Annenin erken yaşta veya geç yaşta çocuk doğurması, gebelik sayısı, son iki gebelik arasındaki süre, gebelikte geçirilen enfeksiyonlar, kullanılan ilaçlar, annenin kronik hastalıkları, sigara, alkol ve uyuşturucu madde kullanılması, ışın (radyasyon alması), besinlerle küf, mantar ve pestisit artıklarının alınması en önemli olarak ta dengeli ve yeterli beslenmesi sayılabilir. Bunlara ek olarak uygun ve gerekli durumlarda vitamin ve mineral desteği yapılması da bebek ve anne sağlığını yakından ilgilendirmektedir.
Gebelik öncesi ,gebelik ve emziklilik döneminde bazı vitamin ve minerallerin büyük önemi vardır. Sosyo-ekonomik düzeyi düşük toplumlarda gebe kadınların gebelik süresince ortalama 6,5 kg ağırlık kazandığı, ve bu kadınların çocuklarının % 13,7’sinin prematüre veya düşük doğum ağırlıklı bebekler olarak doğduğu saptanmıştır. Gebe kadınların besin gereksinmeleri yaş, fiziksel aktivite durumu, gebeliğin başlangıcındaki ağırlık, besin depolarının yeterlilik derecesi gibi birçok etmene bağlıdır. Gebelikte bazal metabolizma hızı (BMR) normalin ortalama % 20’si kadar artar. Bu artışın gerektirdiği besin öğelerinin karşılanması annenin kendi sağlığı için gerekli olduğu kadar fetusun normal gelişimi için de önemlidir. Yapılan çalışmalarda eğer anne zayıfsa yani beden kitle indeksi 20’nin altında ise ağırlık kazanımının 2. ve 3. trimester süresince haftada 500 g’ın altına düşmemesi gerekmektedir.
Gebeler için sağlıklı beslenme önerileri: Hamilelikte nasıl beslenmeli
Buna karşılık ağırca dediğimiz yani beden kitle indeksi 26’nın üzerinde olan kadınların haftalık tartı artış hızı ortalama 300 g olmalıdır. Kişisel ayrıcalıklar da ağırlık kazanımına etki etmektedir, o nedenle gebeliğin ilk aylarında görülen iştahsızlık, bulantı, kusma isteği, aşırı uyku hali besin alımını güçleştirir. Gebeliği izleyen ilk 3-4 aylık dönemde bu yakınmaların azalması ile annede ağırlık kazanımı 20. haftada 3,5 kg gebeliğin sonuna kadar da haftada 300-500 g’lık artışlarda toplam 10-12 kg ağırlık kazanımına ulaşır. Bunun sonucunda da 3-3,3 kg ağırlığında bir bebek dünyaya gelebilir.
Gebelik süresince alınan aşırı kilolar doğum sorunlarına öncelikle sezeryan, postmatürasyon (doğum tarihinin gecikmesi) fetusta mekonyum aspirasyonu gibi anne ve bebek için riskli durumlara neden olabilir. Gebelik süresince fetus gelişimi ve diğer fizyolojik olaylar sonucu 80.000 enerji harcanır. Bu enerji adolesan gebeler için bazı değişikler gösterir. Adolesanın hem kendi büyümesi hem de fetusun gereksinmeleri, fiziksel olarak kişinin aktif veya pasif olması, hızlı büyüme dönemi adolesanların enerjiye olan gereksinmelerini arttırır. Annelerin gebelik süresince yetersiz kilo almaları düşük doğum ağırlıklı bebek doğurma riskini arttırırken, annede bazı sorunların ortaya çıkmasına da neden olabilir. İntrauterin büyüme ve gelişmenin bozulması fetusun yetişkin döneminde kardiyovaskuler hastalıklar,hipertansiyon,tip II diabet,şişmanlık ve kanser gibi hastalıklara yatkınlık riski oluşmaktadır.
Gebelikte fetusun büyüme ve gelişmesi, annenin günlük aldığı besinlerin plasenta aracılığıyla fetusa taşınmasıyla olanaklıdır. Fetus her koşulda enerji ve besin öğeleri gereksinmelerini annenin depolarından karşılamaktadır. Özellikle gebeliğin 20. haftasından geçerli olmak üzere gereksinmeler artar. Bu artan gereksinmeleri karşılamak için gebe kadınlara günde 300 kkal ek olarak verilmesi gereği çalışmalarla gösterilmiştir. Enerji artışını oluşturan birincil etmenlerden biri de annede oluşan yağ birikimidir. Bu yağ birikimi gebelerin çoğunda ikinci trimesterde oluşmaya başlar ve 3,5 kg’lık bir yağ deposu oluşur. Bu oluşan yağ deposu emziklilik döneminde artan enerji gereksinmesini karşılamak ve metabolizmayı korumak içindir.
Sağlıklı bir hamilelik süreci ve doğum sonrası için faydalı öneriler
Günlük enerjinin % 15’i proteinler, % 30’u yağlar ve % 65’i de kompleks karbonhidratlardan sağlanmalı, basit şeker dediğimiz çay şekeri ve benzeri besinlerin aşırı tüketiminden kaçınılmalıdır. Günlük şeker tüketimi üzerine yapılan çalışmalarda diyetteki karbonhidrat türünün değil, miktarının önemli olduğu belirtilmiş, gebelik süresince diyette karbonhidrat sınırlamalarının annede protein ve enerji yeterli alınsa bile, fetusta beyin gelişimi, glikojen düzeyleri ve nörotransmitter sentezi üzerine olumsuz etki yaptığı saptanmıştır.
Kadının çalışma yaşamına atılması, eğitiminin uzaması, ilk gebeliğini geç yaşayan kadınların sayısında da artışa neden olmuştur. Bu yaş grubundaki kadınların da kişisel ayrıcalıkları değerlendirilip beslenme durumları saptanmalı, hipertansiyon, gestasyonel diyabet, sezeryan doğum riski açısından değerlendirilip günlük 150-200 enerjilik ek yapılması uygun görülmektedir.
Proteinler vücudun yapı taşlarıdır ve fetusun büyüme ve gelişmesi için gereklidirler. Yeterli ve dengeli beslenme ile günlük protein gereksinmesi karşılanabilir. Tüm beslenme ilkeleri için geçerli olan ilke gebelikte de alınan proteinin % 60’nın biyolojik değeri yüksek besinlerden karşılanmasıdır. Bebeğin büyümesi için gebelik süresince ortalama 950 g kadar protein depo edilmesi gerekmektedir. Gebeliğin son 6. ayında fetus daha hızlı büyüdüğü için proteine olan gereksinmesi artar. Bu artış % 30 kadardır ve anneden günde 5 g protein çekilmektedir. Gereksinmenin altında protein alımı (-) N dengesi oluşturur. RDA’in gebe kadınlar için günlük alınması önerdiği protein miktarı 60 g’dır. Vejetaryen annelerde ve günlük besinin büyük bir kısmını bitkisel kaynaklardan sağlayan gruplarda günlük alıma 20 g ek yapılabilir. Kişisel farklılıklar ve değişik çevre koşulları dikkate alınarak WHO-FAO bu eki örnek protein için 9 g, % 70 kalite için 13 g/gün olarak belirlenmiştir. Bitkisel besinlerle beslenen özellikle vejetaryen gebe ve emzikli kadınlarda yeterli besin öğesi tüketimine dikkat edilmelidir. Günlük enerji ve proteinin yeterli tüketimi yanında, demir, çinko, kalsiyum, D vitamini, B12 vitamini ve riboflavin alımı da önem kazanmaktadır.
Günlük besin tüketimi içinde yağlar önemli enerji kaynağı ve gerekli besin öğesidirler.Bu yağlara örnek verecek olursak doymuş, çoklu doymamış ve tekli doymuş yağlar olmak üzere gruplandırılabilir.
Diyetle alınan PUFA miktarı ve dağılımı elzem besin öğeleri açısından önemlidir. Fetal büyümeye ve gelişmeye etkileri, anne diyetindeki yağ asitleri dağılımı, yağ deposu, anne sütündeki etkinliği önemle belirtilmektedir. Beynin katı kısmının % 50-60’ı lipidlerden oluşmaktadır. Gebelik diyetinde (n-3-Omega 3 )PU-FA’dan zengin besinlerin verilmesi özellikle dokosahekzaenoik asidin (DHA) diyette bulunması bebeğin merkezi sinir sisteminin gelişmesinde etkindir.
a-linolenik asidin gereksinmesi tartışılmakla birlikte yapılan çalışmalarda diyet enerjisinin % 0,2-0,3’ünün a-linolenik asitten gelmesi önerilmektedir. Bu yağ asidinin metaboliti olan dokosa-heksaenoik asit (22:6, n-3, DHA) beyin ve retinadaki görevlerinden dolayı besinlerle veye gerekli durumlarda ek olarak alınmalıdır. Vejetaryenlerde kan ve doku lipidlerinde DHA’nın miktarının düşük olması beyin ve kalp işlevlerinde bozukluğa neden olabilmektedir. Vejetaryen yani besinlerin çoğunu bitkisel kaynaklardan sağlayan gebe ve emzikli kadınların çocuklarının gereksinmesini karşılamak için DHA ile desteklenmeleri gerekmektedir. Keten tohumu, kanola ve soya yağları dışındaki tohum yağları genellikle az miktarda a-linolenik asit ve yüksek miktarda linoleik asit içerir. Yeşil sebzelerin yağ içerikleri çok düşük olduğundan diyete bu yağ asitleri bakımından çok az katkı sağlanmaktadır. Beslenme önerileri hazırlanırken gereksinmeler n-3 ve n-6 grubunun değişik antagonistik etkilerine göre yapılmaktadır. Fetal gelişme açısından PUFA gereksinmesi ve özellikle de n-3/n-6 yağ asitleri oranı önem taşımaktadır. Tablo 1’de n-3 ve n-6 yağ asitlerinin kaynakları görülmektedir.Günlük beslenme planımız içinde yağdan gelen enerji yüzdesi , yüzde 7 ile doymuş yağlar ( tereyağ,süt ,yoğurt, organ etleri,yağlı doku etleri) yüzde 8 çoklu doymamış yağ asileri(ayçiçeği, mısır özü,vs gibi)tekli doğmamış yağ asitleri (zeytin-yağı,fındık yağı) olmalıdır.
Bitkisel besinlerle ve tek yönlü beslenen kadınlarda demir eksikliği anemisi sık görülmektedir ve bu annelerden doğan bebeklerin daha az demir depolarına sahip oldukları, düşük doğum ağırlıklı ve prematüre oldukları belirtilmiştir. Demir, et ve türevleri, sakatat, yumurta, koyu yeşil yapraklı sebzeler, kurubaklagiller ve kuru üzüm, incir gibi besinlerde bulunur. Anemik olanlar, adolesan ve sık doğum yapan anneler olmak üzere bütün gebelerde demir eklemesi önerilmektedir. Gebe kadınlarda artan plazma hacmi, fetus için Fe gereksinmesinin artması, günlük diyetin tahıla dayalı olması (tahıllarda bulunan fitatların demirin emilimini engellenmesi), barsak parazitleri, kötü çevre ve yaşam koşulları (enfeksiyonlar) sık doğumlar, yetersiz beslenmeye ek olarak aşırı çay ve kahve tüketimi anemiyi sık rastlanan bir olgu olarak karşımıza getirmektedir.
Günlük vitamin C tüketimi de demirin vücutta kullanılmasın da önemli bir etkendir. Gebe kadının günlük demir gereksinmesi 20-27 mg/gün’dür. Bazı besinlerin demir içerikleri Tablo 2’de görülmektedir. Emziklilik döneminde ise günlük 9mg/gündür Gebelik döneminde özellikle gelişmekte ve az gelişmiş ülkelerde demir eksikliği anemi prevalansı önemli boyutlardadır. Gebe kadınlara öneri olarak 12. haftadan başlayarak günlük 30 mg ek demir alınmasıdır. Haftalık olarak yapılan bu ek, hemoglobin düzeyini ve demir durumunu düzelttiği bildirilmektedir. Bu uygulanan ek koruma amaçlıdır. Anneye yapılan bu ek fetüsun depoları için gerekli ve anemiden fetüsu koruyucudur.
Ağır anemi anne mortalite(ölüm) riskini artırmaktadır aynı zamanda gebelik sonrası depresyon görülme sıklığı artmaktadır. Demir desteğinin en uygun koşullarda vücutta kullanılabilmesi için ögün aralarında ve süt, çay ve kafeinli içeceklerin ortamda olmaması gerekmektedir.Gebelik döneminde demir desteği anne ve fetüsün gereksinmelerinin karşılanması açısından çok önemlidir.Ancak bu konuda dikkat edilmesi gereken bir konuda yüksek hemoglobin, hematokrit ve ferritin düzeyleridir. Bu durum yani yüksek değerler fetal büyümeyi engellemekte erken doğum ve preeklamsi riskini artırmaktadır. Aynı durum annede gestasyonel diyabet veya oksidatif stresin artması gibi komplikasyonlara neden olmaktadır.
İntrauterin dönemde kemik minerilizasyonu anneden fetusa yeterli miktarda kalsiyum ve fosfor geçişi ile olmaktadır. Kalsiyum birikiminin % 70’i gebeliğin son 3 ayında gerçekleşir. Gebeliğin ilerlemesiyle annedeki kalsiyum miktarı düşerken, fetusun kalsiyum düzeyleri ise gebeliğin 28. haftasından itibaren annedeki düzeylerin üzerine çıkmaktadır. Gebelik süresince oluşan hormonal değişiklikler kalsiyum metabolizmasını etkilemektedir. Annedeki parathormon düzeyleri normaldir, ancak biyolojik aktivitesi yüksektir (Şekil 2). Maternal parathormon ve kalsitonin plasentadan geçmez. Halbuki depo D vitamini 25 (OH)D2 (kalsitriol) plasentadan geçer. Eğer maternal D vitamini deposu düşük ise fetusun kalsitriol düzeyleri de düşük olacaktır. Maternal kalsitirolün fetusa geçişi çok azdır. Buna karşılık fetusun kalsitriol sentezlenmesinde herhangi bir defekt bulunmamaktadır. Gebelik ve emziklilikte 1000 mg/gün kalsiyum alımı önerilmektedir.
Doğum sırasında kordonun kesilmesi ile birlikte maternal kalsiyum akışı durur. Kemikte yeteri kadar kalsiyum depolanmıştır, ancak serum kalsiyumun normal düzeylerde tutulması için gerekli endokrin değişiklikler (parathormonun yükselmesi ve kalsitonin azalması) hemen gerçekleşmeyebilir.Postnatal 24-48. saatler arasında serum kalsiyum düzeyleri en düşük değerlerine (zamanında doğanlarda yaklaşık 8,5 mg/dl, prematürelerde 7,0 mg/dL) ulaşır. Postnatal 48. saatten sonra kalsiyum düzeylerindeki düşme durur. Bu sırada kalsiyum düzeyleri azalmaya, parathormon ve buna bağlı olarak ta kalsitriol düzeyleri de artmaya başlar. Kalsitriol düzeylerinin yükselmesi ile birlikte gastrointestinal sistemden kalsiyum ve fosfor emilimi artar.
Bu nedenlerden dolayı gebelik ve emziklilik döneminde kalsiyum gereksinmesi artmaktadır ve özellikle vejetaryen kadınların D vitamini ve kalsiyum alımları çok düşük olacağından annede kemik deminerilizasyonu gerçekleşmektedir. Ayrıca yetersiz kalsiyum alımı anne sütünün kalsiyum içeriğinin azalmasına ve bebekte kemik gelişiminin bozulmasına neden olmaktadır. Fetusun ortalama 30 g kalsiyum depo ettiği saptanmıştır. Kalsiyumun doğal kaynaklardan sağlanması anne ve bebek için tercih edilmesi gereken bir beslenme şeklidir. Süt, yoğurt, peynir, çökelek, pekmez, fındık, kurubaklagiller, yeşil yapraklı sebzeler kalsiyumun iyi kaynaklarıdır. Özellikle kalsiyumdan zenginleştirilmiş süt içilmesi gebelik ve emziklilik döneminde önerilmektedir. Kalsiyumla zenginleştirilmiş sütler % 40 daha fazla kalsiyum içermektedir (156 mg/100 ml) ve bu sütlerden günde 2 su bardağı kadar içilmesi günlük gereksinmeyi karşılamaktadır. Diyetle yeteri kadar kalsiyum alınmadığında artan gereksinme kemiklerden kalsiyum çekilerek karşılanır. Sık doğumlar, güneş ışınlarından yararlanamama hareket azlığı, yetersiz alım kemik yumuşamasına ve diş çürüklerine neden olur. Gebe kadının günlük gereksinmesine ek olarak 500 mg/gün kalsiyum alması uygun görülmektedir.
Büyüme ve gelişme, protein yapısındaki enzimlerin işlevleri, üreme için gerekli bir eser elementtir. İntrauterin büyüme geriliği, ölü doğumlar, doğumsal anomalilerin sıklığını, diyetteki çinko eksikliğine bağlayan çalışmalar pek çoktur. Tahıla dayalı beslenmenin Fe, Ca, Zn gibi minerallerin emilmesini olumsuz yönde etkilediği ve yetersizliğe neden olduğu bir gerçektir. Günlük diyete eklenen Fe ile birlikte Zn alımını da arttırmak gerekmektedir. Gebelikte 20 mg ek çinko verilmesi, et, deniz ürünleri, süt ve türevleri, yumurta ve yağlı tohumların tüketilmesi çinko alımı için gereklidir.Başka bir çok kaynaktada gebelik için 11 mg, emziklilik için 12 mg önerilmektedir.Bebeğin doğum ağırlılığına etki eden etmenlerin başında çinko düzeyinin olumlu etkisi vardır.
Gebelikte plazma ve saç çinko yoğunluğu % 30 kadar azalmakta ve nöral tüp kapanması, hücrelerin büyüme ve farklılaşması bozulmaktadır. Nöral tüp defektli bebeği olan annelerde yapılan çalışmalarda saç çinko, demir ve magnezyum düzeylerinin oldukça düşük olduğu ve bu annelerin besin tüketimleri incelendiğinde % 72’sinin çinkoyu yetersiz tükettikleri saptanmıştır. Çinko ile birlikte folik asit, kalsiyum ve protein tüketiminin tahıla dayalı bir diyet tüketen Türk kadınlarında da oldukça yetersiz olduğu ve tahıllarda bulunan fitatların çinko emilimini olumsuz yönde etkilediği bildirilmiştir.
İyot insan vücudunda çok az miktarlarda bulunan eser bir elementtir. Gebelerin iyot gereksinmesi karşılanamadığı zaman bebeklerde büyüme geriliği sağırlık cücelik hipotiroidi mental gerilik ölü doğumlar guatr kadınlarda düşükler ve doğumsal anomaliler ortaya çıkmaktadır. İleri yaşlarda çocuklarda ve gençlerde büyüme geriliği,okul başarısızlığı, anlama ve öğrenmede güçlükler oluşmaktadır. Annenin iyot eksikliğine bağlı olarak bebekler hipotiroidik olarak doğabilirler. Fetusta iyot yetersizliği düşükler, ölü doğumlar, doğumsal anomaliler, perinatal ölümler, endemik kretinizm, sağırlık, cücelik, hipotiroidi, ağır gelişme ve zekâ geriliği ve serebral palsi gibi sorunlara neden olmaktadır. İyot yetersizliği olan bireylerde radyosyana karşı duyarlılık ve tiroid kanser riski artmaktadır. İyot yetersizliği oluşumunu engellemek için kişilerin iyot gereksinmelerinin gebelik öncesi diyetle karşılanması, diyetle karşılanamadığı durumlarda (iyot eksikliği olan bölgelerde) yemeklik tuzun iyotlanması temel çözümdür. Doğurganlık çağındaki kadınlar için önemi büyüktür.Aynı zamanda gebe kadınların beslenmesi önem kazanmakta ve gün geçtikçe sağlıklı nesillerin doğması açısından da annenin bilgilendirilmesi gerekmektedir. Yemeklik tuzun iyotlanması kolay bir yöntem olup, besinlerde renk, koku, tat değişikliğine neden olmadan ucuz bir yöntemle oluşabilecek konjenital anomalilere karşı önlem alınmaktadır. Yemeklik tuzlara 50 – 70 mg/kg potasyum iyodür eklenmelidir. Deniz ürünleri iyotun en önemli kaynaklarındandır.
Karaciğer, koyu yeşil yapraklı sebzeler, karnıbahar, et, yumurta, süt ve türevleri ile tahıllarda bulunmaktadır. Folik asit eksikliğinde düşük doğum ağırlıklı bebekler, nöral tüp defektleri (NTD) ve annede megaloblastik anemi oluşur. Nöral tüp defektleri en ağır konjenital malformasyonlardandır. NTD’lerinde DNA biyosen-tezindeki temel bir metabolik bozukluğa bağlı olduğu düşünülmektedir. İntrauterin yaşamın 4. haftasının sonuna değin kapanması gereken nöral tüpün açık kalması sonucu anensefali (kafatası kemiklerinin bir kısmının olmaması, beyin gelişmemiş), onfolosel (beyin ve zarlarının oksipital bölgede dışarı fırlaması), meningosel (kafatası veya omurga üzerinden meninksin kist şeklinde dışarı gelişmesi), meningomyelosel (omurganın üzerine olan zarla birlikte omurganın arka kısmındaki bir yarıktan fıtık şeklinde dışarı çıkması) gibi malformasyonlar görülebilir.
Hastalar erken yaşlarda kaybedilirler veya tekerlekli sandalyeye bağlı kalırlar. Türkiye’de görülme sıklığı 1/10.000’dir ve bu değer ABD’den 3-4 kat daha fazladır. Nedenleri çevresel ve genetiktir. Ülkemizde NTD prevelansının yüksek olması, bu prevelansın düşürülmesine yönelik bazı önlemlerin alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu önlemlere göre NTD’li çocukların doğmadan engellenmesi gerekmektedir. NTD’nin önlenmesi için 2 yol bulunmaktadır. Birincisi bu malformasyonların gebeliğin erken döneminde ultrason ve amnion sıvısının incelenmesi ile belirlenerek gebeliğin sonlandırılmasıdır. İkinci yol ise NTD’ne neden olan çevresel etmenlerin ortadan kaldırılması, yani planlı gebeliklerde gebe kalınmadan 3 ay önce folik asit verilmesine başlanması gerekmektedir.
NTD’li annelerin serumlarında ve amnion sıvılarında homo-sistein metionine dönüşemediğinden (5,10-metiltetrahidrofolat redüktaz enzim aktivitesi yoktur), annelerin serumlarında ve amnion sıvılarında homosistein miktarı yükselir. Metionin nöral tüpün kapanmasında kullanılan bir aminoasittir. Gebe annelerde folik asit kullanılması ile homosisteinin metionine dönüşümünde metil vericisi (donörü) olarak görev yapan 5-metiltetrahidrofolat sağlanarak anomalinin oluşumu engellenir.
Planlı gebeliklerde gebeliğin ilk 3 ayı (12 hafta) süresince 400 Hg/gün, plansız gebeliklerinde oluşabileceği düşünülerek doğurganlık çağındaki kadınlarda 400 ng/gün folik asit kullanılması önerilmektedir. Doğum öncesi dönemde folik asit kullanılması ile NTD sıklığı % 70 oranında azaltılmış olur. Uzun vadeli önlem olarak besinlerin folik asit ile zenginleştirilmelidir. Nöral tüpün kapanması intrauterin yaşamın 4. haftasının sonunda tamamlandığından, bu dönemden sonra alınan folik asidin NTD oluşumunu önleyici etkisini görmek açısından bebek 12 haftalık oluncaya kadar devam edilmelidir. Günlük folik asit gereksinmesi gebelikte 600 mcg’dır .Bu gereksinmenin 200 mcg’nın diyetten, 400 mcg’nın zenginleştirilmiş besinler ile suplemanlardan gelmesi önerilmektedir.200mcg folik asit 400 mcg diyet folatına eşittir.Diyetten gelen besinlerle sağlanan folatın biyoyararlılığı folik asitin yarısı kadardır.Günlük besinlerimizle tükettiğimiz koyu yeşil yapraklı sebzelerde, kurubaklagillerde ve bir bardak portakal suyunda 75-100 mcg folat içermektedir.
Günlük besinlerle 400 ng/gün folik asit tüketimi gebelik olasılığı olan tüm kadınlarda önerilmektedir. Folattın diyetle yetersiz alımından çok besinlere uygulanan işlemler nedeniyle kayıplara uğradığı, fazla alımın ise vitamin B12 eksikliğine yol açacağı ancak 240 ng/gün folat alımının da güvenli doz olabileceği vurgulanmıştır.Üçüncü trimester den sonra kadınlarda megaloblastik anemi gelişebilir düşük folat alımı bebeklerde düşük doğum ağırlığı premature riskini gebeliğe bağlı gelişen hipertansiyon, preeklamsi ve plasenta ayrılması ile ilişkili riskler olduğu bildirilmektedir.En önemli bilgide toplumda planlı gebeliklerin yapılmasıdır.
Homosisteinden tetrahidrofolat (THFA) aracılığı ile metionin sentezi için metilkobalamin gereklidir. B12 eksikliğinde metilkobalamin oluşamaz ve gebelikte hızlı büyüyen dokulardan DNA sentezi yapılamaz. Sonuç olarak ta megaloblastik anemi, doğumsal anomaliler ve sinir sisteminde olumsuzluklar oluşmaktadır.Düşük plazma vitamin B12 yoğunluğu tüm yaş gruplarında yüksek plazma homosistein düzeyi ve preeklamsi ve erken doğum riski ile ilişkili bulunmuştur.Annedeki yetersizlikler nöral tüp defeklerine ve spina bifidaya neden olduğu bildirilmektedir. B12 vitamini hayvansal kaynaklı besinlerde bulunmaktadır. Bu nedenle vejetaryen annelerin (lakto-ovo-vejeteryan) çocuklarında nörolojik bozukluklar görülmektedir.
B12 ek olarak verilmelidir.Annenin vitamin B12 yetersizliği emziklilik döneminde anne sütünün B12 düzeyinde yetersizliğe neden olmaktadır.Helikobakter plori bakterisi ile de B12 yetersizliği arasında ilişki bulunmuştur. Yeterli ve dengeli beslenme bir zincir oluşturmaktadır ve bu nedenle protein, folik asit, B6, A vitamini gibi birçok besin öğesinin az alınması B12 vitaminin emilimini engellemektedir. Besinlere uygulanan hatalı hazırlama yöntemleri de B12 vitamini emilimini olumsuz yönde etkilemekte ve vücutta kullanımını engellemektedir. B12 vitamini sadece hayvansal kaynaklı besinlerde bulunmaktadır. (Organ etleri, kırmızı et, süt, peynir, yumurta sarısı ve balık eti gibi.) Gebelikte 2.6 mcg Emziklilikte 2.8 mcg ( WHO/FAO 2004) önerilmektedir.
Günlük gereksinim gebelikte 1.9 mg,emziklilikte 2.0 mg’dir.Merkezi sinir sisteminin normal çalışması,plazma homosistein düzeyinin artmasında kalp çalışmasının düzenlenmesinde rol oynamaktadır. En iyi kaynakları et ve türevleri sakatatlar süt ve türevleri,tahıllar.
Karaciğer, balık, süt, yumurta sarısı, ıspanak, havuç, domates ve yeşil yapraklı sebzelerde bulunan A vitamini yağda eriyen bir vitamindir ve plasentadan geçerek fetusta depolanmaktadır. Eksikliğinde prematüre ve düşük doğum ağırlıklı bebekler, mikrosefali ve görme kusurları oluşmaktadır. Ayrıca A vitamini yetersizliğinin Fe kullanımını bozduğu ve anemiye neden olduğu konusunda çalışmalar vardır. Normal gereksinmeye ek olarak gebe kadına 800-1000 IU A vitamini veya 770;3000 emziklilikte 1300;3000 mcg RE verilmesi uygun görülmektedir. Yüksek doz A vitamini annelerde spontan abortus, fetusta malformasyonlar, yarık damak, konjenital kalp hastalıkları gibi bozukluklara neden olabilmektedir.Gebelikte yeterli omega 3 yağ asiti almayan annelerin çocuklarında sözel zeka puanları ve gelişim skorları düşük bulunmuştur.Tablet olarak ve denetimsiz kullanılan A vitamini içeren ekler aşırı doz oluşturacağından zararlı olabilir.Haftada en az iki üç kez balık tüketenlerde gebelik preeklamsisi ve perinatal depresyonu önlediği bilinmektedir.Balığın geliş kaynağı açısından önemi vardır.Sağlığı bozucu civa ağır metaller gibi kalıntı artıkları risk oluşturabilir.
Annenin beslenme şekli yanında güneş ışınlarından yararlanması da önem taşımaktadır. Gebelikte ve emziklilikte D vitamini gereksinmesi artmaktadır. Ayrıca kemiklerdeki kalsiyum yeterliliği devamında D vitamini önemli bir vitamindir.Gebelik döneminde D vitamini yetersizliği hem annede hem de fetusu etkilemektedir. Yetersizlik annede kemik kaybına osteomalasi hipovitaminoza bağlı myopatiye neden olmaktadır. Fetusta ise doğumsal rikets,kraniotabes ve düşük kemik mineral yoğunluğu görülmektedir.Gebe ve emzikli kadınların günde 200- 400 IU veya 5 mcg kadar D vitamini alması önerilmektedir. Tablo 3’te gebe ve emzikli kadınların günlük enerji ve besin öğeleri gereksinmeleri görülmektedir. D vitaminin en iyi kaynağı güneş ışınları ve zenginleştirilmiş besinlerdir. Yaşadığımız ortamdaki hava koşulları, kirlilik, mevsimsel değişiklikler, yaşam biçimi, giyim şekli, koruyucu kremler D vitamini sentezini etkilemektedir. Tablo 3. Gebe kadınlar için günlük alınması gereken besin öğeleri miktarları
Kuşburnu, yeşil ve kırmızı biber, turunçgiller, domates ve patateste bulunan suda eriyen bir vitamindir. C vitamini bazı besin öğelerinin vücutta kullanılmasında yardımcıdır. Özellikle Fe, Ca, folik asit, tiamin, riboflavin, pantotenik asit, A vitamini, E vitamininin vücutta kullanılmasında etkin bir rolü vardır. Özellikle hem olmayan demirin barsaktan emilimini arttırır, antioksidant özelliği nedeniyle hücre zarlarını oksidasyona karşı korur, serbest radikallerin olumsuz etkisini azaltır, gebelik için çok önemli olan bir başka özelliği de vücudu enfeksiyon ve toksinlere karşı korumasıdır. RDA’ya göre gebe kadınlar için günlük 60 mg C vitamini önerilmektedir. Besinlerde pişirme ile olan kayıplar ve kişisel ayrıcalıklar da göz önünde tutularak, günlük 70 mg askorbik asit alınması uygun görülmektedir.
Birçok içecekte (kahve, çay, karbonatlı içecekler) allerji ve soğuk algınlığı için kullanılan ilaçlarda bulunur. Yapılan çalışmalarda günlük 5 fincandan fazla kahve tüketen gebe kadınların erken doğum, gebelik süresine göre düşük ağırlıklı bebekler (SGA) doğurdukları saptanmıştır. Buna ek olarak annenin aşırı miktarda kafein tüketiminin fetusun kemik yoğunluğu ve kalsiyum içeriği üzerine zararlı etkileri olduğuna ilişkin çalışmalar vardır. Aşırı miktarda tüketilen çay, kahve, kolalı içecekler Fe, Zn gibi önemli minerallerin emilimini engellemekte ve anemi riskini arttırmaktadır. Çayı sık tüketen gruplara gebelik ve emziklilik süresince açık ve limonlu çay tüketmeleri önerilmektedir.
Gebelik ve alkolün bağdaşmayacağı tartışmasız bilinmektedir. Fetus gelişmesine olumsuz etkisi olan alkol dolaylı olarak kötü beslenmeye yol açarak vitamin ve mineral eksikliklerine neden olmaktadır. Bir kadının gebelik süresince günlük vücut ağırlığının kilogramı başına 2 g’dan fazla alkol alınması aşırı doz olarak kabul edilmekte, fetusta büyüme ve gelişme geriliği, mikrosefali, yarık damak, yüz kemiklerinde az gelişme, eklem anomalileri gibi bozukluklara neden olmaktadır. Alkol bağımlılığı gelişmiş gebelerde kan, karaciğer ve eritrositlerde Zn düzeyi düşük bulunmuştur ve B kompleks vitaminlerinin eksikliği de sıklıkla belirtilen olgular arasındadır. Gebelikte alkol tüketimi kadar hatta daha zararlı bir bağımlılık ta sigara içme alışkanlığıdır.
Gebelikte kullanılan bütün ilaçlar fetusa zarar verebilir. Özellikle gebelikte annelerin bilmeden aldıkları ve fetusa doğrudan geçerek doğumsal anomalilere neden olan bir başka etmen de civa, pestisit ve insektisitlerdir. Besinleri haşarelerden korumak için tarım ürünlerine DDT, diazinon, aldrin, malotin gibi haşere öldürücü kimyasal öğeler katılır. Bunlar besinlerde kalıntı bırakmaktadır. En büyük yan etkileri de çocuklarla, gebe ve emzikli anneler üzerindedir. Besinlerimizin üretim süreci içinde kullanılan kimyasal gübre ve hormonların da yan etkilerinin olduğu bilinmektedir. Besinlerimizdeki ilaç kalıntısını bilmediğimize göre özellikle sebze ve meyvelerin çok iyi yıkanması, küflü, ezik, çürük besinlerin yenilmemesi alışkanlığının kazanılması gereklidir.
Gebeliğin ikinci haftası ile sekizinci haftası arası, kadının beslenmesinde birtakım güçlüklerin ortaya çıktığı dönemdir. Bu devredeki fizyolojik değişiklikler sonucu oluşan iştah azalması, sindirim sistemi bozuklukları, özellikle de kusma ve öğürme yeteri kadar besin alımını güçleştirmektedir. Anne adayının kötü bir beslenme tablosuna girmemesi için öğün sayısı arttırılıp yemek miktarı ögünler içinde azaltılabilir yani aşırı yüklemelerden kaçınılmalıdır. Yiyeceklerin iştah açıcı olacak şekilde hazırlanması ve o dönem için istenmeyen besinlerin ısrarla verilmemesi gerekir. Örneğin süt sevmeyenlere zorla süt içirmek ve kusma eğilimini arttırmak yerine yoğurt, peynir, çökelek ya da sütlü çorbalar, tatlılar vererek gebe kadının bu yöndeki açığının kapatılmasına çalışılır. Sosyoekonomik düzeyi düşük aileler için ise bazı besinler ön plana çıkarılarak eksiklik belirtileri giderilebilir. Örneğin et alamayanlara kurubaklagiller, pekmez ve kurutulmuş meyveler gibi demirden zengin yiyecekler önerilebilir. Her öğünde C vitamininden zengin bir besin alınırsa demirin kullanılması da kolaylaşmaktadır. Ayrıca gebe kadınlara çay yerine taze sıkılmış meyve suları, ayran, ıhlamur ve süt içmeleri önerilerek sıvı alımları artırılmaktadır. Sindirim güçlüğü olanlar ve şişman gebeler, kızartılmış yağlı aşırı şekerli besinlerden(çay şekeri) kaçınmalıdırlar, bu gebeler için haşlama ve ızgara ve fırında pişirme yöntemi daha uygundur. Besinlerin hazırlanması, pişirilmesi, saklanması ve servisinde sağlık kurallarına uyulmalıdır.
Gebelikte bulantı olmasına “sabah hastalığı” da denir. İlk haftalarda görülen ve kusmaya kadar giden nedeni belli olmayan ve sonuç olarak ta besin alımında güçlüğe neden olan bir durumdur. Şiddetli ve inatçı kusmalarda gebenin sıvı, elektrolit kayıplarının karşılanması gerekmektedir. Tat ve koku alma bakımından da aşırı duyarlılık görülmektedir, şiddetli yeme isteği yanında tiksinme duygusu da metabolik değişikliklerle açıklanmaktadır. Yataktan kalkmadan yenilen az tuzlu bir bisküvi, kraker leblebi veya ekmeğin kabuk kısmı bulantıyı önlediği ve sonraki besinlerin alımını kolaylaştırdığı gözlenmiştir. Gece açlığına bağlı biriken mide sıvısı bulantıyı tetikleyici olabilir. Sodyum gereksinmesinin artması tuzlu besinlerin daha kolay ve istekle tüketilmesinin sonucudur. Ödeme ve hipertansiyona neden olmamak koşuluyla tuz tüketimi izlenmelidir.Önerilen miktar kişisel ayrıcalıklar ön plana alınarak 2-6 g arasında olmalıdır.
Gebelikte genellikle iştah artışı olması olağandır. Halk arasında “aş erme” tarzda bazı yiyeceklere karşı özel ilgi ve istek duyulabilir. Bazen bu durum aşırı olur ve besin maddesi olmayan bazı maddelere yönelebilir. Bu durum genelde yetersiz beslenen genç annelerde sıklıkla görülmektedir. Pikanın bir nedeni de bulantı hissini azalttığı görüşüdür. Bu toprak yeme şeklinde görüldüğünde demir eksikliği anemisine neden olabilir.
Bazı gebelik hormonlarının barsak hareketlerini yavaşlatıcı etkisi, kilo artışı nedeniyle günlük hareketlerde azalma, beslenme düzeninde olan değişiklikler gebelerde kabızlık oranını arttırmaktadır. Posa içeren sebze ve meyvelerin çiğ olarak tüketilmesi, günlük 1,5-2 litre sıvı alınması, kuru kayısı, erik, incir gibi besinlerin yenilmesi veya komposto hoşaf olarak tüketilmesi, kabızlık ve hemoroid geliştiren gebe kadınların barsaklarının çalışmasına yardımcı olabilmektedir. Gebelikteki kabızlığa çözüm olarak kurubaklagil, bulgur, yulaf ezmesi gibi posadan zengin besinlerin tüketilmesi, günlük fiziksel aktivitenin arttırılması, aç karnına ılık su içilmesi yemeklerde sebze ve zeytinyağının artırılması önerilebilir.
Halsizlik, yorgunluk ve enfeksiyonlara dirençsizlik demir eksikliğine bağlı anemilerin en önemli belirtisidir. Demir vücutta kan yapımında görevlidir. Hayvansal besinlerin tüketilmesi ve C vitamini kaynaklarının alınması ile demirin emiliminin arttırılması ile önlenebilir.Yemeklerin üstüne kafeinli içeceklerin içilmesi (çay,kahve) sakıncalıdır.
Gebe kadınların yaklaşık % 4 ünde gebeliğin son 4. ayında kan basıncında artma (140-90 mmHg), proteinüri veya Kan Üre Nitrogeni’nde (BUN) artışla kendini gösteren bir tablo oluşmaktadır. Çoğu kez böbreklerde su ve tuz tutulması, ağırlık artışı, ödem gelişmesi ve GFR’ına düşüşle kendini gösteren bu durumda protein alımı sınırlandırılmalı, 0.8 – 1.0 g/kg/gün protein verilmeli, bu proteinin % 60’ı kaliteli protein olmalı ve tuz kısıtlaması (0,5 g/kg/gün) yapılmalı ve bu şekilde gebenin sağlığı denetim altına alınmalıdır. Tablo 4’te gebelikte alınması önerilen 1 günlük beslenme programı örneği verilmiştir. Beslenme programı kişisel özelliklere göre düzenlenmelidir.
Kaynak: Gebelikte ve Emziklilikte Beslenme Prof.Dr.Gülden Köksal Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Diyetetik ABD BaşkanıYAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?