– Olmaz mı? 56 yıllık hekimim. Biz hakiki hekimlerle büyüdük. Modern tıbba, ilaç endüstrisine hizmet edenlerle değil. Onlar çoğalsın istiyorum. Tek hayalim, tek idealim var, her şeyi de onun için yapıyorum: Sağlıklı bir toplum ve sağlıklı bir gençlik olması. Bakın siz gençsiniz ama ‘mutlu yaşlılık’ geçirmek diye bir şey var. Ve bu bizim elimizde.
Tuz kısıtlaması hipertansiyonla mücadelede önemli bir hedef olmalı!
Sorunsuz, sağlıklı beden ve ruh. Bunların temelinde bozukluk olunca, gerisi de geliyor. Hastalıkların hiçbiri ilaç eksikliğinden değil, vücuttaki temel bozukluklardan. Depresyon ilaç eksikliğinden değil, tansiyon ilaç eksikliğinden değil. Mide bulantısı, ülser ilaç eksikliğinden değil. Bunları altta kaynatan neler var? Dünya artık bunu inceliyor. Hakiki tıp bu. İşte ben de bu kitapta, bunun şifrelerini anlatıyorum.
– Hastalıkların tedavisiydi diyorum. Daha doğrusu hastalık uydurup ilaç vermekti. Aslında hastalık yoktur, hasta vardır. Herkes özeldir, sekiz milyar kişinin hastalığı da özeldir. Halbuki modern tıp ne diyor? “Şu değerin 120’nin üstündeyse hastasın, bu ilacı alacaksın!” Bu tıp bu değil, kusura bakmasınlar.
– Yok işte, onu anlatmaya çalışıyorum. Bir kişiye Alzheimer teşhisi konuyor. 20 yaşındaki kızına da, “Sen de Alzheimer olacaksın, onun için bu ilacı al!” deniyor. Hastaların ve gençlerin umutlarını ellerinden almaya hakkımız yok. Neden onun da Alzheimer olma ihtimali varmış? Çünkü istatistikler öyle söylüyormuş. Yok öyle şey! Bunların hepsi manipülasyon.
– İster ayağa kalksınlar, ister takla atsınlar. Ben yine inandığım şeyleri söyleyeceğim.
HERKES BENİM NE YEDİĞİMİ MERAK EDİYOR
– Herkes de benim yediğime meraklı! Allah ne verdiyse onu yedim. Mesela kış ya şimdi, güzel kemik suyu çorba içiyorum sabahları. Konsome yani. Bol limonlu, bol kaya tuzlu bir çorba içtim bu sabah. 30 kadar da zeytin yedim. Ve biraz da peynir. Bugün yumurta yemedim. Sonra da buraya gelmeden mercimek çorbası, zeytin salatası ve yoğurt. Üstüne de kahve içtim.
VICTORIA’S SECRET MANKENİ KARATAY DİYETİ YAPIYOR
– Doğru beslenme, doğru yaşama, kimyasallardan uzaklaşma. Reklamı yapılmış olan her yiyecekten uzak durma. Çünkü reklamı yapılan hiçbir yiyecek hakiki yiyecek değildir! Bütün çocukların kafasını bozan da o. Hiperaktivite neden bu kadar artıyor zannediyorsunuz?
– Adına ne derseniz deyin, her şey doğal ve bozulmamış olarak vücuda girmeli. Ben aslında çocukken ne yaptığımızı, anne-babamızın neler yediğini anlatıyorum. Anam babam usulü beslenme yani. Geçende sizin gazetede vardı. Victoria’s Secret mankeni açıklamış: İki öğün besleniyormuş. Sadece doğal olanı yiyormuş. İşlenmiş gıdalara elveda demiş! Altına da yazmışlar, “Biz bunları zaten biliyoruz, Karatay bize çoktan söyledi!”
– Senelerdir evde yapıyorum kendi yoğurdumu. 12 sene Amerika’da kaldım, orada da kendim yaptım.
– Aa tabii. Her akşam değil ama bulursak daha ne isterim? Her semtteki kelle paçacıları aşağı yukarı bilirim. Hele Anadolu’ya seyahat ettiğimde başka hiçbir şey yemem!
– Şimdi bakın, genetik olarak hepimizde kanser geni var, o gen var, bu gen var. Ama bu genlerin hepsi uykuda. “Bunları kurcalamayacağız, uyandırmayacağız kardeşim!” diyorum. Eğer uyanmışlarsa da tekrar onları pış pış yapıp uykuya gönderebiliriz. Onları uyandıran ne? Sigara, şeker, şekerli içecekler, modern buğdaydan yapılmış yiyecekler, ekmekler, kızartmalar, trans yağlar…
– Bunların hepsi zehir! Zehir yemeden ömür geçer, geçmeli! Ben durumunuzu inceledikten sonra, “Hastalığınızın sebebi bu!” diyorum. Tedbir alınca düzeliyor. Beni görmeden de düzelen on binlerce insan var. Ankara’da bir halk konuşmam vardı, 25 yaşında bir çocuk teşekkür etmeye geldi. Diyabet hastasıymış, tam 60 kilo vermiş. “Diyabetim kalmadı, ilaçlarımı bıraktım, sadece sizin kitaplarınızı okuyarak!” dedi.
BEN HAYATTA TAVUK YEMEM
– Sizi anlıyorum ama zararları minimize etmek elimizde. Mesela en basiti, sigarayı vücudumuza sokmayacağız veya cips yemeyeceğiz. Alışveriş yaparken etiket okuyacağız. Kimyasal katkılı maddeleri almayacağız. Halk pazarlarına, yöresel pazarlara yöneleceğiz. İmkanımız varsa, organik sertifikalı satış yapan pazarlara gideceğiz.
– Ben hayatta tavuk yemem! Tavuk tavuk değil ki yiyeyim! Bu arada temizlik ve kozmetik ürünlerinde de ekolojik olanlara geçeceğiz. Evimizdeki eşyaları da mümkün olduğunca doğala çevireceğiz. Yaşam tarzınızı minimize ettikçe, zaten zarardan uzaklaşıyorsunuz. Şimdiki gençler çok tembel, fast food yiyorlar. Ya da anneler alıyorlar paketleri, çocukların önüne koyuyorlar. Bunlar tehlikeli. Bir de tek bir yerden her şeyi almaya çalışmayacağız. Herkes istiyor ki tek bir markete gideyim, öyle bir şey yok.
BÖBREK ÇALAN DOKTORLARI MESLEKTEN MEN EDEMEDİLER
– Bana hiç ceza verilmedi ki. Mahkemeler hâlâ devam ediyor. Ben verilen karara itiraz ettim, bir üst mahkemeye gittim. Çünkü hiçbir derneğin kararı, hukukun üstünde değil! Türk Tabibler Birliği’nin içindeki Türk Jinekoloji ve Kadın Derneği’nin disiplin kurulu bu kararı almış ama kesin bir karar değil. Yani uygulanacak bir karar değil.
Yargıtay’a itiraz ediyoruz, dava devam ediyor. Yargıtay’dan sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi var daha. En aşağı on senelik bir süre. Fikrimi söyledim ben. 50 yıllık tecrübeli bir hekim olarak bu zaten benim görevim. Vayyyy nasıl fikrini söylersin? Meslekten men. Yok ya! Tıpta Tabipler Birliği Tüzüğü var 1936’dan beri. O tüzükte meslekten men edilmenin maddeleri yazıyor: Bilinçli bir şekilde adam öldürmek, bilinçli bir şekilde boğaz kesmek, organ çalmak. O zaman men ediliyorsunuz. Böbrek çalanları, satanları men edemediler, beni mi edecekler? Ciddiye bile almıyorum.
“ABİM ANTİDEPRESAN YÜZÜNDEN İNTİHAR ETTİ”
Günümüzde peynir-ekmek gibi antidepresan kullanılıyor. Tabii ki işe yaradığı da oluyor ama kişiliği bozduğu, intihara sürüklediği de oluyor. Ben iki aile büyüğümü de antidepresan yüzünden kaybettim. Biri abimdi, intihar etti. Babamı kaybettiğimizde, o 25, ben 24 yaşındaydım. Tıp öğrencisiydik. Herkes babasını kaybedince üzülür, biz de çok sarsıldık. Abim depresyona girdi. Bu da normal. Normal olmayan, depresyon yaşıyor diye dönemin en önemli hekimlerinin ona üç ayrı antidepresan vermesi. Ve o ilaçlar onu kötü etkiledi, sonunda da intihar etti. Diğer aile büyüğüm de halamın oğluydu. O da antidepresan kullanıyordu. Bağırsak felci oldu.
EKMEK BAĞIMLILARINA DUYRULUR! BROMÜR BİR FELAKET
– Ekmek en güçlü iştah açıcı. Ekmek yemeden doymayanlar, ekmek bağımlısı olmuştur. Çünkü ekmeğin içinde bulunan modern buğdaydan yapılan glüten, beyindeki mutluluk reseptörlerine bağlanır ve sizi geçici olarak mutlu kılar. Onun için devamlı ekmek yeme ihtiyacı doğar. Ama ekşi mayayla siyez buğdayından yapılmış ekmek yiyebiliriz. O zaman zaten acıkmıyorsunuz da.
– Birçok sebebi var, biri glüten, biri lektin, biri de bromür. Bromür hakikaten ağır metal olarak kabul ediliyor. Vücutta inflamasyonu başlatan elementlerden biri. İyot en gerekli maddelerden biri. Bromür de iyotun vücuda girmesini engelliyor. Benim hastalarımın çoğunda iyot neredeyse sıfır. İyotun olmaması da, kansere yakalanma nedenlerinden biri.
GENETİK VE İYİLEŞMEZ DENİLEN HASTALIKLAR TEDAVİ EDİLEBİLİR!
– Tabii ki yalan.
– Bakın, ‘genetik’ demek, genlerde mutasyon meydana gelmesi demek. Genlerimizdeki mutasyon 150-200 senede meydana gelir. Son 30 yıl içinde bu kadar patlayan tansiyondu, kanserdi, şuydu buydu genetik değil. Ama tabii ki ailede ne görürsek, onu yaparız. Babamız sigara içiyorsa, sigara içeriz. Annemiz sürekli börek, çörek yapıyorsa onu yeriz, biz de yapmaya başlarız. Ama bunun adı genetik değil, yaşam biçimi!
Yaşam biçimimiz de bizim kaderimiz değil, değiştirebiliriz. O yüzden de “Annende kanser var, sen de olacaksın!” şeklinde umutsuzluk aşılamanın bir manası yok! Ama çocuğunuz reklamlardaki o şekerli, gazlı içeceklerden içerse, bugün araştırmalar gösteriyor ki, onlar, sigara içmeyen kişilerde bile akciğer kanserine sebep oluyor! Demek ki neymiş? Şeker, en tatlı zehirmiş! Şeker ve insülin, mahşerin iki atlısı olarak bütün hastalıkların temelinde yatan kronik inflamasyon dediğimiz olayı başlatıyor. Birinde kanser çıkıyor, diğerinde tiroit, ötekinde pankreasta bozukluk. Çıktıkça çıkıyor…
TEHLİKELİ OLAN SOFRA TUZU! KAYA TUZU TANSİYONU YÜKSELTMEZ
– Ben başından beri bunu söylüyorum. Vücut iki öğün yemeye programlanmıştır. İbni Sina seneler evvel söylemiş bunu, “İki öğün sağlıklıdır, üç öğün hastalıktır!” Bir önceki akşam yemeğinden sonra oruca giriyorsunuz aslında, sabah bozuyorsunuz. Ondan sonra da sadece acıkınca yiyeceksiniz. Sık sık yedikçe vücut hazmedemiyor. Ara öğündü- mara öğündü, hepsinin tarihe karışması lazım!
– Kaya tuzu çok önemli. Kaya tuzunda hem sodyum hem klorür var. Ve vücudumuzun, kemiklerimizin, eklemlerimizin ve bütün organların, hormonların çalışması için gerekli olan mineraller… Ama sofra tuzunda bunlar yok. Tehlikeli olan o. Ayrıca içinde katkı maddesi de var. Akışkanlığı sağlasın diye alüminyum konuluyor.
Fazla tuz tüketimi, yüksek tansiyonu olanlarda ölümcül olabilir!
– Aksine düşürür! Çünkü tansiyonun yükselmesi, bu minerallerin vücuda tam girmemesinden. Kitapta bunu verilerle açıklıyorum. Tansiyonu yükselten şeker ve insülindir.
– Hayır yapmaz! Ödemi yapan karbonhidrat.
– Evet ama tansiyonlar düşmedi! Hala üç ayrı tansiyon ilacı kullanıyorlar, yine de düşmüyor. Çünkü vücudun temelinde bozukluk var ve o düzelmeden tansiyon düşmez. İlaç da işe yaramaz, işte ben bunu anlatmaya çalışıyorum.
– Yok sadece tuz demedim. Fransız İhtilali’nin birçok sebebi var ama temelinde ekmek ve tuz var. Marie Antoinette demiş ya “Ekmek bulamazlarsa pasta yesinler”diye. Aslında cümlenin orijinalinde, “Ekmek ve tuz bulamazlarsa, pasta yesinler!“ diye geçiyor. Tuz çok önemli bir madde. O zaman buzdolabı yok. Halk bütün yiyecekleri tuzlayarak saklıyor. Bunu bilen aristokratlar tuzu elinde tutuyor. Tuzun vergisi çok yüksek… Bu nedenle tuz kaçakçılığı başlıyor. 18 yaşından büyük kaçak tuzla yakalananlar idam ediliyor. Bu eşitsizlik ve haksızlık halkın tepkisine neden oluyor. Kaya tuzu hakkında Robespierre’in de, Voltaire’in de yazıları var. O yüzden “Fransız İhtilali’ni başlatan sebeplerden biri kaya tuzudur!” dedim. 1789’da ihtilal oluyor, 1790’da tuz vergisi kalkıyor.
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?