Kongrenin andından düzenlenen basın toplantısında ele alınan önemli konularla ilgili bilgi veren Türk Hematoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Teoman Soysal, 16 farklı hematoloji merkezi tarafından yapılan ortak araştırmada, 60 yaş üstünde 130 hastanın sonuçlarına göre kemoterapi dışı yeni bir tedavi yönteminin önemli avantajlar sağladığını açıkladı. Çalışmanın sonuçları ile ilgili bilgi veren Prof. Dr. Soysal, “2009-2014 yılları arasında yürütülen çalışmada Bu tedavi löseminin seyrinde önemli klinik düzenlemelere yol açtı.
Uygulanan kür sayısı arttıkça hastaların yaşam kalitesinde düzelme görüldü. İleri yaşta olmaları nedeniyle standart kemoterapilere uygun olmayan hasta grubunda yeni ilaçlar yeni bir tedavi kapısı açtı. Bu yöntem standart kemoterapi tedavilerinden daha farklı daha rahat uygulanabilir. Hastalar daha iyi tolere edebiliyor. Elde edilen ilk sonuçlar oldukça olumlu” dedi.
Uzun süreli hareketsizlik pıhtı atma riskini (tromboembolizm) önemli oranda arttırıyor
Dünyada ölüm nedenleri arasında ilk sırasında tromboza yol açan kalp-damar hastalıklarının geldiğini dile getiren Türk Hematoloji Derneği Genel Sekreteri ve Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muzaffer Demir, “Damar tıkanmasına bağlı olarak organ yetersizlikleri, sakatlıklar ve ölümler üzerinde önemle durulması gereken bir konu. Dünyada ölüm nedenlerinin ilk sırasında tromboza yol açan kalp-damar hastalıkları geliyor.
Akut koroner sendrom ve inmeler toplum tarafından iyi bilinen kalp-damar hastalıklarıyken, toplardamar tıkanıklığı (venöz tromboembolizm-VTE) konusunda yeterli bilgi birikimi ve farkındalık mevcut değildir. VTE hem bacak derin damarlarında (derin ven trombozu-DVT) hem de akciğer damarlarında (pulmoner emboli-PE) ortaya çıkabilmektedir. VTE çok sayıda ölüm ve sakatlığa yol açıyor. Özellikle hastanede yatan hastaların en önemli ölüm nedenlerinin başında pulmoner emboli gelmektedir” dedi.
Pulmoner emboli sıklığının ilerleyen yaşla birlikte arttığına işaret eden Prof. Dr. Demir, şu bilgileri verdi: “65 yaşından önce toplumdaki genel sıklık binde 2.3 iken, 65 yaş ve üstünde ise binde 13.8’e kadar çıkmaktadır. Gebelik, lohusalık dönemi, doğum kontrol haplarının kullanımı, şişmanlık, hastaneye yatış, uzun süre hareketsiz yatmak, uzun süreli seyahatler, ortopedik ve genel cerrahinin büyük ameliyatları ve sigara kullanımı gibi durumlar geçici risk faktörleri arasında bulunuyor.
Bunların dışında kanser, kalp yetersizliği, hastaneye yatış gerektiren dahili hastalıklar, felç ve böbrek- karaciğer gibi organ yetersizliği de VTE için risk önemli faktörleridir. Kalıcı risk faktörleri ise çoğunlukla ailesel olup, aile bireylerinde var olan bir genetik bozukluğun kişiye geçmesi ile VTE oluşumuna yatkınlık sağlamaktadır. Ailesel trombozlar daha çok gençlerde ortaya çıkmaktadır.”
Tromboz kaynaklı ölümlerin önlenebilmesi için bazı kritik durumların dikkate alınması gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Demir, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bacak ve akciğerlerde kan pıhtısı oluşumu önlenebilir. Öncellikle bireylerin kendi taşıdıkları risk faktörlerini bilmeleri gerekmektedir. Ailesinde VTE öyküsü olanların veya geçici risk faktörlerini taşıyan kişilerin VTE hakkında bilgi sahibi olması gerekmektedir. Uzun süreli yolculuklar venöz tromboz oluşma riskini 2-4 kat arttırır.
Hastanede yatan hastalarda kalp krizleri nedeniyle ölüm oranı daha yüksek
Altı-sekiz saatten uzun süreli hava yolculukları başta olmak üzere tüm yolculuklar için her 1-2 saatte bir ayağa kalkılması ve yürünmesi, seyahat esnasında sigara kullanmaktan kaçınılması, baskı oluşturmayan rahat giysilerin tercih edilmesi, bacakların sık olarak kasılıp gevşetilmesi, oturma pozisyonunun sık değiştirilmesi, sıvı kaybının önlenmesi ve bu amaçla tercihen alkol içermeyen sıvıların içilmesi, varis çoraplarının kullanımı ve uzun süreli hareketsizliğe yol açabilecek yatıştırıcılar ile alkol kullanımından kaçınılması önerilir.
Olguların çoğunluğu hastaneden taburcu edildikten 90 gün içinde ortaya çıkar. Aslında kan pıhtıları önlenebilir, hastane yatışı sonrası ortaya çıkan önde gelen ölüm nedenidir. Hastaneye yattıktan sonra bireyler, kan pıhtısı gelişme risklerine yönelik değerlendirilmeli ve koruyucu tedavi uygulanmalıdır. Hastanede iken, hastalar hareketli olmalı ve riski azaltmak için mümkün olduğunca sık yürümelidirler. Ayrıca, en önemlisi, bazı hastalar taburcu olduktan sonra profilaksinin devam etme ihtiyacı değerlendirilerek antiembolik çorap kullanımı devam edilmelidir. Gerekirse hasta evde bakımı için talimatlar verilmelidir.”
Tam uyumlu kemik iliği vericisi bulunamayan hastalarda yarı uyumlu nakillerin bir seçenek olarak değerlendirildiğini söyleyen Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hale Ören, şu bilgileri verdi: “Ülkemizde de son yıllarda bu konuda başarılı çalışmalar yapılıyor. Kongrede yarı uyumlu (haploidentik) vericilerden yapılan nakillerin tam uyumlu vericilerden yapılan nakillerin sonuçları ile karşılaştırıldığı bir çalışma sunuldu.
Bu çalışmanın sonuçlarına göre, akut lösemi tanısıyla yarı uyumlu vericilerden nakil yapılan 49 hastanın nakil sonrası verileri tam uyumlu 70 hastanın verileriyle karşılaştırıldığında nakil sonrası sağkalım, hastalıksız yaşam ve erken dönem hayati düzeyde komplikasyonlar açısından yarı uyumlu nakillerin diğer tam uyumlu nakillere göre istatistiksel düzeyde herhangi bir olumsuzluk taşımadığı, başarı oranlarının bu anlamda farklı olmadığı anlaşılmıştır.”
Talasemi tedavisinde kesin çözüm şeklinin hemopoietik kök hücre nakli olduğunu belirten Prof. Dr. Demir, “Ancak hemopoietik kök hücre nakli her hastaya yapılamamaktadır. Bunun yerine düzenli kan vermek günümüzde en iyi seçenektir. Ancak bu vücutta demir birikimine yol açmaktadır. Demir birikimi başta kalp yetersizliği olmak üzere pek çok sakatlık ve ölümlere yol açabilmektedir.
Kan verirken, demir birikimini engelleyen ilaçların kullanılması yaşamsal derecede önemlidir. Hacettepe Üniversitesi Pediatrik Hematoloji Ünitesi’nden yapılmış bir çalışmaya göre, 7 yaşından büyük 1 yıldan uzun süre demir birikimini engelleyen ilaçları kullanan 37 hastanın sonuçlarına göre, demir birikimini engelleyen ilaçlar kalpte ve endokrin bezlerde demir birikimini ve buna bağlı gelişebilecek olumsuzlukları engellediği göstermiştir” dedi.
Kanama bozukluğuna bağlı kanamaları durduran ve deneysel çalışmaları devam Türk ilacı ‘Ankaferd Hemostat Miyelom’ hakkında da bilgiler veren Prof. Dr. Muzaffer Demir, şu bilgileri verdi: “Miyelom hastalığıyla ilgili kök hücre nakli, hedefe yönelik tedaviler ve önemli gelişmeler kongrede Türk hematologları tarafından tartışıldı.
Bu bağlamda ülkemizde geliştirilen ilk Türk ilacı olan Ankaferd Hemostat’ın miyelom hücre dizilerinin gelişimini engellediğine ilişkin fare çalışmaları da kongrede sunuldu. İlaç deneysel bir çalışmadır ama önemli olumlu gelişmeler söz konusu ancak ilaç olarak insanlarda kullanılması için hala uzun bir zamana ihtiyaç var.”
KONGREDEN SATIRBAŞLARI Prof. Dr. Teoman Soysal, kongrenin Türkiye’nin en önemli organizasyonlarından biri olduğunu söyledi. Kongrenin içeriği hakkında bilgi aktaran Prof. Dr. Soysal, “Kongreye 17 konu başlığında toplam 539 bildiri gönderildi. Bunlar arasından seçilen 72 bildiri sözel diğerleri ise poster olarak sunuldu. Kongreye sunulmak üzere gönderilmiş çok merkezli çalışmalardan seçilen 6’sı Türk Kan Bilim Ağı (TÜRKBA) oturumunda sunuldu. Hakemler tarafından çalışmaları başarılı bulunan 22 genç bilim insanına da kongreye katılabilmeleri için genç katılımcı ödülü verildi.
Ulusal Hematoloji Kongresi’nde Türk Hematoloji Derneği tarafından hazırlanan, çeşitli kan hastalıkları ile ilgili yeni veya güncellenmiş tanı ve tedavi rehberleri, kitaplar ve benzeri basılı bilimsel kaynaklar hematologlara ulaştırılacak” diye konuştu.
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?