Öncelikle olayın anlaşılması bakımından önemli gördüğümüz süreci özetlemek istiyoruz:29 yaşındaki kadın hasta, 6/11/2005 tarihinde saat 18:20 sıralarında bulantı, kusma ve karın ağrısı yakınmaları ile Devlet Hastanesi Acil Polikliniğine götürülmüştür. Burada muayene edilen hastanın kan ve idrar tetkikleri yapılmış sonuçta üriner enfeksiyon ön tanısıyla hastaya serum ve ağrı kesici uygulanmıştır. Bu işlemlerden sonra kendisini daha iyi hissettiğini söyleyen hasta (ertesi gün ileri tetkik ve kontrol için üroloji polikliniğine başvurması önerilerek) saat 19:45’te taburcu edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nden tarihi karar: Zorunlu aşı uygulaması kalkıyor mu?
Aynı gece tekrar rahatsızlanan hasta, saat 03:20 sıralarında yine aynı hastanenin acil polikliniğine müracaat etmiş ve bu sefer sabaha kadar gözlem altında tutulmuştur. Bu sırada rahatladığını ifade eden hastaya tekrar ileri tetkik ve tedavi için üroloji polikliniğine başvurması önerilerek bir kez daha taburcu edilmiştir.
Hasta 7/11/2005 tarihinde saat 22:45’te yine adı geçen Devlet Hastanesinin Acil Polikliniğine müracaat etmiştir. Burada yapılan bazı tetkiklerden sonra genel cerrahi uzmanından konsültasyon istenmiştir. Genel cerrahi uzmanı hastayı muayene etmiş ve hastanın servise yatırılmasına karar vermiştir.
Genel Cerrahi Servisine yatırılan hasta 8/11/2005 tarihinde saat 01:30 sıralarında akut apandisit ön tanısı ile ameliyata alınmıştır. Ameliyat sonrasında hastanın olağan ağrı ve yakınmaları olmuş ancak ameliyattan iki gün sonra 10/11/2005 tarihinde sabaha karşı hastada ani bilinç kaybı meydana gelince, önce özel bir hastaneye sevk edilmiş, akabinde ise Üniversite Tıp Fakültesi Hastanesi Yoğun Bakım Ünitesine alınmıştır.
Bilinci kapalı şekilde yoğun bakım ünitesine alınan hasta solunum cihazına bağlanmış ve burada iki gün tedavi görmüş fakat genel durumu kötü olan hastada ilerleyen dönemde kardiak arrest gelişmiş, müdahalelere rağmen 12/11/2005 tarihinde saat 01:30 sıralarında hayatını kaybetmiştir. Ölenin yakınları idare mahkemesinde açtıkları davada genel cerrahi uzmanının kusuruna dayanarak Sağlık Bakanlığı’ndan manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır.
Yargılama sırasında olayla ilgili olarak Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulundan bilirkişi raporu alınmıştır. Anılan raporun sonuç kısmında şu ifadelere yer verilmiştir: “(…) bulantı, kusma ve karın ağrısı şikâyetiyle giden, sağ alt kadranda hassasiyet olan hastada akut apandisit düşünülerek apendektomi yapılmasının endikasyonunun (gerekliliği) doğru olduğu ancak, ameliyat sonrası hastaneye geliş şikâyetleri aynen devam etmesine rağmen kan elektoritlerinin hiç araştırılmamış olduğu ve mevcut patoloji anlaşılmadan hastanın sevk edildiği, başvurduğu hastanede gerekli tetkikler yapılarak uygun tedaviye başlanıldığı ancak geç kalındığı, geri dönüşümsüz evreye girdiği için hastanın muhtemelen dehidratasyon ve elektrolit dengesi bozukluğundan kaybedildiği, bu nedenle Devlet Hastanesinde ameliyat sonrası yapılan takip ve tedavinin uygun olmadığı (…)”
Mahkeme, Devlet Hastanesinde ameliyat sonrasında yapılan takip ve tedavinin tıp kurallarına uygun olmadığının Adli Tıp Kurumu raporuyla sabit olduğunu ölüm olayında hizmet kusurunun bulunduğunu belirtmiş ve davacılar (beş kişiden müteşekkil) lehine toplam 35.000 TL manevi tazminata karar vermiştir.
Tarafların temyiz istemi üzerine Danıştay Onuncu Dairesi hükmedilen tazminatın yeterli olmadığı gerekçesiyle söz konusu kararı bozmuştur. Danıştay bozma gerekçesinde, hükmedilen manevi tazminat miktarının idarenin kusurunun ağırlığını ortaya koyacak düzeyde olmadığının altını çizmiştir. İdare Mahkemesi bozma üzerine yaptığı yargılama sonucunda 4/5/2011 tarihinde başvurucular lehine toplam 85.000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Temyiz edilen karar, Danıştay Onbeşinci Dairesi tarafından onanmış ve bu onama kararı üzerine davacılar bu sefer Anayasa Mahkemesine başvurmuşlardır.
Başvurucular, Anayasa Mahkemesi nezdinde yaptıkları bireysel başvuruda, Devlet Hastanesinde görevli genel cerrah tarafından yapılan hatalı ameliyatın ve ameliyat sonrasındaki tedavinin doğru uygulanmamasının yakınlarının vefatına sebebiyet verdiğini ileri sürmüşler ve hükmedilen manevi tazminat miktarının çok düşük olduğunu, sonuçta dava ile talep ettikleri 290.000 TL manevi tazminatın reddedilen 205.000 TL’lik kısmının tahsiline karar verilerek mağduriyetlerinin giderilmesini istemişlerdir.
Konuyu Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bakımından değerlendiren Anayasa Mahkemesi ise davanın koşullarına göre belirlenen tazminat miktarı ile başvurucuların uğradığı zararlar arasında açık bir orantısızlık bulunmadığı ve İdare Mahkemesi kararında bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik tespit edilmediği gerekçeleri ile mahkemenin takdir yetkisine müdahale etmeme kararı vermiştir.
Ancak Yüksek Mahkeme, başvuruya konu davanın karmaşık bir nitelik arz etmemesi ve başvurucuların davanın uzamasında hiçbir dahlinin olmaması gibi hususlar dikkate alındığında somut olaya ilişkin yargılamanın 8 yıla yakın bir sürede sonlandırılmasının makul olmadığına karar vermiştir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi, başvuruya konu davanın, daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olunan önemli rolün zarar görmesine neden olabilecek şekilde, makul süratte yürütülmediği sonucuna varmış ve Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının usul yönünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Ancak Yüksek Mahkeme bireysel başvurucuların talep ettikleri manevi tazminatın başvuruya konu dava sonucunda reddedilen miktarını -205.000 TL- talep ettiklerini, söz konusu davanın makul süratte yürütülmemesi nedeni ile tazminata karar verilmesini ise talep etmediklerini, dolayısıyla başvurucuların manevi tazminata ilişkin taleplerini yaşam hakkının maddi boyutu ile açıkça sınırlandırdıklarını, yaşam hakkının usule ilişkin boyutu kapsamında ise tazminat talep etmedikleri sonucuna vararak başkaca bir tazminat ödenmemesine karar vermiştir.
İletişim için: bilgi@erkingocmen.av.tr
https://www.medikalakademi.com.tr/anayasa-mahkemesi-tam-gun-yasasi-karari-sonuclari/
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?
Adli tıp raporunda geçen muhtemelen kelimesi hukukta olması gereken kesinlikle bağdaşmıyor. Muhtemel ölüm sebebi üzerinden hüküm kurulmuş ve bu anayasa mahkemesinin bile dikkatini çekmemiş. Takipte kusur var ancak ölüme sebebiyet veren bu kusur mu bunun kesin ifade edilmesi gerekir.