Şöyle ki:
Bilindiği üzere, üniversitelerde yardımcı doçentlik, doçentlik ve profesörlük gibi akademik kadrolara atama ya da yükseltilme işlemleri 1981 yılından bu yana YÖK Kanununa göre yürütülüyordu. Ancak 2008 yılında çıkarılan bir yasal değişiklikle, akademik kadrolara atanacak kişiyi doğrudan işaret etmeye imkan sağlayan bir sistem getirildi. Bu sistemle akademik hayatta liyakat tümüyle ortadan kalktı. Rektörlerin ve dekanların istedikleri kişileri istedikleri kadroya atayabilmelerinin önü açıldı.
Türkiye’de YÖK sistemi eleştiriliyor. Bu ayrı bir konu. Ancak bu hususta neredeyse herkesin itikat ettiği bir batıl inanca artık son vermek gerekiyor. Akademik atamalar bağlamında, 1981 yılında getirilen ve 1983 yılında kısmen değiştirilen temel düzenleme, 2008 yılındaki değişiklikle getirilenden çok daha adaletli ve hakkaniyetlidir.
2008 yılında getirilen sisteme göre, akademik atamalarda üniversitelere, (tabi ki sözde) bilimsel kaliteyi artırma amacına yönelik olarak, objektif ve denetlenebilir nitelikte ek koşul öngörme yetkisi tanındı. Yani üniversite bilimsel niteliğine katkı sunacak özel nitelikleri olan kişileri istihdam etmek isterse yasa bu uygulamaya cevaz veriyor.
İlk bakışta sanki iyiniyetli bir sistem gibi görünüyor. Ne de olsa amaç bilimsel kaliteyi artırmak… Buna göre, sözgelimi bir akademik kadroya çok özel niteliklere sahip bir profesörün atanmasına ihtiyaç varsa, üniversite bu niteliği ilgili kadroya müracaat edecek kişilerde aranacak ek koşul olarak ilan edebiliyor.
Ancak bu düzenleme iyi niyet ambalajına sarılmış toksik bir iksirdir ve bu iksirle bütün akademik yapı zehirlenmek suretiyle öldürülmektedir. Çok da kökleşmemiş akademik gelenek, bu yolla bütünüyle yok edilmektedir. Daha önce değinmiştik, ama çarpıcı olması bakımından bir kez daha değinmekte sakınca görmüyoruz.
Geçtiğimiz yıllarda Sakarya ve (Hatay) Mustafa Kemal Üniversitesi Resmi Gazete’ye verdiği doçentliğe atama ilanında, atanacak kişide sildenafilsitrat yani Viagra konusunda “tecrübesi” ve “çalışması” olma ek koşulu getirmişti.
Bu ek koşul, ne bilimsel kaliteyi arttırmaya hizmet etmekte ne de nesnel bir nitelik taşımaktaydı. Ancak bu üniversiteler hem de Resmi Gazeteye verdikleri ilan metninde açıkça bu ek koşulu yazabildiler. Muhtemelen de bu kadrolara sözde ek koşulu, yani tecrübeli Viagra uzmanı unvanını taşıyan kişinin ataması yapıldı.
Maalesef bu üniversitelere tanınan “imkan” sadece tıp değil, hukuk dahil bütün alanlarda kullanılıyor. Üniversite ve fakülte yönetimleri, kendilerine yakın kişileri atamak için bu kuralı adeta bir tırpan gibi kullanıyor.
Aslında düzenleme bu hususta YÖK’e müdahale yetkisi tanıyor. Daha doğrusu YÖK’ü görevlendiriyor. Yasaya göre YÖK’ün bu ek koşulları nesnellik ve özellikle bilimsel niteliğe hizmet etme yönlerinden denetlemesi gerekiyor. Ancak YÖK bu yetkisini kullanmıyor ve atamalara müdahale etmiyor. Esasen göz yumuyor.
Bu durumda liyakatli fakat torpilsiz kişiler mağdur oluyor. Gerçekten gerek yayınları gerekse bilgi ve becerileri bakımından nitelikli birçok kişi getirilen bu sistemle akademik hayattan kovuluyor. Tabi bu uygulamanın asıl mağduru bilim hayatı oluyor. Buradan bir kez daha getirilen bu sistemin üniversitelerimizi çürüttüğünü ifade etmek istiyorum. Bu gidişle bir kuşak sonra akademik kadrolar kifayetsizler ve kabiliyetsizler tarafından işgal edilecek. Nitekim el etek öpen akademisyenler çağına şimdiden girdik bile.
Burada yapılacak bir yasal düzenleme ile ek koşul saçmalığına son verilmesini beklemek aşırı iyimserlik olacaktır. Ancak özellikle yargı mercileri, esasen kötü niyetli amaçlara hizmet eden bu düzenlemeyi kamu yararına uygun bir biçimde yorumlayarak, mevcut atama sisteminin sebep olduğu zehirli ortamın daha fazla yayılmasına engel olabilir.
Bu noktada her zaman adaleti gerçekleştirme, hakkaniyetin tesisini sağlama gibi hukukun genel ilkeleri işletilebilir. Ne ölçüde mümkün bilmiyorum. Ancak kısa vadede başka bir çözüm de görünmüyor.
İletişim için: bilgi@erkingocmen.av.tr
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?