Son yıllarda kök hücre ve CRISPR-Cas9 gibi bilimde adından sıkca bahsettiren teknikler ile tedavisi mümkün olmayan birçok hastalığa çare aranıyor. Aşağıda son yıllarda bu tekniklerle sürdürülen araştırmalardan bazı örnekler bulunmaktadır. Araştırmalara geçmeden önce konunun dışında olan okuyucuların konuyu daha iyi anlayabilmeleri için Kök hücre ve CRISPR-Cas9 teknolojisi konusunda biraz ön bilgi vermek gerekiyor.
Körlük ve kök hücre tedavisi: Yeni geliştirilen yöntem körlüğe çare olabilir
Henüz bölünerek farklılaşmaya başlamamış yani özelleşmemiş ama özelleşmiş her hücreye dönüştürülme potansiyeline sahip hücrelerdir. Yani ciltten alınan bir kök hücreyi laboratuvar ortamından gözdeki retina hücresine veya pankreasda insülin hücrelerine ya da midede sindirim hücresine dönüştürmek mümkün.
CRISPR-Cas9, herhangi genin herhangi bir kısımının kesilip çıkarılması veya çıkarılan kısma başka bir parçanın konmasını sağlayan teknolojidir. Bu teknoloji ile genetik bir hastalığa sebep olan bir mutasyonun değiştirilip genin sağlıklı çalıştırılması mümkün.
Açıklama: Gerek Kök hücre, gerekse CRISPR-Cas9 teknolojisi genetikte oldukça yeni sayılabilecek teknikler olmasına rağmen birçok genetik laboratuvarında, birçok hastalığın tedaviye dönük araştırmasında, hatta bazen direkt tedavide rutin olarak kullanılıyor. Hemen belirtmekte fayda var, bu iki teknik oldukça yeni ve uygulamalarda ara sıra aksamalar oluyor. Ama ilerleyen zamanda bu tekniklerin kusursuz çalışmasının sağlanacağına inanıyorum. Bu kısa açıklamadan sonra yapılan araştırmalara geçebiliriz.
Hemen belirtelim geliştirilen bu damla geriye dönük bir iyileştirme sağlamıyor aksine mevcut cerrahi tedaviye iyi bir alternatif ve büyük bir kolaylık sağlıyor. Yaşa bağlı makula dejenerasyonu (yani sarı nokta hastalığı) en sık rastlanan körlük nedenlerinden biridir. Yaş ve kuru olmak üzere iki tipe ayrılır.
Yaş tip makula dejenerasyonu: Gözün arka tarafında ışığa duyarlı retina tabakasının altındaki kan damarlarının anormal çoğalması ve gelişmesiyle meydana gelir. VEGF proteinin aşırı salgılanması ile oluşan bu istenmeyen damarlar, retina tabakasının altında ödem ve kanamalara neden olur. Yeni damarların oluşumunu durdurmak için ya VEGF proteinini bloke etmek ya da aktivitesini durduracak Anti-VEGF ilaçlara gerek vardır. Bu konuda piyasada çeşitli Anti-VEGF ilaçlar bulunmaktadır ve bu ilaçlar göze iğne batırılarak yani enjeksiyon yoluyla hastaya veriliyor. Bu operasyonel yöntem her ne kadar ağrısız ve sızısız olsa da hastanın enjeksiyon sonrası enfeksiyon kapması, retina dekolmanı ve katarakt oluşumu gibi yan etkileri olabilmektedir. Anti-VEGF ilaçların en büyük dezavantajı göz içine belirli aralıklara düzenli olarak enjeksiyon yapmak zorunda olunması. Bu durum hem hasta hem de doktor için sıkıntılı ve stresli bir durum.
Anti-VEGF damla: Birmingham Üniversitesi araştırmacıları enjeksiyonun yerini alacak bir damla geliştirdiler. Geliştirilen bu damla birkaç dakika içerisinde hücre zarından geçerek hücreye nüfuz etme özelliğine sahip bir peptitten oluşuyor (CPP:cell-penetrating peptide). İlaç göze damlatıldıktan hemen sonra dakikalar içerisinde retina üzerindeki sarı noktaya yani keskin görüşten sorumlu bölgeye ulaşıyor.
Retina körlüğüne çare olabilecek yeni bir kimyasal madde bulundu
Geliştirilen bu göz damlasının hastanın bizzat kendisi tarafından uygulanabilecek olması yaş tip makula dejenerasyonu tedavisinde büyük kolaylık sağlayacak.(1)
Başka bir damla daha var: Trinity College Dublin tarasafından yapılan ve 2 Nisan 2014 tarihinde Science Translational Medicine dergisinde yayınlanan bir başka makalede Anti-VEGF ilaçlara alternatif ve yan etkisi hiç olmayan bir damlanın geliştirildiği belirtiliyor.(2)
Retina distrofileri, görme işlevinin kronik ve ilerleyici bozukluklarından biridir. (Distrofi: Tıpta doku anomalileri olarak nitelendirilir). Çeşitli sebeplerden kaynaklanabileceği gibi genetik sebeplerden de kaynaklanabilir. Genetik kaynaklı Retina distrofilerinin toplumda görülme sıklığı 4000 de 1 gibi oldukça seyrek sayılabilecek bir oranda bulunduğu ve sebebin yaklaşık 180 gende meydana gelen mutasyondan kaynaklandığı düşünülüyor.
Genetik kaynaklı Retina distrofilerinin mekanızmasının nasıl işlediği, hastalığın ortaya çıkmasında hangi proteinlerin rol oynadığı, bu proteinler ile görme sinirleri arasında nasıl bir olumsuz etkileşim olduğu şimdiye kadar bilinmiyordu. Ama şimdi biliniyor.
Florida campus of The Scripps Research Institute (TSRI) tarafından yapılan ve 22 mart 2017 tarihinde Neuron dergisinde yayınlanan bir araştırmada Retina distrofisine sebep olan α2δ4 adında bir proteinin kilit rol oynadığı ve bu protein eksikliğinin Retina distrofisine sebep oluduğu bulundu.
α2δ4 önemi nedir?: α2δ4 proteininin neden önemli olduğu konusunu geçmeden önce konunun daha iyi anlaşılması için retinanın yapısı ve üzerinde bulunan sinir hücfreleri / fotoresöptörler hakkında çok kısa bilgi vermek uygun olacak.
Retina ya da ağ tabaka, gözün iç kısmını çevreleyen ince, yarı saydam bir tabakadır. Retinanın arka kısmında ise keskin görmeyi sağlayan ışığa ve renge duyarlı çeşitli fotoreseptörlerin yoğun olarak bulunduğu sarı nokta yer alır. Sarı noktaya gelen ışık, renk veya herhangi bir görüntü bir takım biyokimyasal reaksiyonlardan geçtikten sonra elektrik sinyallerine dönüştürülerek beyne ulaşır. Bu bilgi iletimini gözün içinden beyne doğru fotoreseptör hücreleri sağlar ve hücreler sırasıyla Ganglion, Bipolar, Koni ve Çubuk hücreleridir.
Şimdi gelelim yeni keşfedilen α2δ4 proteininin fonsiyonuna: Ganglion hücreleri ile Bipolar hücrelerinin bağlantı noktalarında, yani sinapslarda ELFN1 adında bir protein görev yapar ve protein bipolar hücrelerindeki kalsiyum kanallarını açarak Glutamat denen bir amino asit esterinin salınımına sebep olur. Glutamat ise ganglion hücreleri ile biopolar hücrelerin birbirine yapıştırarak gelen sinyallerin özelleşmiş koni ve çubuk hücrelere vasıtası ile beyne ulaşmasını sağlar ve görme işlemi tamamlanır. Retina distrofi körlüğü denen şey işte bu yapışmanın geçekleşememesi durumunda ortaya çıkan bir hastalıktır.
Şimdiye kadar ELFN1 proteinin Ganglion hücreleri ve Bipolar hücrelerinin birbirine yapışmasında rol oynadığı bilinmesine rağmen, Retina distrofi körlüğünde bu proteinin niye bu görevi yerine getiremediği, niye yapışmanın sağlanamadığı bilinmiyordu.
Yapışmayı α2δ4 sağlıyor: Florida campus of The Scripps Research Institute (TSRI) tarafından yapılan araştırmada, α2δ4 adında bir başka proteinin ELFN1proteinini aktive ederek kalsiyum kanallarınının açılmasına olanak sağladığı ve buna bağlı olara Glutamat geçişine izin verdiği bulundu.
Deneyin nasıl yapıldığı hakkında kısa bilgi: Sıkıcı ayrıntılara girmeden, deneyin nasıl yapıldığına da çok yüzeysel olarak değinelim: Farelerde α2δ4 proteinini sentezleyen genin devre dışı bırakılmasıyla birlikte ve farelerde Retina distrofi körlüğünün başladığı, genin tekrar aktif hale getirilmesi ile kalsiyum kanallarının tekrar açılarak farelerin tekrar gördüğü tespit edildi.
Yeni çalışmalar yolda: Gerek yaşa bağlı gerekse genetik olarak ortaya çıkan Retina distrofi körlüğünde fotoreseptörler ölüyor. Normalde ölen fotoreseptörlerin yerine yenisi gelmiyor ve şu an uygulanan tedavi yöntemleri ise var olan ölmemiş reseptörlerin korunmasına yönelikti. Her ne kadar kök hücre teknolojisi yeni olsada bu konuda yapılan araştırmalar umutları güçlendiriyor. Ölen fotoreseptörlerin yerine kök hücre transferi ile yenisini koymak ve yeni fotoreseptörlerin α2δ4 proteini ile koruyarak kalıcı ve sağlıklı bir göze sahip olmak yakın bir gelecekte mümkün görünüyor.(3)
Yaşa bağlı makula dejenerasyonu sebeplerinde biri de genetik kaynaklıdır ve rahatsızlığa VEGFR2 Geninde meydana gelen bir mutasyon sebep olmaktadır. Yukarıda da bahsedildiği gibi bu mutasyon gereğinden fazla VEGF proteini üretilmesine aracılık ederek retina tabakasının altındaki damarların anormal çoğalmasına sebep oluyor.
Başarılı bir çalışma: CRISPR-Cas9 teknoloji ile VEGFR2 genindeki mutasyonlu kısımı alınarak yerine başarılı bir şekilde genin mutasyonsuz yani sağlıklı formu injete edilildi. Transfer sonrası retina tabakasının altında kan damarlarının anormal çoğalması durdurularak makula dejenerasyonun önüne geçildi.(4)
İnfo: CRISPR-Cas9 teknoloji de kök hücre teknoloji gibi yeni bir tedavi yöntemi olup kalıtsal hastalıkların tedavisinde büyük umud vaad ediyor. CRISPR-Cas9 tekniğinin prensibi, genomun istenilen bir kısımına ekleme-çıkarma ya da değişiklik yapmaya dayanıyor. Buna göre hastalığa sebep olan genin mutasyonlu kısmı CRISPR-Cas9 teknoloji ile kesilerek yerine sağlıklı parçasının eklenmesi ve hastalığa sebep olan mutasyonun ortadan kaldırılması mümkün.
Oldukça erken sayılabilecek bir yaşta başlayan ve X-linked retinoschisis (XLRS) olarak da isimlendirilen ve Makula dejenerasyonuna sebep olan bu körlük tipi toplumda yaklaşık her 5,000 erkekte bir görülüyor. Hastalığın şimdilik geriye dönük tedavisi yok ama Manchester Üniversitesinin yapmış olduğu araştırmada ortaya çıkartılan iki mutasyon gelecekte X-linked retinoschisis hastalarına yeni tedavi yolunu açacak gibi görünüyor.
Tehlike iki mutasyon: Yapılan araştırmada RS1 Geninde bulunan iki mutasyonun hatalı XLRS1 proteini kodlayarak retinada yavaş yavaş ilerleyen kademeli tahribata, yani X-linked retinoschisis sebep olduğu bulundu.
Süreç nasıl işliyor ? : Sağlıklı bireylerde XLRS1 proteini retinanın hücresel organizasyonunda çok önemli bir rol oynuyor. Bu protein, birbirinin aynı sekiz proteinden oluşan sekizgen bir yapı oluşturarak (Homo-oligomerik-protein) retinada fotoreseptör ve bipolar hücrelerinin oluşmasına öncülük ediyor.
RS1 Geninde meydana gelen bu iki mutasyon XLRS1 Proteinin sekizgen yapısını değiştirerek retina hücrelerinde tahribatına sebep oluyor ve bu tahribat oldukca erken sayılabilecek yaşlarda hastanın görme yetişini kaybetmesine sebep oluyor. Başka bir ifade ile sağlıklı gen retinayı korurken, mutasyonlu gen retinayı tahrip ederek körlüğe sebep oluyor. Sonuç olarak söylemek gerekirse bu iki mutasyonun keşfi, kök hücre ve CRISPR-Cas9 teknolojisi kullanılarak tahrip olan retina tabakası ve ölen sinir hücrelerinin tedavisine yeni ufuklar açacak(6).
Halk arasında Gece körlüğü veya Tavuk karası olarak da bilinen Retinitis Pigmentosa, fotoreseptör hücrelerinin tahribatı ile başlayan ve ilerleyen safhada ciddi görme kaybıyla sonuçlanan genetik bir hastalıktır.
Hastalık, 3459 Nükleotit uzunluğundaki RPGR adındaki genin 3070. pozisyonda meydana gelen mutasyonun protein sentezini durdurmasından kaynaklanıyor. Bu pozisyonda Guanin(G) yerine gelen Timin(T) protein sentezine DUR komutu veren kodu oluşturur. Yani gen sentezlemesi gereken 1152 amino asit uzunluğundaki protein yerine 1024 amino asit uzunluğunda kısa bir protein sentezliyor. Başka bir ifade ile gendeki mutasyon eksik protein sentezlenmesine, bu da Gece körlüğüne sebep oluyor.
Gece körlüğünde tedavi: Columbia University Medical Center (CUMC) ile Lowa Üniversitesi’nin ortaklaşa yaptığı çalışmada RPGR Gene’nin hatalı protein sentezleyen kısmı CRISPR-Cas9 teknoloji kullanılarak düzeltildi ve Gece körlüğü tedavi edildi.
Gece körlüğü tedavisinde kullanılan CRISPR-Cas9 tekniği kısaca şu aşamalardan geçerek hastaya uygulandı.
Renk körlüğü, gözün retina tabakasında yer alan Koni hücrelerinin genellikle genetik sebeplerden dolayı renkleri algılayamaması sonucu ortaya çıkan ve tedavisi şimdilik mümkün olmayan bir hastalıktır.
İyon kanallarındaki arıza: Hastalığa çoğunlukla CNGA3 veya CNGB3 genlerindeki mutasyonlar yol açıyor ve bu mutasyonlar Koni hücrelerinde bulunan iyon kanallarında bir takım hasarlara yol açarak hücrlerinin renkleri algılayamamasına sebep oluyor.
Tübingen Üniversitesi ve Ludwig-Maximilians-Münih Üniversitesi’nin ortaklaşa yaptığı araştırmada renk körü farelerin iyon kanalları, genetiği değiştirilmiş virüslerin yardımı ile tekrar fonksiyonel hale getirilerek farelerin renkli görmesi sağlandı.
Farelerde başarılı olan bu metodun insanlarda başarılı olup olmayacağını söylemek erken olsa da bu çalışma renk körü hastalar için bir umut olabilir (7).
Benzer konuda hazırlanmış diğer yazılar
Mehmet Saltuerk
++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++
Kaynaklar
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?