Bu olguda süreç, bir kırsal Sağlık Ocağında hastaya doktorun talimatı ile ebe tarafından Diclomec adlı ilacın enjekte edilmesiyle başlamıştır. Hasta, enjeksiyon işleminin hemen sonrasında bacağında uyuşma ve ağrı başladığını, bu durumu doktoruna ilettiğini beyan etmektedir.
Hasta, bacağındaki ağrıların artması sonrasında üç gün sonra tekrar aynı doktora gitmiş ve doktor tarafından enjeksiyon sonrası pareztezi şikâyeti ile bir Devlet Hastanesine yönlendirilmiştir. Hasta bu aşamadan sonra özel veya kamu sağlık kuruluşlarında toplam dokuz defa muayene olup tedavi görmüş ancak sonuçta sol bacağı sakat kalmıştır.
Anayasa Mahkemesi’nden emsal nitelikte önemli malpraktis kararı
Bunun üzerine hasta tarafından 10/7/2008 tarihinde eşi ve reşit olmayan çocukları ile birlikte Sağlık Bakanlığına müracaat edilmiş ve sol bacağının kullanılamaz hâle gelmesi sebebiyle uğramış olunan maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunulmuştur. Sağlık Bakanlığı, tazminat talebini reddetmiştir.
İDARE MAHKEMESİNE BAŞVURU
Bunun üzerine 29/9/2008 tarihinde Gaziantep 2. İdare Mahkemesinde tam yargı (tazminat) davası açılmıştır. Dava dilekçesinde, sol bacağına enjeksiyon işlemi yapılmasının ardından hastanın bacağında önce uyuşma, sonra ağrı başladığı, aynı sağlık kuruluşundaki doktora yeniden müracaatı sonrasında doktorun hastayı muayene ettiği ve sonrasında hastayı şikâyetini içeren küçük bir kâğıt ile birlikte Devlet Hastanesine sevk ettiği, 24/9/2007 tarihinde söz konusu Hastaneye gidildiği, akabinde birçok tetkik ve tedavi yaptırılmasına rağmen netice alınamadığı, yapılan enjeksiyon işlemi nedeniyle sol bacağın kalıcı olarak kullanılamaz hâle geldiği, sürekli olarak başkalarının yardımına muhtaç olunduğu ve hastanın yürüyemediği ifade edilmiş ve bu sebeple maddi ve manevi tazminat edilmiştir.
BAKANLIK SAVUNMASI
Sağlık Bakanlığının cevap dilekçesinde, sağlık hizmetlerinden zarar gördüklerini iddia edenlerin tazminat talep etmeleri hâlinde idarenin kusurlu olduğunun kesin ve açık bir şekilde ortaya koymasının zorunlu olduğu, davacı tarafın iddiasındaki gibi kesinlikle tıbben hatalı davranıldığı şeklinde bir tespitin bulunmadığı, yapılan enjeksiyon işlemi sonrasında iddia edildiği gibi rahatsızlanılsa bile hizmetten yararlananın kişisel-bünyesel özelliklerine bağlı olarak bu sonucun doğup doğmadığının saptanması gerektiği savunulmuştur.
Yargıtay’dan laparoskopik safra taşı ameliyatına ilişkin malpraktis kararı
ADLİ TIP GÖRÜŞÜ
Yargılama sırasında dosya Adli Tıp Kurumuna (ATK) gönderilmiştir. Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu raporunda; enjeksiyon sonucu gelişen bulguların enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu ancak tıbbi belgelerde enjeksiyonun yanlış uygulandığına dair kayıt bulunmadığı, enjeksiyonun doğru bölgeye uygulanması durumlarında da ödem, hematom, ilacın difüzyon yoluyla sinire toksik etkisi, vücut yapısı, anatomik lokalizasyon farkı gibi nedenlerle nöropatinin gelişebileceği, nöropatinin enjeksiyon uygulamalarının beklenebilir komplikasyonu olarak değerlendirildiği, olay tarihinde kişiye ait muayene bulgularının bulunmadığı ve bu nedenle hekimin eylemi yönünden yorum yapılamadığı bildirilmiştir.
Hasta, ATK raporunun hatalı olduğunu ve yanlış değerlendirmeler içerdiğini, raporun olay tarihinde muayene bulgularının bulunmadığı gerekçesiyle hekimin eylemi hakkında yorum yapılamayacağına ilişkin kısmına katılmanın mümkün olmadığını, enjeksiyon yapılan sağlık kuruluşuna bacağında rahatsızlık olduğu şikâyetiyle daha önce müracaat etmediğini, sağlık çalışanlarının beyanlarının da bu yönde olduğunu, dolayısıyla bacağında meydana gelen kalıcı hasarın enjeksiyon sonrasında oluştuğunu belirterek yeni bir bilirkişi raporu alınması talebinde bulunmuştur.
MAHKEME KARARI
Gaziantep 2. İdare Mahkemesi 22/3/2013 tarihli kararda, hastaya yapılan müdahalenin tıp kurallarına uygun olduğunu belirten bilirkişi raporunu yeterli görerek, davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme, davacının sol bacağının sakat kalmasına davalı idarenin ağır hizmet kusurunun sebep olduğunun bilimsel verilere dayalı ve kesin olarak saptanamadığı sonucuna ulaşmıştır. Hasta, kararı temyiz etmiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi 15/5/2014 tarihli ilamla ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir. Hasta ve eşinin karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 22/1/2015 tarihli ilamıyla reddedilmiş ve bunun üzerine Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur.
Enjeksiyona bağlı sakatlık iddiasına ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı
AYM KARARI
Anayasa Mahkemesi kararında, Adli Tıp Kurumu raporunda, hastaya ilişkin muayene bulgularının olmaması nedeniyle hekimin sorumluluğu hakkında değerlendirme yapılamamış olmasına dikkat çekilmiş ve tıbbi kayıtların bulunamaması ile ilgili olarak şu değerlendirmelerde bulunulmuştur:
“Başvurucunun enjeksiyon yapılmasından sonra bacağında uyuşma ve ağrı başladığını derhâl sağlık ocağının hekimine ilettiği görülmektedir. Ancak hekim tarafından enjeksiyonun yapılış tekniğinin doğruluğunun tespit edilmediği ve buna dair herhangi bir kayıt tutulmadığı anlaşılmaktadır. ATK raporunda muayene bulgularının kayıt altına alınmamış olması nedeniyle hekimin eylemi yönünden yorum yapılamadığı bildirilmiştir.
Başvurucunun uyuşma şikâyeti üzerine müracaat ettiği sağlık kuruluşunda başvurucuyu muayene eden doktorun sorumluluklarını yerine getirip getirmediğinin tespitinin derece mahkemesinde görülen davanın seyri bakımından önem taşıdığı açıktır. Esasen davanın reddedilmesinde muayene bulgularının derece mahkemesine sunulmamış olmasının önemli bir etkisinin olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda muayene bulgularının sunulamamasının başvurucu aleyhine sonuç doğurmuş olmasının etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğü açısından değerlendirilmesi gerekir.”
AYM değerlendirmesinde, tıbbi müdahale sonucunda vücutta sakatlık ya da maddi ve manevi varlığı zedeleyen diğer rahatsızlıkların meydana geldiği vakıalarda, müdahalenin tıp biliminin güncel ve genel kabul gören kurallarına uygun olarak gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin tespitinin büyük ölçüde teşhis ve tedavi sürecindeki kayıtların incelenmesiyle mümkün olabildiği, bu nedenle bu kayıtların tutulması, saklanması ve gerektiğinde yargısal mercilere ibraz edilmesinin büyük önem taşıdığı, teşhis ve tedavi sürecindeki verilerin kaydedilmesi ve makul bir süre saklanması sorumluluğunun ise tıbbi müdahaleyi gerçekleştiren sağlık kuruluşuna ait olduğu vurgulanmıştır.
KAYITLARI TUTMA VE SAKLAMA ÖDEVİ SAĞLIK KURLUŞUNDA
AYM kararında, hasta kayıt dosyasında yer alması gereken bir bilgi veya belgenin hasta dosyasının tutulması veya saklanması hususunda sağlık kuruluşunca gereken özenin gösterilmemesi sonucu yargı mercilerine ibraz edilmediği ve bu sebeple sağlık kuruluşunun tıbbi sorumluluklarına uygun davranıp davranmadığının değerlendirilemediği hâllerde, bu durumun, hasta aleyhine yorumlanamayacağı vurgulanmıştır.
Anayasa Mahkemesi’nin ambulansta ölüm kararının anlamı ve sonuçları
HASTA ZAYIF KONUMDA
Yüksek Mahkeme kararında bu hususta şu gerekçeye yer verilmiştir: “bu konuda başvurucular sağlık kuruluşuna nazaran oldukça zayıf konumda yer almakta ve başvurucuların açacağı bir davadaki başarı şansı çoğunlukla davalı taraf olan sağlık kuruluşunun bu konudaki yükümlülüğünü yerine getirmesine bağlı olmaktadır. Dolayısıyla sağlık kuruluşunun elinde bulunan belgeleri mahkemeye sunmamış olmasının başvurucu aleyhine yorumlanması başvurucu açısından aşırı külfet doğurucu ve adil olmayan bir durum oluşturacaktır.”
AYM, somut olayda, uyuşma şikâyeti üzerine hastayı muayene eden doktorun sorumluluğunun tespitinde önem taşıdığı açık olan muayene bulgularının kayıt altına alınıp alınmadığının ve kayıtların tutulmamasının doktorun sorumluluğuna ne yönde etki edeceğinin değerlendirilmediği sonucuna ulaşmıştır. AYM, hasta dosyasının tutulması yükümlülüğünün sağlık kuruluşuna ait olduğu hususu gözetilmeden muayene bulgularının bulunmaması nedeniyle hekim hakkında değerlendirme yapılamayacağını ifade eden ATK’nın raporunu esas alarak idarenin sorumluluğunun ispatlanamadığı hükmüne varılmasının, hastayı Sağlık Bakanlığına karşı dezavantajlı bir konuma düşürdü, bu durumda etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğüne uygun nitelikte bir inceleme yapıldığının söylenemeyeceği neticesine varmıştır.
Yüksek Mahkeme gerekçesinde, ayrıca, hastaya uygulanan enjeksiyonun yapılış tekniği bakımından hatalı olup olmadığı konusunda somut bulgulara dayalı yeterli bir gerekçe ortaya konulamadığı, hastanın iddialarının yeterli bir şekilde tartışılıp karşılanmadığı, dolayısıyla kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerin gereklerinin yerine getirilmediği kanaatine varılmış ve Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine karar verilmiş ve dosya ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Gaziantep 2. İdare Mahkemesine gönderilmiştir.
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?