Anayasa’nın 36. maddesinde, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmü sevk edilmiştir. Bu kural genel olarak savunma hakkının anayasal dayanağıdır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde de kişilere kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir avukatın yardımından yararlanmak hakkı tanınmıştır.
Danıştay’dan Eş Durumu Atamasında Yürütmenin Durdurulması Kararı
Türk hukukunda savunma hakkının kullanılabilmesi için avukattan yardım alma zorunluluğu bulunmamaktadır. Zira Avukatlık Kanunu’nun 35. maddesinde “Dava açmaya yeteneği olan herkes kendi davasına ait evrakı düzenleyebilir, davasını bizzat açabilir ve işini takip edebilir” kuralı mevcuttur. Diğer yandan savunma hakkının kullanımında bir başkasının yardımını istenirse o kişinin avukat olması zorunludur. (Avukatlık Kanunu m. 35, 63). Avukatlık sözleşmesi de avukat ile müvekkili arasında özgürce kurulabilmektedir (Avukatlık Kanunu m. 163).
Anayasa’nın 48. maddesinde sözleşme özgürlüğü düzenlenmiştir. Özel hukuk ilişkilerinde irade özerkliği, kişilerin kanunlar çerçevesinde istedikleri hukuki sonuca bu yoldaki iradelerini beyan ederek ulaşabilmeleri anlamına gelmektedir. Anayasal sözleşme özgürlüğü ise Devletin, kişilerin istedikleri hukuki sonuçlara ulaşmalarını sağlaması ve bu bağlamda kişilerin belli hukuki sonuçlar doğurmak üzere ortaya çıkan iradelerini geçerli olarak tanıması, onların iradelerinin yöneldiği hukuki sonuçların doğmuş sayılacağını kabul etmesi ve aynı zamanda güvence altına alması demektir.
Sözleşme özgürlüğü uyarınca kişiler, hukuksal ilişkilerini özgür iradeleriyle ve sözleşmelerle belirlemekte serbesttir. Anayasa’nın 48. maddesinde koruma altına alman sözleşme özgürlüğü, sadece sözleşme yapma serbestisini değil aynı zamanda sözleşmelere müdahale edilmesinin önlenmesini talep hakkını da ihtiva eder.
Anayasa uyarınca sözleşme özgürlüğü sadece kanunlarla sınırlanabilmektedir. Bu nedenle idari düzenlemelerle bu hürriyet sınırlandırılamaz. Hal böyle iken 16/04/2016 günlü, 29686 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Tıbbi Kötü Uygulamaya İlişkin Zorunlu Malî Sorumluluk Sigortasında Kurum Katkısına İlişkin Usul ve Esaslara Dair Tebliğ’de (2010/1) Değişiklik Yapılmasına İlişkin Tebliğ’de hekimlere “sigortacının göstereceği avukata vekaletname verme” zorunluluğu getirilmişti.
Bu durum sözleşme özgürlüğüne tebliğ düzeyinde bir müdahale anlamına gelmekteydi ve Anayasada güvence altına alınan bir temel hakka aykırılık teşkil ediyordu. Ayrıca kaynağını kanundan alan avukatını serbestçe belirleme hakkı da nihayetinde bir idari düzenleme olan tebliğ ile ortadan kaldırılmış oluyordu ki bu da hukuken mümkün değildi.
Kaldı ki malpraktis sigorta şirketinin malpraktisten kaynaklanan sorumluluğu poliçe tutarı ile sınırlıdır. Bu yönüyle poliçe tutarını aşan kısım yönünden hekim ile sigortacı arasında çıkar çatışması bulunmaktadır. Bu bakımdan hekimin sigortacının göstereceği avukata vekâlet vermek zorunda bırakılması da hukukun genel ilkelerine aykırı olacaktır.
İşte Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu YD İtiraz No: 2017/384 sayılı kararı ile yukarıda anılan gerekçelerle hekimlere “sigortacının göstereceği avukata vekaletname verme” zorunluluğunun yürütmesini durdurmuştur.
İletişim için: bilgi@erkingocmen.av.tr
. Av. Erkin Göçmen’i Twitter’da takip etmek için tıklayın >
. Av. Erkin Göçmen’i Facebook’ta takip etmek için tıklayın >
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?