Rochester Üniversitesi’ndeki Robert Ader ve Nicholas Cohen, 1975 yılında, bağışıklık fonksiyonlarının klasik şartlandırılmasını sergiledikleri PNI’yi geliştirdiler ve daha sonrasında psikonöroimmünoloji terimini ürettiler. Robert Ader, Pavlov’un deneyinden esinlenerek laboratuar farelerininde koşullandırılmış uyaranla konrol altına alınabileceğini düşündü. Fareleri kontrol altına almak için sakarin (yapay tatlandırıcı) ile bağlanmış suyun (koşullandırılmış uyaran) ve koşulsuz olarak ise bulantı ve hoş bir tadı olmayan aynı zamanda da bağışıklık fonksiyonunun bastırılmasına neden olan Cytoxan ilacının bir kombinasyonunu kullandı.
Ader (bir psikolog) ve Cohen (bir immünolog), şartlı ve koşulsuz hayvanları kasıtlı olarak kontrol grupları dahilinde kıvamlandırılmış tat uyarısına maruz bırakarak üretilen antikor miktarını ölçecek bu hipotezi doğrudan test etti. Oldukça çoğaltılabilir sonuçlar, koşullandırılmış uyarıya maruz bırakılan koşullu sıçanların gerçekten bağışıklıkla bastırıldığını ortaya koydu. Başka bir deyişle, sinir sisteminin tat yoluyla aldığı bir sinyal bağışıklık fonksiyonunu etkiliyordu. Bu, sinir sisteminin bağışıklık sistemini etkileyebileceğini gösteren ilk bilimsel deneylerden biriydi.
Ardından 1981’de Indiana Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde çalışan David L. Felten bağışıklık sisteminin kan damarlarına da açılan sinir ağlarını keşfetti. Araştırmalar lenfosit hücreleri, makrofaj hücreleri ve mast dolaşım sistemi üzerinden bağışıklık sistemi üzerinde ki etkisini gördü. Bu hücreler sinir sistemi üzerinde ki etkinin indirekt olarak bağışıklık sisteminin kontrolüne yardımcı oldu. Bu keşif, nöro-bağışıklık etkileşiminin nasıl başladığının ilk belirtilerinden birini sağladı.
Ader, Cohen ve Felten, 1981’de beyin ve bağışıklık sisteminin tek bir entegre savunma sistemi oluşturduğunu öne süren ve dünya tıp tarihinde çığır açacak olan ‘psikonöroimmunoloji‘ kitabını düzenlemeye yönelik çalışmalarını sürdürdü.
1985 yılında, Georgetown Üniversitesi Ulusal Sağlık Enstitülerinden nörofarmakolog Candace Pert’in araştırması, hem beyin yani merkezi sinir sisteminin hem de bağışıklık sisteminin hücre duvarlarında, nöropeptit – spesifik reseptörlerin mevcut olduğunu buldular ve ortaya koydular. Nöropeptidlerin ve nörotransmitterlerin bağışıklık sistemine doğrudan etki ettikleri bilinmektedir. Ayrıca duygularla olan yakın ilişkilerini ve limbik sistemle olan bağlantılarını gösterir bir çok araştırma yapılmış ve bulunmuştur.
Paralizi (Felç) nasıl oluşur? Fizyoterapide holistik (Bütüncül) bakışla neler yapılabilir?
Duyguların ve immünolojinin (bağışıklık sisteminin) mekanizmasını açıklamaya yöneliktir. Yani; bağışıklık sistemi ve endokrin sisteminin sadece beyin tarafından değil merkezi sinir sistemi tarafından da aktive edildiğini, duygusal değişikliklerin de olumlu yada olumsuz hastalık üzerinde etkisi olduğunu göstermiştir.
Stresin, anksiyete, korku, gerginlik, öfke ve üzüntü ve kalp hızı, kan basıncı ve terleme gibi fizyolojik değişiklikler gibi duygusal ve / veya davranışsal belirtiler yoluyla bağışıklık fonksiyonunu etkilediğine dair bir çok araştırma yapılmış ve ispatlanmıştır. Araştırmacılar, bu değişikliklerin sınırlı bir sürede yapılması durumunda yararlı olduğunu ileri sürürler ancak stres kronik olduğu zaman sistem dengeyi veya homeostaz’ı koruyamaz ve bozulur.
Özetle; psikolosik yada duygusal kronikleşmiş tüm bozuk durumlar sinir sistemi üzerinden bağışıklık sistemini baskılar ve hastalıklara zemin hazırlar. Psikonöroimmünoloji ( PNİ) hastalıkla mücadele eden tüm insanların zeminde muhakkak destek alması gereken bir daldır. Yazımı Hipokratın ‘ Besininiz ilacınız , ilacınız besininiz olsun ‘ sözüyle bitiriyor şifalar diliyorum.
Ost. Fzt. Ahmet Burak SEZGİN
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?
bu konuda daha çok araştırma yapılması görüşündeyim.