Akademik kadrolara atama meselesi bizde hep sorunlu bir konudur. Maalesef, atamalarda liyakat yerine “benim adamcılık” uygulaması öteden beri vardı. Ancak yine de atanacak kişide bir nitelik aranırdı. Fakat son zamanlarda yayımlanan haberler, önceki uygulamalardan oldukça farklı bir duruma işaret ediyor. Artık, üniversitelerde adrese teslim kadro ilanları döneminden, atanacak isimlerin “sehven” ilan edildiği bir döneme girdiğimizi söylemek yanlış olmayacaktır. Mevcut uygulama kaygı verici ama gerçekteuygulanması gereken hukuk kuralı ne diyor, buna kısaca değinmekte fayda var.
Akademik atama deyimi ile özel olarak doçent ve profesör atamalarını kastediyoruz. Bu konuda genel düzenleme 2547 sayılı YÖK Kanunu. Bu Kanuna göre öncelikle ilgili kadroların, isteklilerin başvurması için ilan edilmesi gerekiyor. Bu ilana yasadaki koşulları taşıyan herkes müracaat edebiliyor.
Kanunun uygulamasına göre, üniversite idareleri müracaat edenler arasında liyakatli olanın belirlenmesine yönelikobjektif bir değerlendirme yapmak zorunda. Bu hususta idarelerin bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Atamalarda yetkinin kötüye kullanılarak nesnellikten uzaklaşılması şüphesiz yargı denetimine tabidir. Bu hususta yapılacak yargısal denetim, bilirkişi görüşü alınmak suretiyle liyakatli olanın belirlenmesi usulüyle gerçekleştirilmektedir.
Ancak son yıllarda gerek profesörlük gerekse doçentlik atamalarında objektif değerlendirmeden kaçmak amacıyla atanacak kişileri işaret eden, genel akademik kriterlerin dışında, ek koşullar belirlendiği görülmektedir. Bu uygulama 2008 yılında YÖK kanununda yapılan bir değişiklikle mümkün hale geldi. Ancak Kanuna göre ek koşullar belirlenirken mutlaka YÖK onayının alınması gerekmektedir. Uygulamada zaman zaman bu onayın alınmadığı görülmektedir. Mahkemeler bu onayın alınmamış olmasını hukuka aykırı sayarak iptal etmektedir.
Ancak burada gerçekten de ek koşul belirlenirken uyulması gereken usuli işlemler eksiksiz yapılmışsa her durumda bu ek koşul hukuka uygun mu sayılacaktır. Şüphesiz, idarenin ek koşul belirlerken bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak üniversitelerin takdir yetkisinin bulunması bu yetkinin keyfi olarak istenildiği gibi kullanılabileceği anlamına da gelmemektedir. Takdir yetkisi de daima kamu hizmetlerinin etkin ve verimli yürütülmesi ilkesine uygun kullanılmalıdır.
Nitekim yasadaki düzenlemede ek koşul belirlenirken uyulması gereken kriterlerde gösterilmiştir. Buna göre ek koşullar: (1) Özellikle bilimsel kaliteyi artırma amacına yönelik olmalı, (2) nesnel ve denetlenebilir nitelikte olmalıdır. Bu kıstaslara uyulmadan belirlenecek ek koşullar hukuka aykırıdır.
Bu kurallara rağmen uygulamada hiçbir nesnelliği olmayan, adeta bir kişiyi tarif etmeye yönelik ek koşulların belirlendiği çok sayıda örneğe rastlamaktayız. Burada amaç, bilimsel liyakati daha yüksek olan kişileri bu ek koşulu taşımadığı gerekçesiyle elimine etmektir. Bu uygulamanın bilimsellikle de hukukla da bir ilgisi bulunmamaktadır. Kamu görevine atanmada liyakat esastır. Liyakatsizler ancak çürümüş bir toplumda itibar görebilir. Keza, liyakatsizlerin yükselmesi aynı zamanda toplumu da devleti de çürütür.
Son günlerde bazı akademik atama ilanlarıyla ilişkili olarak basında çıkan haberler oldukça düşündürücüdür. Son haberlerden birisinde, bir üniversitemizde akademik atamada ek koşul olarak, bir aromataz inhibitörünün sıçan testisleri üzerinde etkisi konusunda çalışma yapmış olma şartının konulduğunu okuduk. Böyle bir şartın bilimsel kaliteyi artırma amacı taşımadığını söylemek için hukukçu olmaya gerek olmadığı ortadadır.
Üniversite idareleri, Zaytungun diline düşmek yerine bilimi ve hukuku önceleyen uygulamalarla haber olmayı tercih etmelidir.
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?