Kansere yakalanmadan önce hastaya ‘Kötü haber’ verme konusunda da çalışmaları olan Prof. Dr. Yarış, bunun önemini en çok kendisi kanser haberini aldığında anladığını söylüyor. Kanserle mücadelenin bir süreç olduğunu ve kanser hastasının bir nesne değil hayatını sürdüren bir insan olduğunu belirten Prof. Dr. Yarış, tedavi sürecinde kendisini en çok yıpratan konulardan birisinin hastaların kişi olarak değil nesne olarak algılanması ve hiçleştirilmesi olduğunu dile getiriyor.
Prof. Dr. Yarış: Hekim olduğum için avantajlı mıydım? Belki de değildim. Aslında sıradan bir insan, sıradan bir hastaydım ben de. Kötü haberin iyi bir şekilde verilmesi herkes için ne kadar haksa, benim için de o kadar haktı. Ama ulttasonun probu daha üzerimdeyken ‘A evet, Füsun hanım bu çok kötü bir şey, kocaman iki tane kitlen var. Üstelik asit de var, bu belki de evre 4, öbür organlara da bakmak lazım’ denildi. Muayeneyi yapan hekim yanındaki asistana ‘Gel, bak.
Çok nadir görürsün böyle bir görüntüyü’ diyecek kadar mesleğinin gereklerini unutmuş ve karşısındaki hastayı hiçleştirmişti. O andan 10 dakika önce Füsun abla’ydım, Füsun hocaydım, Füsün’dum. Ama o dakikada artık, evre 3C, belki evre 4 isimli bir varlığa dönüştürüldüm. O anda bütün hayatın değişiyor. Ve bu durumu karşındaki hekimin anlamasını bekliyorsun. Bir hasta olarak o anı daha insani koşullarda yaşamak ve o ağır haberi daha doğru şekilde öğrenme hakkım yok edildi.
Prof. Dr. Yarış: Kesinlikle. Bana ilk noktada o kadar ciddi bir umutsuzluk aşılandı ki, ben hiçbir şeye karar veremedim. Sadece ölmek için uygun bir yer aradım kendime. Ölmem için de ellerinden geleni yaptılar zaten, bana ilk tanıyı koyan insanlar. Çok etkilendim, o gece evde yalnız olsaydım büyük ihtimalle intihar ederdim. Yalnız olmadığım için beceremedim. Bir de akşam saat beşti ve evre 3C’miyim 4’müyüm bilmiyordum.
Tetkik yaptırıp öğrenebilmek için başka bir yerde radyolojiye gittim. O ilk anlar benim için hayati öneme sahipti. Bu etik bir tartışma konusu aslında. Evet, ertesi gün de yapılabilirdi o BT, fakat ben o geceyi nasıl geçireceğim? Ne kadar yaşayacağımı o gece yaptıracağım bir tomografi belirleyecek. Sonunda çok zorlayarak ve imkanım olduğu için yaptırabildim. En azından büyük ihtimalle 3C evresinde olduğunu o gece öğrendim.
Bu küçük bilgi bile bir kanser hastası için o kadar önemlidir ki. Bunu karşımdakilerin anlamasını bekledim. Aslında hayatı rakamlarla ifade etmek çok yanlış ama bunu onkoloğuma da soruyorum. ‘Kaç yıldır takip ettiğiniz over kanseri hastalarınız var, en fazla kaç yıl yaşayabiliyorlar?’ Tabii doktorum anlıyor benim ne istediğimi. ‘Benden ipucu almaya çalışıyorsun’ diyor. ‘Evet’ diyorum. ‘21 yıldır takip ettiğim senin durumunda olan hastam var’ diyor. Böyle bir bilgi hastayı inanılmaz rahatlatıyor ve kanser hastaları için önemli anlamlar taşıyor.
Prof. Dr. Yarış: Biz kötü haber verme eğitimini fakültemizde 2006’dan beri uyguluyorduk. Hatta çok büyük tesadüf, 2009’da ‘kötü haber verme’ eğitiminden çıktığımda, yani o günün sonunda aldım kendi ‘kötü haber’imi, hem de çok kötü bir şekilde. Hastaya ‘kötü haber’in doğru şekilde verilmesi çok önemlidir ve pek çok şeyi değiştirebilir. Tedavi uyumunda fark yaratır, başarıyı arttırır, hastanın tedaviyi sahiplenmesini ve vazgeçmemesini sağlar. Yani aslında her şeyi değiştirir. Bazen bir insanın birkaç ay daha fazla yaşaması, yakınları için çok önemlidir. Belki o ‘kötü haberi’ iyi bir şekilde alan kişi daha iyi destekle, daha iyi bir tedavi uyumuyla daha uzun yaşayabilir.
Yaşayabileceğine inanır, tabii hastayı gereksiz beklentilere de sokmamak gerekir. ‘Kötü haber’de durumu ağır olan bir hastaya ‘iyileşeceksin’ dememek de lazım. Yani bu doğru şekilde yapılması gereken bir şey ve mucize beklentisi de yaratmamalı, gerçeği de söylemeli, fakat bu işin halledilebilir bir şey olabileceğini de kötü haber verirken mutlaka vurgulamak gerekiyor. ‘Becerebiliriz, halledebiliriz, elimizden gelen her şeyi yaparız, bunun örnekleri var’ denmesi gerekiyor. Şu kadar yıl yaşarsın, hastaların yüzde bilmem kaçı şu kadar yıl yaşıyor demek ise çok yanlış. Çünkü her hasta ayrı bir vakadır, fizyolojin farklı, her şeyi farklıdır bir diğer hastadan.
Prof. Dr. Yarış: Aslında bu daha çok empati eksikliğinden ya da mesleki körlükten kaynaklanıyor. Hastayı bir nesne olarak görme alışkanlığı var. İnsan gibi değil de over C’li bir varlık olarak görme alışkanlığı. Onu sadece bir over C hastası gibi gördüğünüzde böyle bir durum oluşuyor. Bu empati eksikliği maalesef özellikle cerrahlarda çok fazla. Medikal onkologlar bu açıdan çok daha iyi bir yerde ve daha insani davranıyorlar. Bence dahiliyecilerin iyileri, daha insani olanları medikal onkolog oluyor.
Ben bunu gerçekten gözlemledim. Ama bunu sadece iyilik kötülük meselesi olarak algılamamak gerekiyor. Bu daha çok eğitim eksikliği ile ilgili. ‘Kötü haber verme’ eğitimini verdiğinizde pek çok şey değişiyor.
Bir de akademisyen olarak yıllardır kanserli hastaların bakımı konusunda, çalışma yürüttüğüm için konunun önemini biliyordum. Hatta hastalığım esnasında bir kitap bölümü yazdım; “New Challenges in Canser Pations Communication” diye. Yıllardır kafa yoruyordum bu işe. Hastalığımla birlikte yapılması gerekenlerin Türkiye’de pek uygulanmadığını gördüm ve bu tür destek uygulamaların hastaya çok büyük katkıları olduğuna tanık oldum.
Örneğin Ankara’daki doktorum beni ameliyat etmeden önce, bana olabilecekler hakkında o kadar ayrıntılı bilgi verdi ki, ben başıma gelebilecek her türlü kötü şeyin farkındaydım. Çok ağır bir ameliyattı, masada da kalabilirdim. Bir pulmoner emboli olabilir, sonrasında yara iyileşmesi çok uzayacak, kemoterapi süreçleri çok ağır olacak, ama bunların hepsini bana anlatan cerrahım ve onkologum sayesinde kendimi hazırladım. Bunun çok faydasını gördüm. Doktorum ‘Bunların hepsi yaşanacak ve geçecek. Geçmesi için elimizden geleni yapacağız.
Geçmeyebilir, ama büyük ihtimalle geçecek, biz uğraşacağız, sen de uğraşacaksın’. Bunu diyen cerrah da var. O zaman aradaki farkın önemini daha iyi anlıyorsunuz. Mesela ilk ameliyatımı yapan cerrah tek bir lenf almamış karnımdan. Bir kanser ameliyatında lenf bezi alınmaz mı? Nasıl olsa ölecek diye almamış. Ama 7 ay sonra başka bir cerrah 50 tane lenf bezi alıyor karnımdan.
Prof. Dr. Yarış: Evet. Karnımda 12 kiloya kadar çıkan asitle 8 gün bekletildim. Neden? Çünkü hoca kongrede. 8 boyunca sürekli laksatifler veriliyor, filmler çekiliyor. Ama hiçbir şeye gerek yok ki. Açılıp bakılacak sadece. Manasız bir şekilde bekletildim. Hareketsiz bir hastayım ve çok tehlikeli bir şekilde kan sulandırıcı ilaç verilmiyor. Penisilin ve sefalosporin anaflaksim var. Her gün günde iki kere vizit yapılıyor ama bana kimse soru sormuyor. ‘Nasılsın, ağrın var mı, bir şeye alerjin var mı’ denmiyor.
Ben de iletişim kurmaya çalışıyorum, ağzımı açtığım anda susturuluyorum. En iyisi bunu bir kağıda yazayım, başucuma asayım dedim. Kırmızı yazıyla, yıldızlar falan koyarak ‘penisilin ve sefalosporin anaflaksim var’ diye yazarak başucuma astım. Ama yine de sefalosporin verildiğini son anda fark edip engelledim. Eğer verilseydi ölecektim. Kayıtlara da kanserden öldü diye geçecekti. Daha kanserimle mücadeleye başlamadan saçma sapan bir antibiyotik anaflaksisinden ölecektim. Ama kimse o yazıyı okumadı.
Şöyle bakıyorlar; o yatakta yatan varlığın bir an önce halledilip savuşturulması lazım, muayenesi önemli değil. Karnıma kimse dokunmuyor. Komik bir anekdot daha anlatayım, karnımda asit nedeniyle beni hamile sanan bir asistan benim için obstetrik USG istemiş ve bunun için randevu almıştı. Bir hafta bu istem kağıdı asılı kaldı yanımda, ben uyarıp durumun komikliğini bildirince kaldırdılar.
Prof. Dr. Yarış: Sanal vizitler yapılıyor artık. Orada ben yokmuşum gibi davranılarak, ‘biyokimyası iyi, operasyon bekleniyor, bugün toraks BT için ışığa girecek’ şeklinde konuşuluyor ve gidiliyor. Ama o vizit mutlaka her gün yapılıyor sabah-akşam. Bu çok aşağılayıcı bir şey, kişiliğini dümdüz ediyor. Hiçlik yaratıyor. Seni kaale alan, adam yerine koyan yok, nasılsın diyen, elini tutan yok.
Prof. Dr. Yarış: Bununla ilgili tonlarca araştırma var. Hastayla iyi iletişim hastaya şirin görünmek için yapılmaz. Biz hasta bizi sevsin diye değil, işimizi iyi yapabilmek için iyi davranmak durumundayız. Hastayla iyi iletişim kurarsanız, daha iyi öykü alabilirsiniz, hastayla ilgili daha çok bilgi edinebilirsiniz, hasta verdiğiniz tedaviye daha iyi uyum gösterir ve verdiğimiz ilaçları size güvendiği için kullanır. Kapıdan çıkarken reçetemizi çöpe atmaz ve dolayısıyla sonuç değişir, hastanın sorununa çözüm bulunur. Biz de işimizi yapmış oluruz.
Bu profesyonel bir iş. Onunla konuşmalıyız ki bilgi almalıyız. Soru sormalıyız ki alerjisi var mı öğrenebilelim. Çünkü hastaya sormazsanız öğrenemezsiniz ve basit bir alerji yüzünden hastanızı kaybedebilirsiniz. Her şeyi test yaptırarak öğrenemezsiniz. Araştırmalara göre tanının %80’i sadece öyküyle konuyor. Bu bütün dünyada böyle ve biz o %80’lik kısmı tamamlayabilmek için iyi iletişim kurmak zorundayız. Benimde hekimlerimden talebim sadece buydu. Benimle iletişim kursunlar, bana derdin ne diye sorsunlar, ben de ağrım var diyeyim, bana ağrı kesici yapsınlar.
Prof. Dr. Yarış: Ben de bunu anlamakta zorlanıyorum. Bazı cerrahların bakış açısı böyle. Ya önemsemiyor, ya da empati eksikliği var. Kanser hastası olduğunuz için ağrı çekmeniz normal kabul ediliyor. Neden böyle olsun ki? Ver ilacı, hastanın ağrısını kes. Kanser hastasıyım diye illa acı çekmem mi gerekiyor. Oysa ağrı tedavisi her şeyi değiştiriyor. İnsan o ağrıyla imkan bulsa kendini yüksek bir yerden atar. Ben o ağrıyla yattığım serviste camdan bakıyorum, aşağıda bir teras var. Terasa atlarsam ölmeyeceğimi düşündüğüm için atlamadım. Ama o teras olmasaydı yada daha yüksek bir katta olsaydım, o ağrıyla gerçekten atlardım. Belki ölmem diye vazgeçtim.
Ben daha sonra ağrı sorunuma, kendi imkanlarımla algoloji uzmanı olan arkadaşlarımın yardımıyla çözüm buldum. Ondan sonra her şey değişti. İmmunitem arttı, iştahım arttı. Kanserde bir şey yiyebilmek çok önemlidir. Kendimi yeniden insan gibi hissetmeye başladım. Ağrı tedavisi aslında çok basit ama nedense önemsenmiyor.
Doktorlarda saçma bir bağımlılık korkusu var. ‘Hastaya morfin verirsek bağımlı olur’ diye düşünüyorlar. Öncelikle bu farmakolojik olarak mümküm değil. Eğer morfin ağrı için veriliyorsa, bağımlılık yapmaz. Nitekim ben de bağımlı olmadım. Bir de bırak kanser hastası bağımlı olacaksa olsun, adam ölecek zaten.
Prof. Dr. Yarış: Psiko-onkoloji çok önemli bir alan. Türkiye’de çok az kişi bu işle uğraşıyor. Kanser hastasına psikiyatrik destek pek çok şeyi değiştiriyor. Mesela antidepresanlar gerçekten çok faydalı oluyor. Kötü ve ağrılı dönemlerde antidepresan tedavisi hastalara önemli katkılar sunuyor.
Prof. Dr. Yarış: Antidepresan kullandım ama sistem önermedi. Sistem içerisinde böyle rutin bir uygulama yok. Ben bir hekim olarak katkısının olacağına inandığım için kullandım. Antidepresan tedavisi depresyondaki her hastada neyi değiştiriyorsa bende de onu değiştirdi. Yaşama bakış açım düzeldi, yaşama ilgim arttı, mücadele etmeye başladım ve daha az üzülür oldum. Antidepresanla yaşam kalitesini yükseltiyorsunuz. Ağrı tedavisi de, antidepresan tedavisi de nedense rutin uygulamada pek akla gelmiyor. Bu çok yaygın yapılan bir hata.
Prof. Dr. Yarış: Aile hekimlerinin de bu konuda eğitim almaları hakikaten gerekli. Bu işin baş edilebilir, mücadele edilebilir bir iş olduğunu önce hekimler anlamalı. Hastanın sorumluluğunu bir uzmanın yada aile hekiminin alması şart.
Hasta olarak benim o kadar ciddi bir ihtiyacım ki bu. Çok şükür çevremde çok sayıda aile hekimi vardı, o açıdan çok şanslıyım. İlk başlarda ‘nasıl olsa öleceğim, bari istediğim yerde öleyim’ diye düşündüğüm için, sorumluluğu kimseye bırakmadım. Ama sonra sorumluluğu bıraktığımda çok rahatladım. Ben artık ‘şu ilaç alerji yapacak mı?’ diye düşünmek zorunda kalmadım.
Prof. Dr. Yarış: Mesela anaflaksi geçirdim. Pulmoner emboli geçirdim. Pulmoner embolide hastaların % 50’si ölür. Neden anaflaksi geçirdim? Kemoterapi premedikasyon yapılmadan verildi. Ölmememin nedeni başımda iki tane aile hekiminin olmasıydı. Yüksek ölüm ihtimali olan anaflaksi ve pulmoner emboliden kurtuldum. Mesela Febril nötropeniden de çok sayıda kanser hastaları ölür. Çünkü enfeksiyonla mücadele edecek direnciniz kalmaz. Kemoterapi esnasında febril nötropeni oldum ama iyi bir bakımla kurtuldum.
Prof. Dr. Yarış: Hem de çok. Ciddi faydalar sağlıyor. Şu an over ve meme kanserli hastalara danışmanlık yapıyorum. Hekimlerin yönlendirdiği, o kadar çok hastam var ki. Mutlaka buluyorlar beni, çok şey değişiyor, yaşama sebepleri artıyor. Kanser hastanın vazgeçmemesi için önce hekimin ve ailenin hastadan vazgeçmemesi gerekir. ‘Kanserle mücadele edilebilir, başarılabilir’ denenmesi lazım. Bu noktada hekimlere çok iş düşüyor; hekim hastadan vazgeçmemeli. Hastayı bırakırsan hasta gider.
Ama sen asılırsan hasta da asılır. Mesela sahibi olmayan hastalar daha kısa sürede ölüyor. Aile ve doktor hastadan vazgeçerse, hasta zaten vazgeçmeye hazırdır. Ben seviliyormuşum, benden kimse vazgeçmedi. Ben de insanları üzmemek için vazgeçmedim. İlk başlarda intihar edersem beni sevenler üzülür diye vazgeçmedim. Benim için üzülecek kişiler olduğunu bildiğim için vazgeçmedim.
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?
Keşke hep çocuk kalabilseydik,.nurlar içinde yat.
Degerli arkadaşım,mekanın cennet olsun. Sen bu yaşadıklarınla sadece kanserle savaşmamış,duyarsız meslektaşlarımızla da mucadele vermişsin.Arkadaşlar bizim işimiz insanla…Lütfen hastalarımızı dinleyelim.Onlara önemli ,bizim için özel olduklarını hissettirelim.
2014 Ocak ayında teşhisi konmuş 4. evrede bir kanser hastasıyım.Füsun Hocanın yazısını okuyunca yaşadıklarımı bir kere daha yaşadım.Kendini aynı fakültede tedavi görmeme rağmen tanıma şansım olmadı ama hep örneğimdi sosyal yaşamdan kopmamam için gösterilen.Yazısını okuyunca çok şanslı olduğumu düşündüm.Dostlarım benden önce almıştı haberi ve çok sevdiğim Genel Cerrah Koray Topgü’lden… Devamını oku »
ÇOK ÜZÜLDÜM. HOCAYI KONGRELERDEN TANIYORDUM. SABAH FACEBOOKTA ÖLÜMÜNÜ ÖĞRENDİM. YAŞADIKLARI GERÇEKTEN DÜŞÜNÜLMELİ. İRONİ. MEKANI CENNET OLSUN.
Allah rahmet eylesin,mekanı cennet olsun.
Umarım tüm hekim camiamız yayınlamış olduğunuz bu röportajı okur
ve kendini bu çok önemli konuda sorgular ..
Füsun Hocamızı kaybettik ..