Türkiye’nin En büyük ilaç şirketi olarak bilinen Abdi İbrahim’in patronu Nezih Barut’un dün (13.11.2013) Milliyet gazetesinde yayımlanan açıklamaları, yeni ve önemli bir hukuk tartışmasını da beraberinde getirecek gibi görünüyor.
Barut, özetle, bazı firmaların ‘düşük kalite hammadde’ kullandığını ve bunun da Türkiye’de ‘ilaç kalitesini düşürdüğünü’ ve ‘problemli ilaç’ sayısını artırdığını ifade ediyor.
Nezih Barut’un, bu kadar hassas bir konuda isim vermeden, sadece ‘bazı’ firmalar diyerek ve kendi firmasını bunun dışında tutarak, sektörde hileli (eski deyimle tağşiş ve tağyir edilmiş) ilaç üretildiğini ima eden açıklaması, üzerinden atlanıp geçilmeyecek kadar ciddidir. Çünkü:
Düşük kaliteli otomobil lastiği, sabun, ayakkabı veya televizyon üretimi piyasa gerçeklerine uygundur. Bu türden ürünler için tüketici, alım gücü ile fiyat-kalite oranı arasında bir yerde kendine göre bir tercihte bulunur. Kamu otoritesi, bütün tüketim malları için belli standartlar getirerek tüketiciyi korumaya çalışır, ama neticede bu müdahale sınırlıdır. Hepsinde bir asgari standart aranmakla birlikte, bütün tüketim ürünlerinin aynı kalitede olmadığı herkesçe bilinir ve kabul edilir. Seçim hakkı tüketicinindir.
İlaç ise bir tüketim malı değil fakat bir ihtiyaçtır. Kaliteli, az kaliteli veya kalitesiz ilaç olamaz. Deyim yerindeyse ‘ilaç’ ilaçtır. Asetilsalisilik asit için konuşacak olursak, bu ilacın muhtevasında beher tablette belirtilen miktarda asetilsalisilik asit içermesi, yine öngörülen kullanım süresi içinde stabilitesini koruyacak bir ambalajının bulunması ve sair vasıflara sahip olması gerekir. Sonuç olarak eczaneden asetilsalisilik asit alan bir hasta, aldığı ilacın ticari adı ne olursa olsun aynı biyolojik faydayı sağlamasını bekler. Zaten ilaçta ruhsatlandırma dediğimiz uygulama da tam da bu güvenceyi vermeyi amaçlar. Yetkili kamu kurumu, bir ilacı ruhsatlandırdığında, artık bu ilacın prospektüsünde yazılı niteliklere sahip olacağı konusunda kamuoyuna güvence vermektedir. Yine ruhsat sahibi için de bu yükümlülüğe uyulması zorunluluğu bulunmaktadır.
Özetle ifade etmek gerekirse, ‘kalitesiz’ ilaç, artık ‘ilaç’ değildir, başka bir şeydir. Aslında çöpe atılması gereken bir kimyasal maddedir. Bunu üreten bir firma, tercihe şayan olmayan, ama gene de ‘iyi kötü’ bir mal üretmiş sayılmaz. Suç işlemiş sayılır.
Bu husus o kadar önemlidir ki ilaç üreticisinin bu zorunluluğa uymamasından kaynaklanan sorumluluğuna ilişkin olarak Ceza Kanununda özel hükümler sevk edilmiştir. Nitekim, Kanunda kişilerin hayatını ve sağlığını tehlikeye sokacak biçimde; ilaç üreten, bozulmuş-değiştirilmiş ilacı tedarik eden, satan ve bulunduran kişilerin beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılması öngörülmüştür. Burada öngörülen ceza sadece tehlikelilik hali için getirilmiştir. Zarar şartı aranmamaktadır. Bu türden eylemlerin kişilerin hayatı ve sağlığı üzerinde zarar doğurması hali ise ayrıca cezalandırılacaktır.
Nezih Barut’un açıklamaları bu çerçevede ayrı bir önem taşımaktadır. Gerçekten de Devletin uyguladığı fiyatlandırma politikası neticesinde bazı ilaç üreticileri kârlarını korumak için, kamunun ve kişilerin hayatını ve sağlığını hiçe sayarak bozulmuş, değiştirilmiş ilaç üretiyorlar mı? Şayet bu iddia doğru ise ortada büyük bir ilaç skandalı bulunmaktadır.
Nezih Barut herhangi bir kişi değildir. Sektörün en büyük üretici şirketinin patronudur. Gerçekten de bu kadar ağır bir suç işlendiği konusunda öylesine konuşmuyorsa ve bu hususta somut bir bilgiye sahipse bu eylemleri gerçekleştiren kişileri idari ve adli mercilere bildirmek zorundadır. Ayrıca Barut,kendi firmasını dışarı da bırakarak ‘bazı’ firmalar demek suretiyle bütün sektörü zan altında bırakmıştır. Bu da rekabet ilkelerine aykırı haksız bir ithamdır. Daha da önemlisi bu açıklama insanların ilaca olan güvenini zedelemiştir.
Nezih Barut, demeci hakkında daha net açıklamalar yaparak kamuoyunu bilgilendirmekle yükümlüdür.
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?