HIV infeksiyonu saptanan kişilerin isimleri gizli kalıyor. HIV infeksiyonu artık tedavisi olan kronik bir hastalıktır ve bu infeksiyona yakalanmış olanların yaşamlarını önemli ölçüde bir kısıtlama olmaksızın sürdürebildikleri noktaya gelindi. Bunun ilk koşulu erken tanı ve tıbbi bakım altına girmek. Bu nedenle doğru bilgiye ulaşın, bilgilenin, bilgilendirin. Mutlaka korunma yollarını öğrenin ve korunun. Test yaptırmaktan ve test öncesi danışmanlık almaktan çekinmeyin.
HIV ile mücadelede en önemli konulardan biri de toplumu bilgilendirerek, HIV ile infekte kişilerin zaman zaman maruz kalabildikleri ayrımcılık ve dışlayıcı tutumların önüne geçilmesidir. Bu infeksiyon çağımızın yaygın infeksiyonlarından birisi olup infeksiyon ve bulaşma yolları konusunda bilgi sahibi olmayan ve dolayısı ile korunma önlemleri almayan herkesin başına gelebilir. Virüsün bulaşma yolları bellidir: Korunmasız riskli cinsel ilişki, infekte kan/kan ürünleri ya da gebelik ya da doğumdan önce fark edilmezse de infekte annelerden bebeklerine doğum sırasında ya da süt ile bulaşabilir.
Virüsün sosyal ilişkilerle, sarılma, aynı ortamda bulunma, havlu, bardak, çatal-bıçak vs.nin ortak kullanımı ile bulaşmayacağı da bilinmelidir. İnfekte kişiler tedaviye zamanında başlayarak hem AIDS’ten korunmuş olacaktır hem de başkalarına bulaştırıcılıkları azalacaktır. Gebelik takipleri sırasında ya da en azında doğumdan öncesi/sırasında yapılacak testlerle annenin durumu belirlenerek, bebeğini koruyacak önlemler alınabilmektedir.
HIV/AIDS’in farkında olunmalı ve erken tanı için test yaptırmaktan çekinilmemelidir
Virüsün kişiye bulaşmasını takiben ilk 3 ila 6 hafta içeresinde, yeni infekte olan kişilerin yüzde 40-80’ninde genellikle 7-14 gün süren geçici belirtiler görülebilmektedir. Bu belirtiler: ateş, deride döküntü, ağızda yara, lenf bezi şişliği, yorgunluk, kilo kaybı, farenjit ve/veya gece terlemeleri şeklinde olabilir. Bu dönemin öncesinden başlayarak HIV infeksiyonlarının erken dönemlerinde virüsün yüksek bir hızla çoğalması ve dolayısı ile kanda yüksek düzeylerde bulunması nedeni ile bulaştırıcılık son derece yüksektir.
İnsan Bağışıklık Yetmezlik Sendromu (AIDS) 33 yıl önce 1982 yılında tanımlandı ve nasıl bir küresel salgına yol açabileceği kısa süre içinde anlaşılarak infeksiyonun yayılımını engellemek amacıyla büyük çaplı girişimler başlatıldı. Dünya Sağlık Örgütü, 1994 yılında İnsan Bağışıklık Yetmezlik Virüsü (HIV) infeksiyonları ve AIDS’e, bunlara karşı yürütülen çabalara olan destek, katılım ve işbirliğine küresel çapta dikkat çekmek amacıyla 1 Aralık gününü Dünya AIDS Günü ilan etti. HIV ve AIDS’e karşı mücadelede özellikle başlarda zaman zaman karamsarlıklar yaşanmış olsa da, bugün HIV infeksiyonlarının kronik bir hastalık olarak sınıflandırıldığı ve bu infeksiyona yakalanmış olanların yaşamlarını önemli ölçüde bir kısıtlama olmaksızın sürdürebildikleri noktadayız. Dünya Sağlık Örgütü 2020 yılı için infekte olanların %90’ına tanı konmasını, tanı konanların %90’ına tedavi başlanmasını ve tedaviye başlananların %90’ınında virüsün baskılanmasını öngören 90-90-90 hedefini benimsemiştir ve 2030 yılı için de yeni HIV infeksiyonlarının 0’a indirilmesini hedeflemektedir.
Türkiye halen uluslararası değerlendirmelerde düşük prevalanslı ülkeler arasında yer almakla birlikte özellikle 2010 sonrası yeni tanı konan infeksiyon sayılarında belirgin bir artış dikkati çekmektedir. Geçtiğimiz yıla (2014) ait HIV infeksiyonu tanısı konan kişi sayısı toplam 9.191; aynı yıl içinde bildirilen yeni infeksiyon sayısı 1585’tir. İnfekte kişilerin % 80 kadarı erkek olup olguların % 90’ından fazlası 20-59 yaş arasındadır ve %43.91’le cinsel temas en önde gelen bulaşma yoludur. 2015 yılına ait ön veriler de benzer bir eğilim olduğuna işaret etmektedir.
HIV infeksiyonlarına yönelik bilgilendirme ve farkındalık yaratma çabalarına rağmen, gelişmiş ülkelerde bile damgalanma ve ayrımcılık ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmaya devam etmektedir. Damgalanma ve ayrımcılığa maruz kalma kaygısı da insanları HIV testleri yaptırmaktan alıkoymaktadır. Bu nedenle de HIV infeksiyonlarının daha sık görüldüğü risk gruplarında bile gönüllü test yaptırma oranları düşük kalmaktadır. Oysa HIV infeksiyonlarının önlenmesine yönelik girişimlerin başarılı olmasında erken tanı ve tedavi kilit rol oynamaktadır. Nitekim son zamanlarda HIV’i önlemeye yönelik stratejilerde de yaklaşımlar değişmiştir ve klasik sürveyans yöntemlerinin yerine özellikle risk altındaki grupların belirlenerek bu gruplar üzerinde odaklanılması önerilmektedir. Genellikle ulaşılması da güç olan risk gruplarının biyodavranışsal özelliklerinin izlenerek bu grupların korunma ve test yaptırma alışkanlıklarında olumlu değişikler oluşturmaya yönelik girişimlerin etkinliği giderek daha iyi anlaşılmaktadır. HIV’e karşı yürütülen kampanyaların başarısı için Dünya Sağlık Örgütü testlere ve bilgiye erişimin kolaylaştırılarak yaygınlaştırılmasına koşut olarak risk gruplarına ulaşmak için gönüllüğe dayalı sivil girişimlerin aktivitelerinin desteklenmesini ve daha ağırlıklı bir rol üstlenmelerini önermektedir.
Bazı öncü uygulamalarda elde edilen başarılar üzerine HIV ile ilgili laboratuvar, tıbbi bakım ve bilgilendirme işlemlerinde merkeziyetçi anlayışın terk edilmesine ek olarak testlerin yaygınlaşması için gerçek sağlık profesyonellerinin yanı sıra destekleyici sağlık personelinin test ve bilgilendirmede aktif rol aldığı programların uygulamaya sokulmasına Dünya Sağlık Örgütü de yeni önerileri arasında yer vermektedir.
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?