Kemik iliğinde kök hücreler bulunuyor, bizim beyaz, kırmızı ve pıhtılaşma hücrelerimizi yapan kök hücreler. Çevresel, kimyasal faktörler, radyasyon ya da genetik bir takım değişiklikler sonucu kök hücrede değişim ve kanserleşme başlıyor. Bu kanserleşen hücreler kemik iliğinden dolaşıma çıkıyor, dolaşımda da lenfoid dokular, karaciğer, dalak başta olmak üzere hemen hemen vücudumuzdaki birçok dokuda birikmeye başlıyor.
Yeni ilaçlar Kronik Miyeloid Lösemi tedavisinde başarıyı çok arttırdı
Kemik iliğini bir çevre gibi kabul edersek, diğer hücrelerin çoğalması baskılandığı için hasta bize çok farklı klinik bulgularla geliyor. Bu olayın hızlı başlayıp günler, haftalar içinde hızla ortaya çıkmasına akut lösemi, ayları yılları bulan daha yavaş seyirli türüne ise kronik lösemi diyoruz. Hastalar kanama, kansızlık, iyieşmeyen enfeksiyon, lenf bezlerinde büyüme, kemik ağrıları gibi şikayetlerle bize geliyor.
Akut lösemiler hızlı başlayıp hızlı ilerlediği için erken müdahale hastanın hayatının kurtarılması açısından önemli.
İlk başta bu hastalar; ya geçmeyen bir enfeksiyon sonrasında yapılan kan sayımının ardından kan değerlerindeki anormallikler, lökosit sayısının yüksek veya çok çok düşük olması, anemisinin (kansızlık) olması ve pıhtılaşma hücrelerinin düşük olmasından şüphelenilip hematoloji hekimlerine yönlendiriliyor.
Hastalık aşikar hale geldiği zaman yani kemik iliğinden başlayıp lösemik hücreler dolaşıma çıktığı zaman hastalıkta söylediğimiz tablolarla meydana gelebiliyor, bazen de kemik iliğinden tam dolaşıma geçmeden yakalanabiliyor. O zaman hastanın kan sayımında bir anormallik olmayabiliyor. Ama mikroskopta incelediğimiz zaman lösemik hücreleri fark edebiliyoruz. Yani öncelikle tam kan sayımı ve rutin biyokimyasal testler daha sonra çevre kanının mikroskopta incelenmesi ondan sonra kesin tanı koymak için de kemik iliği biyopsisi ve sitogenetik inceleme yapılıyor.
Kronik lösemiler yavaş seyirli olduğu için çoğu zaman tesadüfen, kan sayımında ortaya çıkıyor. Kronik lenfositik lösemi gibi bazı türler yıllar boyunca sessiz kalabiliyor, daha sonra aktif oluyor. Tedavi hastalığın evresine, sitogenetik bulgulara ve hastalığın diğer prognostik özelliklerine göre değişiyor. Akut lösemideki gibi hızlı ve yoğun olmayan, çoğu zaman ayaktan takip edebileceğimiz tedaviler uyguluyoruz.
Akut olsun kronik olsun tedavide en önemli olan bireysel yani kişiye özgü tedavileri oluşturmak ve uygulamak. Şöyle bir örnek vereyim; Genç aynı yaşlarda iki hasta. İkisi de hemen hemen aynı şartlarda yetişmiş, risk faktörleri aynı ve doğal beslenmiş. İkisi de aynı hastalığa sahip, hemen hemen aynı tedaviyi uyguluyorsunuz ama biri yaşıyor diğerini kaybediyoruz. Onun için “Hastalık yoktur, hasta vardır” denilir. Tamamen hastaya özelleştirilmiş tedavi modelleri uygulamak gerekiyor.
Akut ve kronik lösemilerde hastalığın kötü bir karaktere sahip olduğunu tedaviye cevabın düşük ve yetersiz olacağını düşündüğümüz faktörleri önceden belirleyebiliyoruz ve kötü prognozlu ise uygun kemik iliği donörü varsa, en kısa sürede hastalığını kontrol altına aldıktan sonra kemik iliği nakli tedavisini uyguluyoruz. Öncelikle donör olarak kardeş ya da akrabalara bakılıyor, genetik doku uyumluluk testleri yapılıyor. Bunlar çok kolay ve ucuz testler değil, zaman alan testler.
Yeni nesil lösemi tedavileriyle hastaların sağ kalım süresi hızla artıyor
Kemik iliği ve doku bankalarımızda sınırlı sayıda donör var ne yazık ki. Yaş ilerledikçe tedavi başarı oranları azalıyor. Akut lösemiler özellikle Akut lenfoblastik lösemi çocukların yaş grubunda tedavi şansımız çok daha yüksek, tedaviye çocukların cevap verme oranları daha fazla. Başarı oranı yüzde 80-90’larda şu anda ve nakil yapma imkanımız var. Ama 60 yaş sonrası kötü risk faktörleri daha fazla görülür ve başka hastalıklara sahip olma gibi durumlar da ortaya çıktığı için iyileşme oranları % 5-20’lere kadar düşmektedir.
En önemli sebep kimyasallar ve radyasyon. Bir takım kimyasal maddelere (benzen gibi bazı uçucu kimyasallar ve boya sanayinde fazla miktarlarda kullanılan kimyasallar) uzun yıllar maruz kalmak, sigara, çevresel faktörler ve genetik faktörler olarak sıralayabiliriz.
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?