Çocuklar ve yaşlılar, lösemi tedavisi gören çocuklar, kanser tedavisi için ya da herhangi bir nedenle X ışını almış hastalar, genetik anormalliği olan kişiler, ailesinde kalıtsal özellikli beyin tümörü öyküsü olanlar, kimyasal ajanlara ve elektromanyetik alana maruz kalanlar ve bağışıklık sistemi bozukluğu olanlar risk altındadırlar.
İyi huylu tümörler, beyin söz konusu olunca yerleştiği yer itibariyle bazen çok kötü sonuçlara yol açabilir. Çünkü beyin, kafatası içerisinde bazı noktaları zor ulaşım özelliği olan sabit bir boşluğa yerleşmiştir. Beyin tümörü iyi huylu da olsa normal beyin dokusuna yetecek kadar bir hacmin başka bir doku tarafından işgal edilmesi durumunda, bu sabit yapıda bir dokunun alanının genişleyebilmesi için öbür dokunun alanının küçülmesi gerekir. Beyin belli hacimdeki ek misafirleri kabul edebilecek kapasitededir.
Ancak bu misafirin geliş şekli, süresi, hızı çok önemlidir. İyi huylu tümörler kafa tabanında değerli kafa sinirlerine komşu yerleştiklerinde tedavide büyük zorluklarla karşılaşılabilir. Bunun yanında beynin kolay ulaşılır bölgelerinde olanlar rahatlıkla ameliyat edilebilir.
Beyin tümörü tanısı koymak için altın standart, beynin MR ile görüntülenmesidir. Bunun ardından beyin tomografisi yapılabilir. Ancak kesin tanı koymak için biyopsi yapılması yani doku örneği alınması gerekir. Tümörün niteliğinin anlaşılması için damar yoluyla hastaya “kontrast madde” denilen yabancı dokuyu yani tümörü boyayarak kolayca görünür hale getiren bir madde verilir. Tümörün konstrat maddeyi tutması, tutuş şekli, eşit olarak dağılımı gibi durumlar göz önüne alınarak türü anlaşılabilir.
MRS denilen yöntemle de anormal görünümlü bölgenin içeriğindeki bir takım maddelerin bulunma oranları tespit edilmektedir. “Difüzyon” adı verilen çeşitli MR teknikleri kullanılarak hayatiyetini kaybetmiş beyin dokusu tümörden ayırt edilebilmektedir. Beyne bası yapmayan küçük şüpheli görüntüler belli aralıklarla izlenerek ameliyat kararı daha sağlıklı verilebilmektedir.
Kafa içi basıncını artıran, etraftaki önemli yapılara bası yaparak hastada fonksiyon kayıplarına neden olan tümörler iyi veya kötü huylu olsalar bile ameliyatla çıkarılır. Cerrahi olarak tam çıkartılabilen iyi huylu tümörlerde hastalar normal hayatlarına devam edebilirler. Tümör tam çıkartılamadığında belli aralıklarla MR incelemesi yapılır. Tekrar büyüyenler bası belirtisi verdiklerinde yeniden ameliyat edilebilir.
MR’ın günümüzde sık kullanımının getirdiği tesadüfen yakalanan küçük iyi huylu tümörler hemen ameliyatla alınmamaktadır. Aralıklı yapılan MR takiplerinde büyüme saptanırsa ameliyat gerekir. “Meningiom” denilen beyin zarı örtülerinden çıkan bir tümör tipi sık rastlanılan bir örnektir. Sessiz bölgede, yani etrafında hayati yapının olmadığı yerlerde çıkan tümörler ameliyat edilmez, sadece izlenir. Ancak önemli yapılara komşu olup, büyüdüklerinde risk oluşturabilecekleri hesap edilen tümörler küçük de olsa alınmalıdır.
Küçük tümörlerde küçük deliklerden çalışma imkanı bulunmaktadır. Endoskopik yöntemler de bazı olgularda hastaya az kesi ile çok fayda sağlar. Ameliyat esnasında kullanılan MR, tomografi ve yön bulma teknolojileri cerrahi riski azaltmada yardımcı olur. Özellikle kuvvet ya da konuşma merkezine komşu tümörlerin cerrahisinde genel anestezi yerine lokal anestezi ile hasta uyanıkken beyin ameliyatı yapmak mümkündür.
Cerrahinin çok riskli olduğu durumlarda “Gama Knife” ya da “Ciber Knife” denilen yoğunlaştırılmış ve odaklanmış ışın demeti, tümörün büyümesine engel olmak ve tümörü küçültmek için kullanılabilir. Bu teknoloji genelde iyi huylu tümörlerde, bazen de küçük kötü huylu tümörlerde kullanılır. Kötü huylu tümörlerde ameliyatı takiben ışın tedavisi yapılarak, geride kalan hücreler yok edilebilir. Bazı uygun tümör tiplerinde buna ek olarak ilaç tedavisi uygulanır.
Kafaiçi tümörlerinin tanısında aydınlatılması gereken üç nokta vardır: Tümörün genel tanısı, kesin yerinin ve yapı Özelliklerinin tanısı. İlk aşamada yalnızca yaklaşık bir yönelim sağlanırken, ikinci ve üçüncü aşamalar tedavi açısından büyük önem taşır. Tümörün genel tanısı, kafaiçi basınç artması belirtileriyle yerleşim belirtilerinin birlikte bulunmasına dayanır. Kafaiçi basınç artması sendromu, başlangıçtan itibaren her zaman görülmeyebilir.
Bazen oldukça geç ve yerleşim belirtilerinden sonra ortaya çıkabilir. Bulunduğunda da her zaman bütün belirtileriyle görülme-yebilir. Örneğin, papilla stazı özellikle önkafatası çukuru tümörleri başta olmak üzere olguların yarısında görülmez.
Fibromiyalji (ağrı hastalığı) nedir? Belirtileri, nedenleri ve tedavisi
Bazen kafaiçi basınç artması belirtileri, yerleşim belirtilerinden önce ortaya çıkar. Kafaiçi basınç artması sendromu belirtileri, öncelikle serumlu beyin zan iltihabı ile ayırıcı tanı yapılmasını gerektirir. Dikkatle yapılan ayırıcı tanı, beyin zan iltihabı ve beyin tümörü dışında, beyin-omurilik sıvısının aşırı salgılandığı ya da geri emiliminin engellendiği bütün KÎBAS (kafaiçi basınç artışı sendromu) tablolarının değerlendirilmesini sağlar.
Başta artkafa çukurunun papillomları (epitelde gelişen iyi huylu tümör) olmak üzere bazı tümörlerde kafaiçi basınç artması belirtilerinin aralıklı olarak görüldüğü de unutulmamalıdır. Kist oluşumu ile seyreden serumlu beyin zan iltihabı ile ayırıcı tanı daha zordur. Bu hastalık daha çok tümörlerin pek görülmediği kafatası tabanında yerleşmesine karşın, iltihabı süreç sonucunda tepeye yakın bölgelerde kistlerin oluşmasına yol açabilir.
Bu olgularda ayırıcı tanı çok güçtür, hastalığın gidişi ayırıcı tanıda iyi bir ölçüt olabiİir. Tümör olguları her zaman ilerleyici ve kesintisiz bir gidiş gösterirken, kistlerde duraklama ve iyileşme dönemleri görülebilir. Ama bu, çok belirgin bir Ölçüt değildir, çünkü kistler de birçok olguda kesintisiz bir gelişme gösterebilir.
Meninjiyomlar (beyin-omurilik zarı tümörü) ile sertzardaki (dura mater) kan pıhtısı kitleleri arasında ayırıcı tanı yapılması bazen güç olabilir; bu pıhtı kitleleri bazen iki yanlıdır (beyin zarı İle beyin arasında; beyin zarı ile kafatası arasında) ve yaralanmalar sonucunda oluştuğunda bile çok yavaş gelişebilirler. Klinik veriler tanıyı aydınlatmaya yeterli olmadığında bilgisayarlı tomografi ya da magnetik rezonans tüm kuşkulan giderebilir.
Tümör ile tromboz, kanama ya da emboli gibi damarsal olaylar arasında ayırıcı tanı oldukça kolaydır. Damar olaylannda belirtiler çok hızlı ortaya çıkarken, tümör belirtileri her zaman daha yavaş gelişir ve ilerleyici özelliktedir. Ama hastalığın ilk belirtilerinin tumor kütlesinin ortasındaki ani bir kanamayla ortaya çıktığı ya da tablonun aniden ağırlaştığı olgular da bilinir. Tümörlerin ilerleyici gidişi ile damar olaylarının duraklayıcı ya da gerileyici gidişi, iki sürecin kolayca ayırt edilmesini sağlar.
İrinleşme görülmeyen bazı akut beyin iltihabı olgulan, kafaiçi basınç artmasına benzer belirtiler gösterdiğinden (bazen ağtabaka kanamalarıyla birlikte görülen papilla stazı baş ağrısı) bu olgulara “yalancı tümör tablosu oluşturan beyin iltihaplan” da denir. Bunlar gerçek beyin tümörleri ile ayırıcı tamları güç olan olgulardır.
Yalancı tümör tablosu yapan beyin iltihaplanmaları başlangıçta akut ya da subakuttur; baş ağrısı hiçbir zaman kusma ile birlikte görülmez ve genellikle papilla stazı ve ağtabaka kanamaları ile birlikte olduğu halde çok şiddetli değildir; yerleşimi ile ilgili belirtiler çok hafiftir ya da hiç yoktur; belden alınan beyin-omurilik sıvısının basıncı yüksek değildir; pnömoensefalografide beyin karıncıklarında genişleme ya da biçim bozuklukları görülmez. Tümörlerin yerleşimleri, bulundukları beyin alanına özgü belirtiler değerlendirilerek saptanır.
Kafaiçi basınç yükselmesi belirtilerinin erken görülmesi ve şiddetli olması tanıya katkıda bulunabilir. Genellikle erken ve şiddetli bir basınç artması sendromu, sık görülen kusmalarla ve papilla stazı ile birlikte olduğunda arka kafatası çukuru tümörünü düşündürmelidir. Oysa papilla stazıyla birlikte olmayan bir basınç artması sendromu, belirgin zihinsel uyuşuklukla birlikte görüldüğünde Ön kafatası çukuru tümörü akla gelir. Yapısal özellikleri en zor tanınan konulardan biri beyin tümörleridir. Beyin apseleri, kistler, tüberkülomlar, gomlar hemen hemen tümörlerle aynı belirtileri verir.
Ayırıcı tamda dolaylı Ölçütlerden yararlanılır. Başka bölgelerde önceden irinli odaklar bulunması (örneğin, irinli kulak iltihabı olgularında apse genellikle şakak lobunda ya da beyinciktedir) ve genel enfeksiyon belirtileri (hafif ateş, akyuvar sayısının ve kan sedimantasyon hızının artması) beyin apsesini düşündürür. Başka organlarda aynı yapıda kistlerin bulunması; ekinokoklarda casoni deriiçi tepkime testinin pozitif sonuç vermesi; beyin sistiserkozunda ise kanda ve beyin-omurilik sıvısında eozinofillerin (bir akyuvar türü) artması gibi belirtiler asalaklann neden olduğu beyin apselerini gösterir. Gom ve tüberkülomlar klinik olarak tümörlerden ayırt edilebilir: Hastanın Öyküsünde başka organlarda da tüberküllerin bulunması, frengi testlerinin (Wassermann, VDRL) pozitif olması, ayırıcı tanıya yardımcı olur.
Teknolojideki gelişmeler tanıya varmada hekimlere büyük kolaylıklar sağlamıştır. Günümüzde bilgisayarlı beyin tomografisi (BBT) ve magnetik rezonans (MR) gibi yanılma payım çok azaltan inceleme yöntemlerinin geliştirilmesiyle, beyin tümörleri ve öteki kafaiçi yer kaplayan hastalıkların tanısı çok kolaylaşmıştır. Anjiyografinin (kontrast madde verilerek damarların görüntülenmesi) Özellikle beyin damarlarındaki hastalıkların tanısında önemli yeri vardır. Pnömoensefalografi ve ventrikülografi eskiden olduğu kadar sık kullanılmamaktadır. Ekoensefalografi ise yenidoğanlarda, özellikle hidrosefali tanısında çok geçerli bir yöntemdir.
Kafa filmi alındığında beyin tümörü olgularının yaklaşık yüzde 30′unda değişiklik görülür. Kafa filmi, kafaiçi süreçle ilgili doğrudan ya da dolaylı belirtilerin ortaya konmasını sağlar. Doğrudan belirtilerin başlıcalan, yüzde 6-8 oranında görülen kalsiyum çökeltileri, tümörün doğrudan etkisiyle kemiklerde gerçekleşen doku yıkımları ve dokuların yer değiştirmeleridir. Dolaylı belirtiler ise kafaiçi basınç artması sonucu ortaya çıkar.
Öteki tanı yöntemleriyle birlikte uygulanan basit bir incelemedir; tanıya ulaşmak için tek basma yeterli değildir. Bilgisayarlı beyin tomografisi (BBT) ve magnetik rezonans(MR) -Kafaiçi tümörlerin tanısında en yararlı tanı yöntemleridir. Bu yöntemlerle tümörün sağlıklı beyin dokularından ayırt edilmesi sağlanır. Uygulanması kolay olduğundan, damar yoluyla gerçekleştirilen yöntemlerden önce başvurulur.
Yıllardır beyin tümörlerinin tanısmda temel yöntemlerden biri olarak yaygın bir biçimde kullanılmaktadır. Uyluktan, omur atardamarlarından ya da şahdamarmdan sokulan bir kateter ile yapılır. Tümörün kesin tanısını sağlar ve beyin cerrahlarının tümör içi ve çevresindeki damarlanmayı kavramalarına yardımcı olur. Öbür yöntemlere oranla tartışmasız üstünlükleri olan anjiyografinin uygulanmasında bazı tehlikeler de söz konusudur. Anjiyografi yapılan hastaların yüzde 3-5′inde tek yanlı felç ya da güç azalması, konuşma kaslarındaki bozukluklara bağlı konuşma güçlükleri, bilinç bozukluğu, koma, çırpınma nöbetleri gibi komplikasyonlar görülebilir. Bu istenmeyen sonuçların büyük bir bölümü geçicidir, bir süre sonra iyileşme görülür. Kalıcı bozuklukların görülme oram yalnızca binde 9′dur.
Uygulamaları birbirine benzediği için, beyin karıncıkları sistemi ve örümceksi (araknoit) zar altı boşlukların incelenmesinde birlikte kullanılırlar. Tanı karıncık ya da sarnıç sistemindeki baskı, yer değişikliği ve biçim bozukluklarının görülmesi ile konur. Bilgisayarlı tomografi ve magnetik rezonans bulunduktan sonra bu yöntemlerin kullanımı azalmıştır. Ama özellikle beyin orta hattının derin lezyonlarının tanısında (II. ve IV. karıncık, Türk eyeri bölgesi) bugün de kullanılmaktadırlar. Uygulama sonrasında seyrek olarak bulantı, kusma vebaş ağrısı gibi istenmeyen sonuçlar gelişebilir. Ölümle sonlanan olgular binde 2′yi geçmez.
Geçmiş yıllarda sık kullanılan bu yöntem günümüzde de önemini korumaktadır. Özellikle kafaiçi yayılım gösteren bir sürecin varlığını kanıtlamada ve bazen de yerini saptamada yararlıdır. Ama elde edilen bilgiler hiçbir zaman, cerrahi girişim için yeterli gerekçe sağlayamaz. EEG’de hastalık düşündüren ritimlerin ortaya çıkmasıyla tümörün varlığı arasında bir ilişki saptanmışsa da, bu yöntem yalnızca yol gösterici bir tanı aracıdır, ardından daha duyarlı inceleme yöntemleri uygulanmalıdır.
Kuşku duyulan bir beyin tümörü tanısı biyopsi ile alınan doku örneği İncelenerek kesinleştirilebilir. Alınan doku örneğinin yeterli miktarda ve tanıya varmak için uygun olması temel koşuldur. Beyin biyopsisinin uygulamasındaki başlıca tehlikeler şunlardır: Alınan örneğin azlığından ötürü ya da biyopsinin, süreci tam olarak yansıtmayan bir bölgede yapılması sonucunda yanlış tanıya varma (olguların yüzde 37’si); kanama (yüzde 5); beyin şişmesi (yüzde 20). Bu son tehlikeli durum koruyucu olarak yüksek doz kortikosteroit grubu ilaç verilerek Önlenebilir. Son yıllarda uygulanan stereotaktik cerrahi sayesinde bu tehlikeler önemli Ölçüde azalmıştır.
• Genel ilkeler – Bugüne değin uygulanan tüm tedavi girişimleri sonuçsuz kalmıştır; bu nedenle beyin tümörleri ve özellikle kötü huylu gliyomlar (sinir sistemi destek doku hücrelerinde gelişen tümör) ölümcül kabul edilirler. Tümörün yeri genellikle cerrahi girişimin eksik kalmasına neden olur (bu da bir başarısızlık nedeni kabul edilir). Sinir dokusunun yenilenme yeteneği olmadığından, sağlıklı bölgelerin alınması, o bölgenin işlevsel önemiyle orantılı bozukluklara yol açar; ağır ve kalıcı sinir sistemi yeti yitimi ortaya çıkar. Tümör kütlesinin bulunduğu yerde birbirinden farklı üç bölge saptanır. En dışta odağın etrafındaki Ödem bölgesi bulunur; burada sağlıklı beyin dokusuna yayılmış durumda ve hızla gelişen küçük tümör odakları vardır.
Birinci ve üçüncü bölgeler arasındaki ikinci bölge aktif olarak gelişen bir dizi hücreden oluşur. Tümörün ortasında yer alan üçüncü bölge, doku ölümü ve hücre yıkımı bölgesidir. Tümörün çevresindeki sağlıklı dokuyu alma olanakları oldukça sınırlı olan cerrah, Ölmüş ve üremeyen bölgeyi bütünüyle alabilir, ama üreme durumundaki bölgenin büyük ölçüde bırakılması zorunludur (tümörün yinelenmesine yol açan bu durum cerrahi girişimin başarısızlığının biyolojik nedeni olarak kabul edilir).
Tümörün radikal bir şekilde çıkarılması güçtür, ama bir bölümünün alınması da hastayı önemli ölçüde rahatlatır. Cerrahi girişim yöntemi kafatası duvarında bir delik açmak kadar basit ya da kranyotomi (kafatasının cerrahi girişimle açılması) gibi karmaşık bir yöntem olabilir. Basit yötemle yalnız tümörün ya da beyin kabuğunun küçük bir bölümünün biyopsi amacıyla görülmesi sağlanır. Kranyotomi yöntemi ise araştırma ve tedavi amaçlarına yönelik geniş olanaklar sağlar. Kemiğin kenarı kaldırılarak uygulanan krany,otomi girişiminde daha geniş bir beyin alanı tedavi edilebildiğinden hasta daha uzun bir süre yaşayabilir. Bütünüyle çıkarılması olanaksız kötü huylu beyin tümörlerinin tedavisinde temel hedeflerden biri temiz bir alan yaratmaktır.
Geleneksel bir tedavi yöntemi olarak kabul edilmekle birlikte, ne ölçüde etkili olduğu tam olarak belirgin değildir. Sağlıklı beyin dokusuna kalıcı zarar vermeden, yüksek dozda ışın verilmesi günümüzde de oldukça güç bir teknik sorunudur. Bugünkü bilgilerimize göre, sinir dokusunun ışınıma dayanma gücü, toplam dozu parçalar halinde artırarak uygulama yöntemine elverişsizdir. Bu koşullarda uygulanabilecek olası seçeneklerden biri hiperbarik oksijen tedavisi ile ışınlama, öteki ise ışına duyarsızlaştırıcı maddelerin de ışınımla birlikte verilmesidir.
İlaç tedavisine iyi yanıt vermeyen öteki katı kütleli tümörlerde olduğu gibi, beyin tümörlerinin gidişi de verilen ilaçlardan fazla etkilenmemiştir. Cerrahi girişim ve ışın tedavileri sonrasında yalnızca bir önlem olarak uygulandığı halde, ilaç tedavisi ışın tedavisine oranla beklenen yaşam süresini ve yineleme süresini çok az uzatmıştır.
Beyin tümörlerinin tümör gelişimini önleyici ilaçlardan fazla etkilenmemesi tümörün biyolojik özelliklerine bağlıdır: Damarları az, dokuları ölü ve az oksijen alan tümörün orta bölgesinde ilaçlar etkili tedavi dozuna ulaşamaz; doku ölümü görülen alanda bir artık hücre kütlesinin yer değiştirmesi, tümörün ilaç tedavisi boyunca üremeyi sürdürmesine neden olur. “Metabolik olarak ayrıcalıklı” ve çoğalma yeteneği olan tümör hücreleri yeni oluşan damarsız bölgelere doğru yer değiştirdiğinden, beyin dokusuna geçmesi engellenen ilaçlar burada yeterli yoğunluğa ulaşamaz.
Birleşik tedavi deneyimleri, katı kütleli tümörlerin tedavisinde cerrahi ve ışın tedavilerinin birlikte uygulanmasının en etkili yöntem olduğunu göstermiştir. Beyin tümörleri ve özellikle kötü huylu gliyom olgularında, ışın tedavisiyle birlikte ya da tek başına cerrahi tedavinin uygulanmasıyla, ancak bazı belirtileri gidermeye yönelik sonuçlar elde edilebilmiştir. Üç tedavi yönteminin birlikte uygulanması (cerrahi girişim, ışın ve ilaç tedavisi) beyin tümörü olgularında beklenen yaşam süresini biraz daha uzatmakta, hastanın bu süreyi görece rahat geçirmesini sağlamaktadır.
1- Cerrahi. Cerrahi girişimin ölümle sonuçlanması tümörün türüne, genişliğine ve yerine göre değişir. Öteki komplikasyonlar ise şunlardır: Girişimden birkaç saat sonra ortaya çıkan ameliyat sonrası pıhtı kütlesi oluşumu ile kanamalar; ödem ve enfeksiyon gelişimi; tümörün yerine ve kesilip çıkarılan dokunun genişliğine bağlı olarak, tümörün çevresindeki sağlıklı dokuların bozulması nedeniyle, kalıcı ya da geçici sinir sistemi yetersizlik belirtileri.
2- Işın tedavisi (radyoterapi). Özenle yapılan ışın tedavisinin yararlan sağlıklı dokulara verilen zarardan çok olsa da, iyonize ışınların sinir dokusu üzerindeki sinir sistemini zedeleyici etkileri unutulmamalıdır. Erken ortaya çıkan ve genellikle geçici değişiklikler olabilir. Öte yandan, bazı değişiklikler geç görülür ve kalıcıdır. Erken değişiklikler kendiliğinden düzelebilir ve kortizon grubu ilaç tedavisinden yarar görebilirler. Ama geç değişikliklerin gidişi kötüdür ve tedavileri olanaksızdır. Işın tedavisi sırasında kortizon grubu ilaç verilmesi önerilir.
• Destek tedavisi – Beyin tümörlerinin birleşik tedavilerinde uygulanır. Destek tedavisi, tümör odakları çevresindeki ödemi ve tümörün kütle etkisi sonucunda gelişen kafaiçi basınç artışım denetlemeye yöneliktir. Tıkayıcı temelde gelişen iç hidrosefali ve çırpınma nöbetleri de aynı etkiye bağlanabilir. Önerilen tedaviler tıbbi ve/ya da cerrahidir. Tıbbi tedavide kortikosteroit grubu ilaçlar, sıvı yitirtici ozmotik ajanlar ve idrar söktürücüler kullanılır.
• Rehabilitasyon tedavisi – Beyin tümörü olgularının genel tedavisinde oldukça önemli bir yeri vardır. Birleşik tedavilerle beklenen yaşam süresi uzatılabilir; ama hastanın yaşamını olabildiğince rahatlatmak da gerekir. Tümörün neden olduğu ve cerrahi girişim sonucu oluşan lezyonlara bağlı eksiklikler çok şiddetli ve yaşamı tehdit edici olabilir. Uygun rehabilitasyon tedavileri ile, birçok eksiklik kısmen ya da bütünüyle iyileştirilebilir. Sonuçta zihinsel ya da hareketlerle ilgili yeneteklerde yeterli bir iyileşme elde edilebilir.
Beyin tümörlerinin gidişi çoğunlukla kötü olduğu ve ölümle sonlandığı halde beklenen yaşam süreci her zaman belirgin değildir. Kötü huylu gliyomlarda, cerrahi ve ışın tedavisindeki gelişmelere, yeni kemoterapik ilaçların kullanımına ve birleşik tedavilere karşın, sürecin sonu kötüdür; bu olgular en geç iki yıl içinde ölümle sonlanır. Tek başına cerrahi tedavi 3-6 aylık bir yaşam süresi sağlar, ışın tedavisinin eklenmesi süreyi 3-4 ay daha uzatır; bu iki tedaviye ilaç tedavisinin eklenmesiyle gerçekleşen üçlü tedavi ortalama yaşam süresini 12 ay ya da daha çok uzatabilir.
Kötü huylu gliyom olgularında birinci yılın sonunda hastaların yalnızca yüzde 20’si; 24′üncü ayın sonunda ise yalnızca yüzde 10′u yaşar. Gelecekte yeni yöntemlerin bulunması ve/ya da var olanların geliştirilmesiyle daha iyi sonuçlar elde edilmesi umulmaktadır. Medulloblastom gibi başka tümörlerde, tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi, hastanın zaman içinde uzun süre denetlenmesi gerekir. Çünkü tümörün yeniden alevlenmesi ve yayılım odakları uzun dönemde, örneğin ilk uygulanan tedaviden 7-10 yıl sonra, ortaya çıkabilir.
Medulloblastom olgularında, tedavi girişimlerine karşın, hasta 2 yaşından küçükse, tümör beyin sapını tutmuşsa ve tümörün alınması kısmiyse hastalığın beklenen gidişi kötüdür. Günümüzde kullanılan birleşik tedavi yöntemleri olguların yaklaşık yüzde 60′ında 5 yıllık bir yaşam süresi sağlar. Tedavinin etkisini klinik düzeyde değerlendirmek zordur. Birçok sinirsel yetenek yitimi kalıcıdır, tümör iyileşse bile bunlar geçmez. Hastanın kötüleşmesi tümörün yeniden gelişmeye başlamasına değil, ışın tedavisi sonrası ortaya çıkan ödem ya da hidrosefaliye (beyin karıncıklarında aşırı beyin-omurilik sıvısı birikmesi) bağlıdır.
Tedavinin etkisini değerlendirmede en iyi ölçüt, beklenen yaşam süresidir. Son on yılda anestezi ve cerrahi tekniklerindeki iyileşmeye, bazı ışın tedavisi araçlarının kusursuzlaşmasına ve tümör gelişmesini Önleyici yeni ve etkili ilaçların bulunmasına karşın, kötü huylu beyin tümörlerinde beklenen yaşam s-resi, ne yazık ki, uzatılamamıştır.
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?
Cocuklugumdan bu gune kadar baş agrisiyla ugrasiyorum kafam zahten calismiyor birde bas agrisi beni maf ediyor agri kesici artik vaz gecilmezim oldu arti hayatima birde behcet girdi bana bu agridan kurtulmak nasip olcakmi saygilarimla