Medeniyet insanoğluna yıllar öncesinde konfor, güç ve hızı vaat etti. Bu çerçevede çabalarını hızlandıran insanoğlunun yaşamı teknik gelişmelerle çok kolaylaştı. Ancak her şeyin bir bedeli olduğu gibi konforu kazanmanın da bir bedeli vardı. Bu bedeli karşılamak için daha çok üretmek ve kazanmak gerektiği bir gerçeklik olarak zihinlere kazınmaya başladı.
Başlarda hediye gibi gördüğümüz konfor zamanla külfete dönüşmeye başladı. Öyle ki üretme adına estetik, doğallık ve fıtrat göz ardı edilmeye başlandı. Özellikle son yüz yıl içinde hayatımız hormonlu bir bitki gibi hızlı büyüyüp devasa boyutlara ulaştı.
Hızlı büyüme arzusu plansız ve ruhsuz yaşamın önünü açtı. Hayatta kalmak ve konfora ulaşmak için üretmek gerekliliği zihinlere kazındı. Aç insanların oturduğu sofrada sakin ve edepli şekilde yenebilecek yemek birkaç kişinin yemeğe saldırmasıyla hayatta kalma mücadelesine dönüştü. Sonuçta empoze edilenlere ve planlarımıza ulaşma çabası yetişememenin önünü açtı. Kendini köşeye sıkışmış hisseden kişide kaygı bozuklukları ve öğrenilmiş çaresizlik sonrasında depresif bozukluklar yaşanmaya başladı. Sonrası malûm, terapiler ve diğer baş etme biçimleri… Bu çözüm yolları da süratle yayıldı ve insanın yetişmekte zorlanacağı yeni bir alan oluştu.
Günümüzde en önemli sorunlardan biri olan yetişememe güzel şeyler üretmek ve ürettiğinden haz duymak isteyen insanı hızla tüketmeye başladı. Tükenmişlik Sendromu gerçeği tüm meslek gruplarında milyonlarca kişinin yaşamını değiştirmesi gerektiği mesajını verdi. Ancak insanoğlu bu mesajı almak yerine bunu yine ilaç tedavisi ve terapilerle aşmaya çalıştı.
Bu konuda sıkıntı yaşayan kitlenin devasa oluşu kişisel gelişim ve kendine yardım kitapları, meditasyon, bir çok terapi yöntemi, NLP, yaşam koçluğu gibi çözüm vadeden yöntemlerin sarmaşık gibi yaygınlaşmasını sağladı. Artık toplum, gereğinden fazla ağırlık kaldırıp ağrılarını dindirmek için masaja ihtiyaç duyan kişi gibi görünmeye başladı.
Bu karmaşa hem bireye hem de aile ve topluma yansıdı. Yeni ortaya çıkan veya şiddetlenen, başlıca görülen bireysel sorunlar; kaygı bozuklukları, depresyon, karamsarlık, özgüven sorunları, iletişim sorunları, başarısızlık düşünceleri, statü sahibi olma çabası, kuşkuculuk ve diğerine güven sorunları, dışlanma endişeleri, mükemmeliyetçilik ve benzeri durumlardır.
Aslında insan, doğasına aykırı bir yoğunlukta ısrar ederek kendi sorununu oluşturmakta; ancak gerçekle yüzleşmek istemediği için böyle olduğunu bazı gerekçelerle reddetmektedir. Sorumluluklarının artışını doğal karşılamakta, kendine sunulan yaşam tarzını kabul etmek zorunda hissetmektedir.
Sabah erken saatlerden akşam geç saatlere kadar çalışmakta, aile içi bağların zayıflamasına mani olamamaktadır. Çocuklar en azından bir ebeveyni ile sağlıklı ilişkiler geliştiremeden büyümektedir. Genellikle anneler aşırı yüz-göz olduğu çocuklarını babasına şikâyet etmekle tehdit etmekte ve otoritesini kaybetmektedir. Anne ve babanın otoritesi sarsılırken, sınırlarını bilmeyen bir nesil ortaya çıkmaktadır. Aslında bireyin sorunu gibi görünse de bu sorun tüm toplumun sorunudur.
Tüm bunlar gösteriyor ki, hayatımız olması gerektiğinden daha fazla ayrıntılarla dolu ve temposu da olması gerektiğinden daha fazladır. Yani yavaşlamaya ihtiyacımız ciddi boyutlara ulaşmıştır. Toplum olarak, aile olarak, birey olarak yavaşlamaya ihtiyacımız var. Batı dünyasında bunu fark edip, hayatını sadeleştirmeye çalışanların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Ülkemizde bu konunun öneminin yeterince kavrandığını söylemekse maalesef güçtür.
Yetişmeye çalışmaktan vazgeçmek ve an’ın kıymetini bilmek ilk aşamada yapılması gerekenler. Daha sonrasında teknolojinin işgalini sonlandırmak ve doğala dönmek gerekiyor. Sanal diyaloglar yüz yüze konuşmalara, eşyaya düşkünlük sadeliğe, hırs kanaatkârlığa, nefsin hâkimiyeti vicdan ve edebin hâkimiyetine evrilmek zorunda.
Yavaşlamayı başaran kişilerin ortak özellikleri; bu kişilerin hipnotize eden eşyadan ve sistemden uzak durmaları ve kendilerini daha sade bir amaca bağlayarak daha sade yaşamalarıdır. Öncelikle buna kalben inanmak, niyetlenmek ve az bile olsa istikrarı koruyacak şekilde hareket etmek gerekir. Yavaşlayarak normale döneceğimizi, hızlanmayarak da bunu koruyabileceğimizi unutmamalı, bu bilinci başta çocuklarımız olmak üzere en yakınlarımıza vermeliyiz.
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?