Bu olayda hasta 25/9/2007 tarihinde geçirdiği trafik kazası sonrasında bir Devlet Hastanesine müracaat etmiştir. Burada doktorun talimatıyla hastaya dikloron adlı iğne uygulanmış, daha sonra hastanın sol bacağında uyuşma ve his kaybı meydana gelmiştir. Hasta daha sonra kendisine tatbik edilen tedavilerden bir sonuç alamamış ve engelli kalmıştır. Şahsın askerlik sağlık raporunda “uyluk kasları ile birlikte diz altındaki bütün kaslarda sinir lezyonuna bağlı hasar olduğu” belirtilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nden emsal nitelikte önemli malpraktis kararı
Ön soruşturmada görevlendirilen nöroloji uzmanı tarafından düzenlenen bilirkişi raporunda, hastada tespit edilen peroneal sinir hasarının muhtemelen yapılan enjeksiyon ile ilgili olduğu kanaatine varıldığı bildirilmiştir. Raporda bu travmanın bir nedeninin yanlış yere enjeksiyon olduğu, diğer bir nedeninin de derin peroneal sinirin anatomik varyasyonuna bağlı olabileceği belirtilmiştir. Bilirkişi, raporunu hazırlarken Devlet Hastanesinin olaya muhatap olan acil servis doktoru ile de konuşmuştur. Doktor, hastaya dikloron ampul önerdiğini, iğne sonrası düşük ayak geliştiğini, ancak enjeksiyonu yapan kişiyi tespit edemediklerini söylemiştir.
Sonrasında Sağlık Bakanlığı aleyhine İdare Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açılmıştır. Mahkeme, konu hakkında Adli Tıp Kurumundan (ATK) bilirkişi raporu almıştır. ATK’nın raporunda, kişiye gluteal bölgeden intramuskuler enjeksiyon yapıldığının belirlendiği, enjekte edilen ilaçların doku içi yayılımı ile sinir hasarına neden olabileceği, enjeksiyonların tekniğinin uygun yapılması durumunda dahi önceden öngörülemeyecek ve önlenemeyecek arazların ortaya çıkabileceğinin tıbben bilindiği ve bu durumun, her türlü tıbbi özene rağmen oluşabilecek, herhangi bir kusur ve ihmalden kaynaklanmayan komplikasyon olarak nitelendirildiği belirtilmiştir.
ATK raporunda, “enjeksiyonun yapılış tekniği ve uygulanan bölgenin uyumsuzluğu yönünden tıbbi bir delil tanımlanmadığından tüm bulgular bir bütün olarak değerlendirildiğinde, enjeksiyonu uygulayan sağlık personeline ve enjeksiyon yapılması talimatını veren hekime herhangi bir kusur izafe edilemediği, yapılan tıbbi işlemlerde ve tedavi sürecinde bir hizmet kusuru bulunmadığı” yönünde görüş bildirilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin ambulansta ölüm kararının anlamı ve sonuçları
Mahkeme 29/5/2013 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinde ATK’dan alınan bilirkişi raporunda başvurucunun rahatsızlığının herhangi bir kusur ve ihmalden kaynaklanmayan komplikasyon olarak nitelendirildiği, bu durumda idarenin hizmet kusurundan söz edilemeyeceği belirtilmiştir. Karara muhalif üye görüşünde ise ATK’dan alınan bilirkişi raporunda sadece enjeksiyon sonucu yaşanabilecek komplikasyonlann anlatıldığı, somut olaya özgü bir araştırma ve incelemenin yapılmadığı, bu nedenle raporun hükme esas alınmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Söz konusu karar Danıştay 15. Dairesinin 6/5/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 11/2/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bunun üzerine Başvurucu 8/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Başvurucu AYM’ye sunduğu dilekçede enjeksiyonu yapan hemşirenin kim olduğunun Devlet Hastanesi tarafından dahi bilinmediğini, yargılamada ve ATK raporunda bu hususun ortaya konulmadığını, enjeksiyonun olası yan etkileri ve riskleri konusunda kendisine hiçbir bilgi verilmeyerek Hasta Hakları Yönetmeliğine aykırı davranıldığını, bu nedenlerle maddi ve manevi varlığını koruma ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Başvuyu inceleyen AYM ihlal talebini kabul etmiştir. AYM kararında; ATK raporunda başvurucunun sakat kalmasına yol açan enjeksiyon uygulamasında tıbbi hata olup olmadığı konusunda yeterli somut bulgu ve tespitlere yer verilmediği sonucuna varmıştır.
Yargıtay’dan laparoskopik safra taşı ameliyatına ilişkin malpraktis kararı
AYM gerekçesinde, hasta haklarının tıbbi işlemlerden önce kişilerin bu işlemler ve sonuçları hakkında aydınlatılması yükümlülüğü getirdiği ve Sağlık Bakanlığının tıbbi hizmetler sunan kurumlar üzerindeki denetim görevi konusunda yeterli düzenlemelerin mevcut olduğu belirtilmiş, fakat bu düzenlemelerin teorik olarak mevcut olmasının yeterli olmayıp Anayasa’nın 17. maddesindeki güvencelerin sağlanabilmesi için pratikte de etkin bir şekilde uygulanması gerektiği vurgulanmıştır.
AYM gerekçesinde ATK raporunda enjeksiyonun tıbben bilinen birtakım komplikasyonları olduğu açıklanmasına karşın bu riskler hakkında hastanın aydınlatılması yükümlülüğüne dair bir değerlendirmede bulunulmadığı, idare mahkemesi ve Danıştay kararlarında da bu konuyla ilgili hiçbir gerekçeye yer verilmediği ifade edilmiştir.
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?