Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından garanti altına alınan haklar, insanı tanımlar. 1950’de beyannamenin imzalandığı tarihte haklar insanoğlunu insan olarak hayvanlardan ayıran kalıtsal özelliklerini korumak ve onurunu öne çıkarmak için tanımlanmıştı. O zamanlarda, insan teknolojik değildi ve insan soyu ve onurunun varlığı insan haklarının temelini oluşturuyordu. Fakat bugün, bioteknoloji sadece bizim doğal yeteneklerimizi geliştirmekle kalmıyor aynı zamanda bizi yeni insan olarak bahşediyor. Tazelenmiş, yenilenmiş insan teknolojik gelişimin eseridir ve insan hakları bu değişime eşlik eder.
Teknolojideki gelişmeler, insanoğlunu değiştirerek aynı zamanda haklarını da arttırır. Buna karşılık, sosyal temsilin ve organizasyonun bir aracı olarak hukuk, bilimsel beceriyi çağdaş anntropolojik düşünceye entegre edebilir. İnsan insan haklarını tanımlar, bu da sonuçta “gelişmiş insan”ı gelenekler ve teknik gelişimlerle tekrar tanımlar ve böyle devam eder. Bu yaklaşım ve gelişmiş muhakeme insan haklarının temeli “insan onuru” ve “özgürlük” kavramları tutarlılığında ilerler.
– Biyoteknoloji insan haklarını nasıl etkiledi?
İnsan hakları toplumun insan hakkındaki ardışık anlayışlarının standart olarak gösterilmesi ve sunulmasıdır: Önce humanist haklar vardı, onları bireysel haklar izledi. Bugünler trans-human hakları yolunu açan post-human hakları devridir.
Post-humanizm kişisel / bireysel isteklerin insan doğasına egemenliğidir. Sonuç olarak, insan haklarını “bireyin hakları” olarak değiştirmiştir. 1950 de beyan edilen “insan hakları” tanımlaması değişmese de bireyselliğe doğru yorum değişmiş, hatta içerik devrimi olmuştur. Öyle ki, beyanname yaşam hakkını tanımakta, fakat ötanazi isteği ve kürtaj isteği bu hakkın önüne geçmektedir. Yardımlı intihar, ötanazi veya kürtaj post-human haklardır.
Trans-humanism insanın biyoteknoloj ile aşılması biyoteknoloji ile ikamesidir. Bu teknolojilere ulaşım birey hakkı haline gelmektedir, çünkü teknoloji bireyin kendisini geliştirmesini sağlamaktadır. İnsan hakkı haline gelen teknoloji, beceri, insanlaştırılmış ve devrimsel insan anlayışımızın içine sosyal olarak entegre edilmiştir.
Böylece, “hastalıksız bir çocuğa sahip olma hakkı”nın varlığını iddia ederek European Court of Human Rights (AİHM), genetik tarama tekniklerinin kullanılmasını haklar içine almıştır. Öjeni o halde gelişmiş insan doğasının bir parçası olma yönündedir. Bu bir trans-human hakkıdır.
Humanizmden bireysel iradeye (post-humanizm) geçiş ve şimdi de teknolojiye pasaj (trans-humanizm) özgürlüğümüzü, otonomimizi genişletiyor olarak algılanmakta ve kendimizi sınırsız bir şekilde tanımlamaya doğru gitmektedir. Böylece, insan haklarını zorlamaktan uzak olarak, post ve trans humanizm onsekizinci yüzyılda insanlığa sunulan mutluluk vaadini yerine getirmek için gelişmektedir.
– AİHM bu teknikler üzerine hüküm kurmuyor mu?
Yeni bir şekilde, mahkeme ahlaki hükümlerin kendi içinde değeri olmadığına hükmetmektedir (çünkü özellikle belirli bir insan tanımına atıf yapmaktadır) , fakat sosyolojik olarak ele almakta, sosyal kabul ile ilişkilendirmektedir. İnsanlığın herhangi bir fikri relatiftir. 2010’da “ahlaki ve sosyal kabule dayalı değerlendirmeler tek başına özel bir tekniğin kısıtlanması için tek başına yeterli değildir örneğin yumurta bağışı denmiştir.
Bireyin hukuksal olarak kısıtlanması eğer bu kısıtlama “insan” ya da “iyi” kavramı üzerine ise kabul görmemektedir. Mahkeme bilimsel argümanlar istemektedir. Örneğin yakında bir vakada bir lezbiyen çiftin çocuk sahibi olma isteğini kısıtlayan hükümetin ahlak değerler üzerine kurduğu savunmasını aynı cinsten eşlerde yetişen çocuklar için neyin iyi olmadığının bilimsel kanıtlarını isteyerek red etmiştir.
– Bu değişiklik nelere bağlıdır?
Mahkeme şüphecilik ortamı ve görecelikten etkilenmektedir. Yasa koyucuların “doğru” ve “iyi” anlayışı yetenekleri ve bunun üzerine şekillendirdikleri yasalara güvenini yitirmiştir. Mahkemenin kararlarında kaynak alacağı “ gerçek” adına kalan sadece bilimdir. Aslında, bilimcilik şüphecilerin nihilizmden önce son sığınağıdır.
Bu ahlaki şüphecilik, bilimsel olmayan ahlaki tercihlere dayalı insan haklarını yok etmekte, böylece bu hakları sadece özgürlük prensibine indirmekte ve ayrıca eşitliği de ima etmektedir. Ve bu özgürlük bireyin tanımlanmamış istekleridir. Bu insan haklarından “bireylerin hakları”na geçiştir.
Özellikle, mahkeme içtihatlarının dinamik olduğunu anlatmaktadır. Buna göre: Beyanname yaşayan bir enstrümandır ve günün koşullarına göre yorumlanmalıdır. Mahkeme kararlarından görüldüğü üzere de geliştirdiği teknikler ve tutumu dolayısıyla mahkeme bunu görmekte ve istemektedir. Mahkeme kendisini “Avrupa Vicdanı” olarak tanımlamakta ve Avrupa toplumunu yenilemek, birleştirmek ve ilerletmek niyetinde olduğunu belirtmektedir.
– Fransa’nın taşıyıcı anne ile yabancıdan doğan çocuğun medeni durumunun reddi nedeniyle mahkum edilmesi vakasında da aslolan budur!
Gerçekten, mahkemenin taşıyıcı anneliği insan haklarına aykırı bulmamasını görmek çarpıcıdır. Kararında devletin uygulamada kısıtlamaları haklı çıkaracak argümanları olmalıdır demekte, taşıyıcı anneliği özgürlük olarak tanımlanmaktadır. Üzücü olan, mahkemenin taşıyıcı anne ve genetic annenin onuru, haklarını ima bile etmemiş olduğunu görmektir. Mahkeme özünde kötü eylemlerin var olma olasılığını inkar etmektedir: Bireysel özgürlük ve bireysel irade haricinde her şey koşullarla ilgilidir.
Saygılarımla,
Yrd. Doç. Dr. Hülya Bilgen
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?