Pandemi, beden sağlığımızdan ruh sağlığımıza, güvenlik duygumuzdan sosyal bağlantılarımıza, kişisel özgürlüklerimizden finansal güvenliğimize kadar bir dizi kayba yol açtı. Pek çok insanımız işini kaybetti, eşine dostuna sevdiklerine dokunabilme özgürlüğünü kaybetti, çocuklarımız, gençlerimiz yüz yüze eğitim şansını, okul bahçesinde, sokakta ya da takım oyunlarında oynama şansını kaybetti, pek çok insanımız da sağlığını kaybetti.
Yaşadığımız bir dizi kaybın içinde elbette en travmatik olanları ani ve beklenmedik ölümler oldu. COVID 19 pandemisi ile birlikte ölüm ve yas kavramlarımız da başka bir şekil aldı. Çoğu zaman sevdiklerimize veda bile edemeden onlardan ayrılmak zorunda kaldık. Üstelik bazılarımız aynı anda birden fazla sevdiğini kaybetme durumu ile karşılaştı. Kaybettiğimiz sevdiklerimizi sonsuz yolculuklarına uğurlarken her zamanki ritüellerimizi, sorumluluklarımızı yerine getiremedik. Çevremizden yeterince sosyal destek alamadık. Yokluklarının yarattığı boşluğu güzel hatıraları ile doldurmamız yaşadığımız şok yüzünden zorlaştı.
Antidepresanlar ruhsal sıkıntılarımızın giderilmesinde tek seçenek midir?
Özetle hazırlıksız yakalandığımız bu ani ölümler çoğu zaman geride kocaman boşluklar, özlemler, acılar, endişeler, kaygılar hatta vicdan azabı bıraktılar. Tutulabilen yaslarımız, tutulamayan yaslarımız, kelimelerin kifayetsiz kaldığı, sözün bittiği durumlarımız oldu. Bazılarımızın yaşadığı acılar günden güne öylesine arttı ki zamanla bu acılarda karmaşık bir hâl aldı. Karmaşık hâl alan bu acılar bugün modern psikolojide karmaşık (komplike) yas, travmatik yas ya da patolojik yas gibi isimlerle ifade ediliyor.
İnsanoğlu kaçınılmaz olarak hayatı boyunca birçok kayıp yaşar ve doğası gereği kayıp yaşantıları sonrasında yas sürecine girer. Bu yüzden yas süreci kaçınılmaz olduğu kadar gerekli bir süreç olarak da kabul edilir. Çünkü bu süreç bir çeşit uyum sağlama süreci olarak ele alınabilir. Kayıp sonrası, kaybedilenin artık olmadığı dünyaya uyum sağlamak zor olduğundan insan fizyolojik, duygusal ve davranışsal olarak birtakım tepkiler verebilir.
Bu durum bir anlamda herhangi bir kayıp ya da değişikliğe psikolojik olarak yanıt vermektir. Bu süreçte ortaya çıkan tepkiler zaman içerisinde azalır ve kişi eski işlevsellik düzeyine geri döner. Bir başka deyişle normalleşir. Kayıp sonrası yaşanan bu yas süreci genellikle ilk 3-6 ay olarak tanımlanmakta ve bu sürenin sonunda kişinin işlevselliğinin normale dönmesi beklenmektedir. Bazı durumlarda bu süre 6 aydan 1 yıla kadar da normal kabul edilebilir.
Depresyon nedir? Neden olur? Belirtileri, türleri ve tedavisi
Ancak kimi zaman yas süreci olağan seyrinden sapabilmekte, belirtilerin şiddeti zaman içerisinde azalmak yerine artarak süreç karmaşık bir hâl alabilmektedir. İşte karmaşık yas denilen olgu bu tablonun ortaya çıkmasıyla başlamaktadır. Yani karmaşık yas; bir anlamda sevilen kişinin ani ya da şiddetli ölümü karşısında şok hissetme, acı duyma, ölümü kabul etmeme, kişiyi aşırı özleme, sürekli onu arama, zihnin sürekli ölen kişi ile meşgul olması, günlük işlevselliklerde bozulma gibi belirti ve tepkilerin normal yas sürecinden zaman olarak daha uzun ve daha şiddetli olması olarak tanımlanabilir.
Aslında yas sürecinde olan birçok kişiyi gözlemlediğimizde birbirlerinden çok farklı tepkiler verdiklerini görürüz. Kimileri kayıp haberini alır almaz yas tepkileri verirken kimileri de yaslarını erteler ve daha sonra yas sürecine girerler. Kimileri kaybın ardından hiç üzüntü tepkileri vermezken kimileri de kayıp sonrası ağır belirtiler gösterirler. Her insan kendine özgü ve biricik olduğundan doğal olarak kayıp sonrası verdikleri tepkiler de aynı değildir.
Ancak bazı yas tepkileri psikolojide risk faktörü olarak ele alınmaktadır. Bu yüzden sağlıksız olduğu düşünülen yas tepkileri kesinlikle göz ardı edilmemelidir. Mesela kaybın ardından hiç üzüntü tepkileri vermemek, zamanında yaşanmayan duyguların daha sonra çok farklı şekillerde ortaya çıkmasına neden olabilir. Yine tepkilerin çok yoğun, şiddetli ve uzun süreli olması da yeri geldiğinde ölümcül sonuçlar doğurma riski taşıyabilir.
Korona günleri: Kişisel gelişim için fırsat mı, yoksa benliğimiz için bir kriz mi?
Eğer yaşadığımız yas süreci uzun ve olumsuz bir gidişat sergiliyorsa; işlevsellik düzeyimiz ve psikolojik iyi oluş hâlimiz bozulduysa; kaybımızı inkâr ediyor ya da bastırıyorsak; kaybımızı hatırlatan herkesten ve her şeyden kaçmak istiyorsak; ölen yakınımız hakkında şimdiki zaman dilini kullanarak bahsediyorsak; kaybettiğimiz kişinin eşyalarını uzun süre saklıyorsak; kaybımız sonrası madde ya da alkol kullanımını arttırdıysak, bütün bu tepkilerimiz bize yardım almamız gerektiğini söylüyor olabilir.
Yardım almaya karar verdiğimizde öncelikle yapmamız gereken ihtiyacımıza en uygun tedavi yöntemini tercih etmek olmalıdır. Örneğin bazılarımıza sadece kayıp ve yas süreci ile ilgili bilgilendirme yetebilir; bazılarımız kayıptan daha çok etkilenmiş olmasına rağmen işini gücünü sürdürebiliyorsa eğer kısa süreli psikolojik tedaviler ihtiyacını karşılayabilir; ancak hayatımız ciddi derecede etkilenmiş ise ve ağır belirtiler gösteriyorsak bu durumda yoğun psikolojik tedavilere, ilaç tedavilerine hatta hastaneye yatışa ihtiyaç duyabiliriz.
Öncelikle şunu bilmeliyiz ki kayıpla başa çıkmak her zaman zordur ancak içinde bulunduğumuz COVID 19 çağında daha da zordur. Dolayısıyla çevremizde pandemi nedeniyle kayıplar yaşayan ve yas sürecinde olan kişilere oldukça hassas davranmalı, söylemlerimizde dikkatli olmalıyız. Mesela yakınını kaybetmiş ve yas sürecinde olan bir kişiye “Seni anlıyorum”, “Ne hissettiğini biliyorum” gibi söylemler incitici olabilir.
Anksiyete nedir? Kaygı neden olur? Belirtileri ve tedavi yöntemleri
Kişi iç dünyasında “Yaşamadı ki beni nasıl anlayabilir?” diye düşündüğünden birisinin onu anladığını söylemesi, duygularının hafife alındığını hissettirebilir. Yine “Endişelenme, her şey düzelecek” ya da “Çocukların için yaşamalısın” gibi sözler kişide anlaşılmama, değersizlik, kendisini yalnız hissetme gibi duygulara neden olabilir. Bu yüzden bütün bu söylemlerin yerine beden dilimizle yanında olduğumuzu hissettirebilir gerekirse hiçbir şey söylemeden sessizliğimizle acısına ortak olabiliriz. Mutlaka bir şeyler söylemek gerekirse de “Çok acı çektiğini görüyorum” gibi cümlelerle acısını onayladığımızı hissettirebiliriz.
Yas sürecinde olan kişi sürekli konuşmak, tekrar tekrar aynı şeyleri anlatmak, defalarca acısından bahsetmek isteyebilir. Bu durumda yine yapılması gereken onu dikkatle ve ilgiyle dinlemek olmalıdır. Dinlerken ne söylerse söylesin şaşırmamak, şok belirtisi göstermemek, sıra dışı bir şey söylediğinde panik olmamak, sözlerini oldukça sakin ve anlayışla karşılamak gerekecektir. Ancak riskli görülen durumlarda (kendine zarar vermek istediğini söylemesi gibi) elbette gerekli tedbirler alınmalıdır. O konuşurken onu dinlemek yerine kendi acılarımızdan bahsetmek, kendimizi anlatmak doğru bir tavır değildir.
Eğer mümkünse bu süreçte yeni ve önemli kararlar almasını ertelemesi için telkinde bulunmamız gerekebilir. Çünkü acısının büyüklüğünü düşündüğümüzde radikal kararlar alması için hiç de doğru bir zaman olmayabilir.
Ayrıca bu duygusal sürecin nasıl işlediği ve kayıp sonrası yaşamın normale dönmesi her ne kadar psikolojinin ilgilendiği konulardan biri olsa da unutmamalıyız ki kayıp sonrasında inançlı birçok insan, kaybı inandığı dinin bakış açısıyla anlamlandırma ihtiyacı duyacaktır. Bu yüzden yaşanan olayın “bir planın parçası” olup tesadüfe bağlı olmadığına inanmak; yaşadıklarının bir sebebi olduğunu hiçbir şeyin boşuna olmadığını düşünmek; yaşanılan olayın bilişsel çerçevesini yeniden yapılandırmak gibi eylemler çoğu zaman kişinin bu zorlu süreçle başa çıkmasını kolaylaştıracaktır.
Bütün bu yardım etme çabalarımıza rağmen yine de yaşadığı süreçle başa çıkmakta zorlandıklarına ya da sigara, alkol ve madde kullanımı gibi olumsuz baş etme yöntemlerini kullandıklarına şahit olduğumuz kişileri mutlaka ruh sağlığı uzmanlarından destek almaları için yönlendirmeliyiz.
Ölüm insanoğlu için travmaların en büyüğü olarak kabul edilse de varlığın devamı için kaçınılmaz olduğu bir gerçek. Kim bilir belki de ölüm olmasa yaşam diye bir kavram da olmayacak. Zirâ yaratılışın özünde zıtların bir araya gelmesi ve birbirlerini tamamlaması söz konusu. Tıpkı sıcakla soğuk, karanlıkla aydınlık, kötülükle iyilik gibi. Karanlık olmasa aydınlığın, kötülük olmasa iyiliğin kıymeti bilinir miydi ya da yeterince anlamlı olur muydu acaba? Yaşamı anlamlı kılan da ölümün varlığı olsa gerek.
Antidepresan nedir? Ne işe yarar? Yan etkileri ve depresyon tedavisi
Elbette ölümün sıralı olmasıdır istenen beklenen. Sıralı olmayan, ani ve hiç beklenmedik anlarda gelen ölüme hoş geldin diyebilmek oldukça zor olmalı. Ama ister ölümü geldiği gibi kabul edelim, ister varlığını ret edelim her an bizim ve sevdiklerimizin kapısını çalabileceği gerçeğini değiştiremeyiz. Her ne kadar ölümsüzlüğü kovalasak da ölümlü olduğumuzu kabul etmekten başka seçeneğimiz yok.
Ancak unutmayalım ki ölümün tüm yıpratıcı etkilerini azaltabilir, ölüm karşısında yaşamın hakkını vererek teselli bulabiliriz. Aldığımız her nefes için, yaşadığımız her an için şükrederek, birey merkezli, maddeci yönelimlerimizden arınarak, içimizdeki saf sevgiden yardım alarak, bedenimize, ruhumuza, sevdiklerimize çok iyi bakarak ve elbette yaşamımıza anlam ve değer katacak bir amaca sımsıkı sarılarak…
Kaynaklar ve Referanslar:
1- Amerıcan Psychologıcal Assocıatıon, Grief and COVID-19: Mourning our bygone lives, https://www.apa.org, et. 30.04.2021YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?