Sedef hastalığının vücudun en çok dirsek, diz, el, yüz, boyun gibi görünür alanları tutan ve cilt lezyonları ile seyreden kronik bir hastalık olduğunu belirten Doç. Dr. Asude Kara Polat, toplumdaki yanlış bilgilendirme nedeni ile sedef hastalarının özel ve sosyal yaşamlarında çeşitli sorunlar yaşadıklarını kaydetti. Sedef hastalığının tedavisi olmayan bir hastalık olarak algılanmaması gerektiğini söyleyen Doç. Dr. Kara Polat, doğru tanı, tedavi ve takip yöntemleri ile hastalığın kontrol altına alınabildiğini belirtti.
Tedavi sürecinin belirti ve semptomları azaltmaya ve ortadan kaldırmaya yönelik olduğunu ifade eden Kara Polat, “Sedef, tedavi ile gerileyebilen bir hastalık. Uzun süre hastalıksız veya tamamen lezyonsuz dönemler geçirebiliyor hastalar. Tedaviler o kadar gelişti ki iğne, hap gibi seçenekler var. Biyolojik tedavi dediğimiz ayda bir, iki haftada bir ya da üç ayda bir uygulanan tedaviler mevcut. Dolayısıyla her kişi için farklı tedavi seçeneklerini gündeme getirerek kişilerin sedef lezyonsuz yaşayabileceği bir olanağı sağlayabiliriz. Yeter ki hastalar dermatoloji uzmanına, doğru hekime ulaşabilsinler” dedi.
Antalya’da gerçekleştirilen 31. Dermatoloji Kongresi kapsamında “29 Ekim Dünya Sedef Hastaları Günü” dolayısıyla Medikal Akademi Ankara Temsilcisi Hatice Pala Kaya’ya açıklamalarda bulunan Türk Dermatoloji Derneği Psoriasis Çalışma Grubu Üyesi Doç. Dr. Asude Kara Polat, sedef hastalarının sorunlarına dikkat çekti ve tedaviye ilişkin güncel bilgiler verdi.
Sedef hastalığı (psoriasis) nedir? Belirtileri, nedenleri ve tedavisi
Sedef tedavisinin hastalığın yaygınlığı ve yerleştiği bölgelere göre seçildiğini anlatan Kara Polat, günümüzde yeni tedavi ajanları sayesinde çok yüksek başarı oranları sağlanabildiğinin altını çizdi. Sedef tedavisinde çeşitli ilaçlar, fototerapi gibi yöntemler uygulandığını ama tedavilere istenilen yanıtı vermeyen veya daha şiddetli vakalarda biyolojik ajan tedavilerine geçilebildiğini belirten Doç. Dr. Polat, şunları söyledi:
“Biyolojik tedaviler, enjeksiyon yoluyla uygulanır. Bunlar tablet, kapsül şeklinde değildir ve ağızdan alınmaz. Tedavi protokolüne göre enjeksiyonların uygulama dozları farklıdır. Kesinlikle hastane koşullarında ve hekim gözetiminde yapılan uygulamalardır. Öncesinde hastaların mutlaka kan, idrar tetkikleri yapılır ve akciğer grafileri çekilir. Bu ilaçlar hastaya direkt başlanmaz. Mesela; hastada daha önceden geçirilmiş tüberküloz öyküsü varsa, bu kişiyi mutlaka verem savaş dispanserine yönlendiririz ve bir izoniyazid tedavisi veririz öncesinde. Veya karaciğer fonksiyonu değerlendirmesine bakarız.
Hepatit enfeksiyonu varsa, mutlaka enfeksiyon hastalıklarına konsülte ederiz. Bağışıklığı baskılayan başka bir hastalık varsa mesela; onkolojik rahatsızlığı bulunuyorsa bu ilaçları veremiyoruz. Aslında biyolojik ilaçlarla tedaviye başlarken dahiliye, fizik tedavi, enfeksiyon hastalıkları, göğüs hastalıkları gibi bir çok alandan konsültasyonlarla tek bir noktada birleşiyoruz. Bütün bu saydığım branşlar yani hepimiz olur verirsek, bu ilaçlara başlıyoruz.
Dermatoloji burada karar verici durumda ama kişinin vücut yüzey alanının yüzde 10’undan fazlası tutulmuşsa, görünür alanlar tutulmuşsa, hastalık kişinin sosyal ve yaşam kalitesini inanılmaz derecede etkileyen bir noktada ise biz bu ilaçları başlayalım diye düşünebiliyoruz. Başlarken de hastayı gerekli gördüğümüz tetkiklerle değerlendiriyoruz. Sedef hastalığının tedavisinde biyolojik ajanlar ile lezyonlar tamamen silinebilir, çok olumlu sonuçlar elde edilebilir ama bunları uzun süre kullanmak gerekiyor.”
Sedef hastalığı, bulaşıcı değil ama toplumda öyle algılandığı için hastalar dışlanıyor
Doç. Dr. Asude Kara Polat, sedefin sadece bir deri hastalığı olmadığını, başka sistemleri de etkileyen multisistemik bir hastalık olduğunu belirterek, tedavinin her hasta için farklı planlanması gerektiğini vurguladı. Sedef hastalığının deride görülmekle birlikte bazı hastalarda eklem tutulumu gözlenebildiğini, ayrıca Crohn hastalığı, ülseratif kolit gibi bağırsak hastalıkları varsa kişide, farklı tedavi seçenekleri uygulandığını anlattı. Herkese aynı tedaviyi vermediklerini ifade eden Kara Polat, ilgili uzmanlık dalının eşliğinde süreç yönetilirse, başarı şansının çok daha yüksek olacağını kaydetti.
Sık görülen bir cilt hastalığı olan sedefin Türkiye’de %2-3 oranında görüldüğüne değinen Doç. Dr. Asude Kara Polat, genetik yatkınlığı olan kişilerde bazı faktörlere bağlı olarak hastalığın gelişebileceğine dikkat çekti. Sedef hastalığını birçok çevresel etkenin tetikleyebileceğini anlatan Kara Polat, şunları kaydetti: “Sedef hastalığının en büyük tetikleyicisi stres. Ailemizde sedef varsa, bizler de hastalığa yatkın oluyoruz ve bu hastalığın ortaya çıkması için bir tetikleyiciye ihtiyaç oluyor.
Bu stres olabilir, ateşli bir hastalık veya obezite de tetikleyebilir yani birlikte görülebilir. O nedenle beslenme ve kilo vermek sedef hastalığının tedavi yönetiminde çok önemli unsurlar. Ben hastalarıma hep diyorum ki, ‘Kilo verirseniz, tedaviyi daha iyi yönetebiliriz’. Çünkü verdiğimiz ilaçlar bazen karaciğer enzimlerini, kolesterolü yükseltiyor ve bu durumda ilacın dozunu düşmek durumunda kalabiliyoruz. Bazı ilaçları kişinin kilosuna göre verdiğimiz için dozu düşürdüğümüz noktada ilacın etkililiği de düşmüş oluyor.”
Sedef hastaları en çok önyargılardan ve ‘alternatif tıptan’ çekiyor
Doç. Dr. Asude Kara Polat, sedefin bulaşıcı bir hastalık olmadığına vurgu yaparak, hastalığın lezyonlara dokunmakla veya başka bir yolla bulaşmayacağını söyledi. Toplumdaki yanlış algı nedeniyle sedef hastalığının bulaşıcı zannedilmesinin hastaların hayatını büyük oranda olumsuz etkilediğini, dışlanma ve damgalanma gibi sorunlarla karşı karşıya kaldıklarını dile getiren Kara Polat, “Sedef hastalığı kesinlikle bulaşıcı değil ama görünür alanları tutması nedeniyle toplumda bu kişiler kendilerini çok rahat ifade edemiyorlar ve damgalanıyorlar. Bulaşıcı bir hastalık olduğu düşünülerek çevresindeki insanlar sedef hastasıyla tokalaşmaktan, sarılmaktan, kucaklaşmaktan kaçınabiliyor.
Sedef lezyonlarının genital bölgede de yerleşmesi nedeniyle bu kişilerin partnerleriyle ikili ilişkilerinde zorlanmaları oluyor. Dolayısıyla hem özgüven eksikliği hem toplum içinde sosyalleşmede azalma, depresyon, intihara giden ölçüde bir spektrum denilebilir aslında. Kişiler yalnızlaşıyorlar, içine kapanıyorlar, sosyal çekiniklik başlıyor.
Aslında tam da bu noktada aileleri ve toplumu bilgilendirmek çok önemli çünkü hastalık kesinlikle bulaşıcı değil. Ben hastalarımı muayene ederken, çıplak elle muayene ediyorum. Hasta kendini yalnız hissetmesin, aradaki bağı biz sağlayalım diye elini veya kolunu tutarak muayeneme devam ediyorum. Bunun geçici bir hastalık olduğunu, bizim söylediğimiz şeylere uyduğu ve belli takiplere devam ettiği takdirde hastalığın tedavi ile gerileyebildiğini hastalarımıza anlatıyorum” diye konuştu.
Bazı hastaların etkinliği ve güvenilirliği ispatlanmamış alternatif tedavi yöntemlerine de başvurabildiğine dikkati çeken Doç. Dr. Kara Polat, “Sedef hastaları alternatif yöntemleri de çok deniyorlar. Doktora gitse dahi o lezyon tekrar çıktığında tutunacak başka bir şey arıyorlar. Kulaktan duyma yöntemlerle tuzlu su, farklı kremler, otlar karıştırılarak yaptıkları uygulamalar var. Mesela; bir hastam, kirpi eti bulmuş yemiş ya da Balıklı Göle gidenler var. Bazen internetten, bazen komşusundan duyarak bu yöntemlere başvuruyorlar.
Sedefe (Psoriasis) karşı yeni ve etkili bir tedavi seçeneği: Ustekinumab
Ne yazık ki bu yöntemlerin bilimsel olarak tedavi edici bir etkisi yok fakat orada başka dinamikler var. Hastalar alternatif olarak uygulanan bu yöntemlerle psikolojik olarak rahatlayabiliyorlar, stresleri azalabiliyor. Fakat bu hastalığa sahip kişilerin mutlaka hekim kontrolünde olmaları gerekiyor” dedi.
Doç. Dr. Asude Kara Polat, sonbahar ve kış aylarında sedef hastalığı için daha dikkatli olunması gerektiği uyarısında bulundu. Bu aylarda, nezle grip gibi üst solunum yolu enfeksiyonlarının daha sık görüldüğünü, ateşli bir hastalık geçirilmesi durumunda veya üst solunum yolu enfeksiyonu geçirildiğinde sedefte tekrar bir alevlenme meydana gelebileceğini kaydetti. Kış mevsiminde artan cilt kuruluğuna bağlı olarak kaşıntının da artacağını belirten Kara Polat, “Çok sıcak su ile banyo yapıp, cildinizi kurutmayın. Kuruluk kaşıntıyı, kaşıntı da sedefi tetikliyor. Sabun kullanmayın, bir bebek cildiymiş gibi cildinize yaklaşın, nemlendirin, kesinlikle kuru kalmasın” bilgisini verdi.
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?