kendimize veya bir başkasına zarar vermediği sürece bu süreçte neye gereksinim duyuyorsak onu yapmakta sakınca yok. Dahası, bir şey yapmamak istiyorsak bu da anlaşılacak ve bu süreçte kabul edilebilecek bir şey.
Koronavirüs salgını ve ruh sağlığı: Krizi nasıl yönetmeli? Öneriler ve uyarılar
Özetle, bu kadar belirsizliğin ve hızlı değişimlerin yaşandığı bir süreçte herkes kendi uyum yolunu kendi belirler. Kimi için gelişimi hedefleyip o doğrultuda üretken olmaya çalışmak iyiyken kimine de kaygısıyla sürece uyum sağlamak daha iyi gelir. Üretkenliği seçip bunu yapabilenler varsa ne ala! Bununla birlikte şu an kaygısıyla oturup düşünmekten başka bir şey yapmayanların veya yapamayanların da yaşadıkları çok normal. Ve bazen iddia edildiği gibi bu kişiler “kederden keyif alıyor” veya “kendi işleri zorlaştırıyor” da değiller.
Önümüzde çok ayrımlı bir yol var. Hepsi hemen hemen aynı yere varıyor. Hepsinin kendi avantajı ve dezavantajı var, tıpkı hayattaki diğer tüm seçimler gibi; bir farkla: Bu sefer yolu sadece biz seçmiyoruz. Heybemizde bugüne kadar taşıdıklarımız bizi bir yola yönlendiriyor. Birinin diğerinden iyi ya da kötü olduğunu söylemek için çok erken. Ve yolların tekrar birleştiği, bu belirsiz sürecin biraz belirginleşip normal hayata döndüğümüz noktada; öğrenilen diller veya okunmuş kitaplarla birlikte yoğun yaşanan duyguların getirdiği farkındalıklar, kavrayışlar, belki acılar da heybede değerli olacak.
Sağlıkla…
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?