17. Ulusal İç Hastalıkları Kongresi, yoğun bir gündem ve katılımla gerçekleşti

17 Ekim 2015   |    26 Mart 2023    |   Kategori: İç Hastalıkları, Kongreler, Sağlık Gündemi Print

tihud317. Ulusal İç Hastalıkları Kongresi, Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği (TİHUD) tarafından 14-18 Ekim 2015 tarihleri arasında Sueno Hotel&Kongre Merkezi Belek, Antalya’da yapıldı. Bilimsel kongreler içinde en fazla ilgi çeken ve takip edilen kongreye bu yıl 3180 kişi katıldı. Kongre ile ilgili yapılan basın toplantısında Prоf. Dr. Sеrhаt Ünаl, Prоf. Dr. Kеrim Gülеr, Prоf. Dr. İhsаn Ertеnli, Prоf. Dr. Sеdаt Kirаz, Prоf. Dr. Tufаn Tükеk, ve Prоf. Dr. Yunus Erdеm gündeme dair birer konuşma yaptılar. Konuşma ve değerlendirmeleri okurlarımızın dikkatine sunuyoruz:


17. Ulusal İç Hastalıkları Kongresi rekor katılımla yapıldı!

Prof. Dr. Serhat Ünal
Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği Yönetim Kurulu ve Kongre Başkanı,

Kongremizde İç Hastalıkları kliniklerindeki çok önemli ve ilgi çeken konuların yanı sıra, olgular eşliğinde sık karşılaşılan problemlere ve kronik hastalıklara yaklaşım ile birlikte tıptaki yeni gelişmeler gözden geçiriliyor. Son gelişmelere ilişkin konferanslar, iç hastalıklarında kanıt-hastalık ilişkisi oturumları, klinik ve laboratuvarlardaki güncel konuları içeren sempozyumlar, programın ana başlıklarını oluşturuyor. Kongrede konularında ülkemizde söz sahibi 115 konuşmacı ve oturum başkanı görev alıyor.

Türkiye’de 23 milyon erişkinin mutlaka grip aşısı olması gerekiyor

“İç Hastalıkları Aciller Kursu”, “Geriatri Kursu:Yaşlıda Semptoma Yaklaşım” ve “İç Hastalıkları Uzmanlar İçin Tıbbi Onkoloji” kurslarımız 185 katılımcı ile başarıyla gerçekleştirildi. Kongremizin bilimsel programı ve konuşmacıların belirlenmesi uluslararası kongrelerdeki güncel konular ve ülke gerekliliklerimiz göz önüne alınarak TİHUD Yönetim Kurulu, 17. Ulusal İç Hastalıkları Kongresi Bilimsel Kurulu ve Kongre Düzenleme Kurulu tarafından hazırlandı. Kongremize 142’si klinik araştırma, 372’si olgu sunumu olmak üzere toplam 514 bildiri başvurusu yapılmıştır.

Kongre takvimi, bilimsel program akışı ve sergi alanı fiziki koşulları da göz önüne alınarak bu bildirilerden 24’ü sözlü sunum, 416’sı poster kategorisinde olmak üzere 17. Ulusal İç Hastalıkları Kongresinin bilimsel portföyündeki yerlerini almıştır. Kabul edilen 440 bildiriden 118’i Genel Dahinliye, 80’i Endokrinoloji ve Metabolizma, 36’sı Hematoloji, 23’ü Romatoloji, 59’u Gastroenteroloji, 31’i Nevroloji, 26’sı Onkoloji, 9’u Kardiyoloji, 22’si Enfeksiyon Hastalıkları, 13’ü Geriatri, 9’u Yoğun Bakım, 8’i Göğüs Hastalıkları disiplinlerinin alanındadır.

Kongrede bu yıl da TİHUD 2015 KONGRE MOBİL uygulaması gerçekleştiriliyor. Uygulama ile kongrede yer alan bilimsel ve sosyal tüm aktiviteler; Konuşmacı sunumlarından, kongre fotoğraflarına; bildiri özetlerinden, Kongre TV ve Kongre Gazetesi günlük yayınlarına kadar uzanan geniş medya içeriğine her an ulaşabiliniyor.


Türkiye’de 23 milyon erişkinin mutlaka grip aşısı olması gerekiyor!

İnsanlarda gribe A ve B tipi influenza virüsleri yol açmaktadır, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) her yıl dünyada yaygın olarak hastalık yapan virüsleri tespit ettikten sonra tavuk yumurtasında kolay yetişebilecek ana suş üretmekte, bu suş da daha sonra grip aşısını üretecek aşı firmalarına verilmektedir.

Grip aşıları, dünyada gribe neden olan en yaygın iki A, bir de B tipi virüse karşı üretilmektedir. A tipi influenza virüsü insan ve hayvanları,daha hafif grip nedeni olan B tipi sadece insanları, özellikle de çocukları etkilemektedir.ic-hastalik-kongre

TÜRKİYE’DE 23 MİLYON GRİP AŞISI YAPILMASI GEREKEN ERİŞKİN İNSAN VAR
Grip aşısı 20. yüzyılın en önemli icadıdır. Çok başarılı bir program olan aşı, çok kısa süre içerisinde gelişmesine rağmen çiçek, difteri, kızamık, kızamıkçık, kabakulak gibi 12 majör hastalığın kontrolünü sağlamıştır. Toplumu ne kadar yaygın aşılarsanız o kadar yüksek başarı elde edersiniz. Türkiye 15 çeşit antijenle, minimum %97 aşılama oranlarıyla bu konuda son derece başarılıdır. 50 yaş üstü olup altta yatan diyabet hastası, kronik akciğer hastalığı, solunum yetmezliği, kronik böbrek hastalığı olan 17 milyon insan, 7,5 milyon da 65 yaş üstü insan vardır. Türkiye’de 23 milyon grip aşısı yapılması gereken erişkin insan vardır. Grip aşısı yaptırmamış olanlar kalp krizinden daha çok ölmektedir. Çünkü gribin getirdiği fiziksel yük insana enfaktüs geçirtmektedir.

Yeni grip aşısı, ölümleri %80 önlemektedir. Dünyada her yıl 1 milyar grip vakası meydana gelmekte, 3 ila 5 milyonu ciddi, hastaneye yatışı gerektirmektedir. Bunlardan 300 ila 500 bini ölüm ile sonuçlanmaktadır. Grip şakaya gelen bir hastalık değildir, mutlaka dikkatli takip edilmesi gereklidir. Grip hastalığının kişiye olan sonuçları olduğu gibi topluma olan sonuçları da vardır. Soğuk algınlığı gribe çok benzer, ama tamamen iki başka hastalıktır. Biri öldürür biri öldürmez. Grip insanı tamamen yatağa yapıştırır, çok yüksek ateş, kas ağrısı ve aşırı baş ağrısı gribin belirtisidir. Hastanelere başvuruyu arttırır, iş gücü kaybına neden olur, performansı düşürür.

Yıllar içerisinde kuş, domuz ve attan insana geçen iki virüs adapte olmuştur. Grip mevsimi Ekim sonu, Kasım başında başlamaktadır. Domuz gribi hamilelerde ağır seyretmesi nedeniyle, DSÖ grip aşısını gebelere de önermektedir. Kalp, böbrek, diyabet gibi kronik hastalığı olanlar ile kanser ve organ nakli gibi nedenlerle bağışıklık sistemi baskılananlara ve 65 yaş üstündekilere grip aşısı ücretsizdir, bu kişiler mutlaka bunu yaptırmaldır, sadece bir yıl koruduğu için aşının her yıl uygulanması gereklidir.

AŞI GRİP YAPMAZ
Toplumda grip aşısı sonrası hastalandığından ya da aşıya rağmen gribe yakalandığından yakınanlar olduğu görülmektedir. Ortamda, o yıl için üretilen aşıların içeriğinde bulunanlardan farklı virüsler de dolaşabilir. Eğer bir kişi farklı virüs tipleriyle karşılaşmışsa gribe yakalanabilir. Dolayısıyla grip aşısına rağmen bu hastalığı geçiren kişiler, aşının koruduğu virüsler nedeniyle değil, diğer virüslerden dolayı hastalanabilir Grip aşısının koruyuculuğu 15 gün sonra başlamaktadır, virüsü aşılanmadan önce kapanların hastalanması kaçınılmazdır. Grip aşısı yumurtada üretildiği, yumurtadan geçen proteinler tamamen arıtılamadığı için bu besine karşı alerjisi olanlar grip aşısı yaptırmamalıdır.

ERİŞKİNLERDE AŞILAMA ORANLARI HALA DÜŞÜK
Erişkin aşılaması sadece erişkinlerin korunması için değil ‘toplumsal bağışıklığın’ sağlanması için de önemlidir. Bu şekilde aşılanmış kişiler, aşılanmamış kişilerin infeksiyon etkeni ile karşılaşma risklerini azaltmakta ve dolaylı olarak korunmasını sağlayarak infeksiyonun hızını azaltmaktadır. Örneğin, annelerin ve sağlık personelinin boğmacaya karşı aşılanması, henüz aşı ile kendi bağışıklığını geliştirememiş 1 yaş altındaki bebeklerin etrafına bir koruma ‘kozası’ örülmesini sağlar. En son olarak da Disneyland’da başlayan kızamık salgını aşı için gerçek kontrendikasyonları olan çocuklardan parktaki erişkin personele pek çok kişiyi etkileyerek, azalan bir toplumsal bağışıklığın insanları bulaşıcı hastalıklar için nasıl bir risk altına koyacağını göstermiştir. Erişkin aşılaması ‘yaşam boyu aşılama’ kavramının bir parçası olarak görülmelidir,

Türkiye Sağlık Okuryazarlığı çalışmasında 2013-4 sezonunda tüm toplumdaki grip aşılanma oranı sadece %8,7, 65 yaş üstü kişilerde de ancak %10,2 olarak bulunmuştur. Yani, erişkin aşılamasında kat etmemiz gereken çok yol vardır. Tüm bilimsel ve toplumsal verilere rağmen, hala neden erişkinlerde aşılanma oranları düşüktür, aşılamanın önündeki engeller nelerdir, sorularına şu şekilde yanıt vermek mümkündür;
-Aşının etkili olmadığını düşünmek ve koruyuculuğuna inanmamak,
-Aşının yan etkisinden korkmak ve aşıya karşı güvensizlik,
-Medyada bilimsel olmayan görüşlerin yer alması ve kanıta dayalı tıp ilkelerinden uzaklaşılması,
-Yönetici seviyesinde teşvik eksikliği,
-Hastalığı geçirmiş olduğunu düşünmek ya da risk altında olmadığını düşünmek,
-Hastalıkları önemsememek,
-İğne korkusu,
-Sağlık sorunları nedeniyle kontrendikasyonları olduğunu düşünmek
Çocukluk çağı aşıları ile elde edilen başarılarla kızamık gibi bulaşıcı hastalıklar unutuldukça aşılamanın gereksiz olduğuna dair yanlış ve çok tehlikeli bir algı ortaya çıkmaktadır. Aşı paradoksu olarak adlandırılan bu kavram toplumsal bağışıklığın azalmasıyla tüm yaş gruplarını etkileyen salgınların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Çocuklar için olduğu gibi erişkinler için de her doktor muayenesi aşıların ve risk faktörlerinin sorgulanması, güncel aşılama önerileri doğrultusunda hastanın bilgilendirilmesi ve aşılanması için bir fırsat olmalıdır.

ÇOCUKLUK AŞILARININ ERİŞKİNLİKTE FAYDASI YOK
Yaşlanmanın bağışıklık sistemi üzerindeki etkileri sonucu çocukluk çağında yapılan aşıların koruyuculuğu azalmaktadır. Hacettepe Üniversitesi’nde yaptığımız çalışmada polikliniğe başvuran erişkinlerin %69’unda tetanoz, %65’inde difteri ve % 91’inde boğmacaya karşı koruyuculuk kalmadığı görülmüştür. Oysa ki bir çok çocukluk çağı infeksiyon hastalığı erişkinlerde çok daha ağır seyredebilmektedir, bunun en yakın örneği 2013 yılında ülkemizdeki genç erişkinlerin etkilendiği kızamık vakalarında yaşanmıştır.

Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği, ‘Haydi Büyükler Aşıya’ kampanyası dahilinde yaptığı çalışmalarda erişkin aşılamasında hedeflerimize ulaşmak için farkındalık ve eğitim programları düzenlememiz gerektiğini ortaya koymuştur. Örneğin, Denizli’de İl Sağlık Müdürlüğü ile birlikte aile hekimleri arasında oluşturulan farkındalık çalışması ve aile hekimlerine verilen eğitimle, 65 yaş üstü kişilerde pnömokok (zatüre) aşılanma oranı %11,6’dan %60’a çıkarılabilmiştir. Özellikle altta yatan diyabet, KOAH ve kanser gibi kronik hastalığı olanlar ve yaşlılar invaziv pnömokok hastalıkları açısından yüksek ölum riski taşırlar. Buna rağmen bu hasta gruplarında, pnömokok (zatüre) aşılanma oranları oldukça düşüktür.


Acil hasta! öncelikli! Ffazla vakit yok! Ölüm kalım meselesi!

Prof. Dr. Kerim Güler
İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Öğr. Üyesi
Acil Tıp, hekimlik mesleğinin, en güç, en önemli ve doğru uygulanırsa en yüz güldürücü dallarından biridir. Acil hasta karşısında hekim çabuk ve doğru karar vermek, kararını çabuk uygulamak, bunun için sadece bilgi ve deneyiminden faydalanmak zorundadır. Çoğu kez başkasına danışacak, kalın kitaplar karıştıracak veya internette arama yapacak zamanı yoktur. Bu nedenle bu yıl da acil kursumuzda endokrin ve enfeksiyon hastalıkları konularındaki teorik bilgiler mümkün olduğu kadar kısa tutularak pratik bilgiye yer verilmeye çalışılmıştır.

ANKARA’DAKİ TERÖR SALDIRISI SONRASI VE DİĞER OLAYLARDA ACİL MÜDAHALENİN ÖNEMİ
10 Ekim 2015 günü Ankara Tren Garı önünde meydana gelen bombalı saldırılar sonrasında acil müdahelenin, ilk yardımın ve acil sağlık hizmetlerinin bu tür olaylardaki hayati önemi bir kez daha ortaya çıkmıştır. Acil Sağlık Hizmetleri organizasyonu yapılırken alan triajı hayati önem taşımaktadır. Alan triajı, çok sayıda yaralı olduğunda bu yaralıların önem sırasına göre ayıklanmasıdır. Triajda amaç, eldeki olanaklarla olabildiğince çok sayıda insanı canlı olarak kurtarmaktır.

Triaj alanı, olay yerinde güvenli bir alanda kurulmalı ve yaralılar öncelik sırasına göre kategorilere ayrılmalıdır. Yeterli ve doğru alan triajı yapılmalı, koordinasyon sağlanmalı ve yaralılar doğru yönlendirilmelidir. Hafif yaralılar şehirdeki uzak hastanelere yönlendirilebilir. Bu durumda belki de ölen ya da sakat kalan kişi sayısı daha az olabilecektir. Son yaşadığımız olayda, Acil servis doktorlarının açıklamalarına göre yaralanmaların çoğu bacak ve karın bölgesindedir. Bacaklarda kırık, yaralanma, bağırsak ve mide çevresinde derin yaralar vardır. Büyük yaralanmalara neden olanlar ise domdom kurşunu denilen büyük vidalı bilyelerdir.

Ülkemizde kazalar, afetler, terörist saldırılar olmaya devam etmektedir. Tüm bu önemli konular acil tıbbın ve afet tıbbının ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Bu tür kazalar ve afetlerle baş edebilmenin en iyi yollarından biri hastane afet planlarının güncellenmesi ve düzenli aralıklarla tatbikat yapılmasıdır. Şehirlerde aynı anda 500 civarı yaralı olduğunda sistem zorlanmakta ve geçici de olsa ilk dakikalarda kaos yaşanmaktadır. 1999 Marmara depreminden sonra belki de üzerinde en fazla konuşulan afet planları ve afete hazırlık çalışmalarının, yeterince ciddiye alınmadığı görülmektedir.

Acil yardımı destekleyen bir diğer konu da hastanelerin reanimasyon üniteleridir. Günümüz tıp dünyasında reanimasyon (hayati tehlike gösteren vakalarda, hastanın kontrol edildiği bölüm) her geçen gün biraz daha fazla önem kazanmaktadır. Acil sağlık hizmeti, hastane organizasyonu içinde önemli bir yer tutmaktadır. Acil servis ile laboratuar, görüntüleme birimleri ve konsültasyonların eşgüdümlü çalışması ve bu uyumun acil olguların değerlendirilmesi ve iyileştirilmesine yansıması, hastanenin hizmet kalitesini artırmaktadır. Acil servislerin gereksinimleri karşılayacak tarzda düzenlenmesi de ayrı bir önem teşkil etmektedir. Hastaların ciddiyetine göre özelleşmiş koşulları barındıran, yeniden canlandırma odası, müdahale odası, ayaktan muayene poliklinik odası, müşahede odası gibi farklı bölümlerden oluşması hastanın, daha acilden içeri alınırken uygun bölüme yönlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır.

‘ALTIN SAATLER’ HAYATİ ÖNEM TAŞIYOR
Ancak, reanimasyon servisine adım atmadan önce biraz daha geriye gitmek ve “acil yardım” diye adlandırılan ilk müdahale konusuna dönmek gerekmektedir. Çünkü, trafik kazasında yaralanan kişiyi, kalp krizi geçireni ya da ağır bir zehirlenme olayı yaşayanı hayata döndürmek çoğu zaman saniyelerin rol oynadığı bir süreçtir. Örneğin, ana damarlardaki bir kanama, sapasağlam bir insanı 5-6 dakika içinde öldürebilmektedir. Duran bir kalbi yeniden çalıştırmak için, 3-4 dakika içinde mutlaka müdahale edilmesi gerekmektedir. Çünkü, bu süre geçtiği takdirde, oksijensiz kalan beyinde çok ciddi zararlar oluşmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, günümüzde kalp krizi geçiren kişilerin, ne yazık ki sadece yüzde 50’si hastaneye canlı olarak yetiştirilebilmektedir.

Kısacası, ‘hayatta kalma savaşından galip çıkmak’ büyük ölçüde ilk müdahalenin hızla yapılmasına bağlıdır. Yine Dünya Sağlık Örgütü’nün rakamlarına göre, ölümcül bir rahatsızlığı olan kişi, eğer 5 dakika içinde hastaneye yetiştirilirse, yüzde 70 oranında kurtarılabilmektedir. Bu oran 25 dakika içinde yüzde 50’ye, bir saat içinde ise ne yazık ki sıfıra düşmektedir. Bunun için doktorlar, rahatsızlık ya da kazanın oluşumunu izleyen ilk dakikaları “altın saatler” olarak tanımlamaktadır. Çünkü, bu altın saatler içinde müdahale edildiği takdirde, beyin, kalp, akciğerler müdahaleden önce ya da sonra kendi kendilerine çalışma ritimlerini alabiliyorlar. Böylece ölüme giden döngü kırılıyor.


Türk Hipertansiyon Uzlaşı Rapou-2015

Prof. Dr. Yunus Erdem
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nefroloji Bilim Dalı Öğr. Üyesi
Hipertansiyon tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sık görülen, önemli bir halk sağlığı sorunudur. Avrupa ve Amerika kaynaklı ulusal ve uluslararası kabul gören birçok kılavuzda hipertansiyon tanı ve tedavisi için öneriler sunulmaktadır. Ancak bu kılavuzlar arasında farklılıklar bulunmakta ve bazı öneriler de ülkemizdeki klinik pratikle uyumlu olmamaktadır. Hipertansiyon kılavuzlarını Türkiye açısından değerlendirerek önerileri harmanlamak ve erişkinlerde hipertansiyon tanı ve tedavisinde ortak bir yaklaşımda buluşmak amacıyla Türk Kardiyoloji Derneği (TKD), Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği (TİHUD), Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği (TEMD), Türk Nefroloji Derneği (TND) ve Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları Derneklerinin katılımı ile bir uzlaşı raporu hazırlanmasına gerek duyulmuştur.

Bu amaçla ülkemizde 1. basamaktaki bir aile hekiminden 3. basamaktaki bir uzmana kadar, hipertansiyon hastaları ile ilgilenen tüm hekimlerin ortak kavramlarda buluşabileceği ve temel başvuru kaynağı olarak kullanabileceği pratik bir metin hazırlamak hedeflenmiştir. Bu uzlaşı raporu ülkemizdeki sağlık uygulamalarını ve sosyokültürel yapıyı da göz önünde bulundurarak hipertansiyon farkındalığını artırmak, değişik kılavuzlardaki farklı tanım ve değerler ile tedavi seçenekleri için ortak bir zemin sağlamak ve ülkemizdeki klinik uygulamaları iyileştirebilecek pratik bir başvuru metni oluşturmak amacını taşımaktadır.

Bu rapor hipertansiyonu her yönü ile anlatan bir doküman olmayıp, ana hatlarıyla temel önerilerin yer aldığı bir kaynaktır. Bu metindeki önerilerin kanıta dayalı olmasına ve klinik pratikte görülen hastaların çoğu için geçerli olmasına özen gösterilmiştir. Ancak her hastada yaklaşımın bireysel olarak değerlendirilmesi gerektiği hatırda tutulmalıdır.
Hipertansiyon; kalp hastalıkları, inme, böbrek hastalığı, erken ölüm ve yetiyitimi gibi durumlarla ilişkili olup sağlık ve ekonomi alanında önemli bir yük oluşturmaktadır.

Bununla birlikte hipertansiyon önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalıktır. Yüksek tansiyonu olanların %95’i primer (esansiyel) hipertansiyon olup %5’inde parankimal böbrek hastalığı, renal arter stenozu, aşırı aldosteron salınımı, feokromasitoma ve uyku apnesi gibi bir nedene bağlı sekonder hipertansiyon mevcuttur. Hipertansiyon komplikasyonları dünyada her yıl 9.4 milyon ölüme neden olmaktadır.

Kalp hastalıklarına bağlı ölümlerin %45’inden, inmeye bağlı ölümlerin %51’inden hipertansiyon sorumludur. Erişkinde hipertansiyon prevalansı %35–46 arasında bildirilmektedir. Hipertansiyon prevalansının yüksekliğinin toplumlarda yaşlı nüfusun artışı, obezitenin artışı ve diyette tuz alımının fazlalığı ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Türkiye’de erişkinlerde popülasyon bazlı epidemiyolojik çalışmalarda hipertansiyon prevalansı %31.8 (kadınlarda %36.1, erkeklerde %27.5) olarak,[3] 4 yıllık insidans hızı ise %21.4 (>65 yaşta %43.3) olarak[4] belirlenmiştir. Bu çalışmalarda taranan kişilerin %32.2’sinin daha önce hiç kan basıncı (KB) ölçümü yaptırmadığı saptanmıştır. 2012 yılında yapılan çalışmada ise bu oran %21.9 olarak bulunmuştur.

2003 yılında hipertansiyonu olanların %40.7’si hastalığın farkında iken 2012 yılında bu oran %54.7 olarak saptanmıştır. İlaç tedavisi alanların oranı 2003’te %31.1 iken 2012’de %47.4’e ve KB kontrolü de %8.1’den %28.7’ye yükselmiştir. Bu veriler ülkemizde hipertansiyon prevalansının yüksek olduğunu, bununla birlikte tanı ve tedavi oranlarının yeterli olmadığını göstermektedir. Hipertansiyon prevalansını azaltma ve hipertansiyon kontrolünde etkili bir yaklaşım için standart pratik algoritmaların kullanılmasının yararı gösterilmiştir. Bu uzlaşı raporu, uluslararası kabul görmüş kılavuzların ışığında Türkiye’de erişkinlerde hipertansiyonun tanı ve tedavisinde klinik pratikte kullanılabilecek temel önerileri içermektedir.

Rapordan özet bazı bilgiler şu şekilde:
Erişkinlerde (>18 yaş), hekim tarafından yapılan standart ölçüm ile sistolik Kan Basıncı(KB) ≥140 mmHg ve/veya diyastolik KB ≥90 mmHg olması hipertansiyon (yüksek KB) olarak tanımlanmaktadır. Yaşı ≥80 olanlarda sistolik KB’nin 150 mmHg’ye kadar kabul edilebilir olduğu bildirilmektedir. Tanı: Erişkinlerde her klinik muayenede KB mutlaka ölçülmeli ve 30 saniyeden daha kısa olmamak koşulu ile nabız sayılmalıdır. Hastanın risk faktörlerini belirlemek ve sekonder hipertansiyon nedenlerini sorgulamak amacıyla mutlaka ayrıntılı tıbbi öyküsü alınmalı, sistemik fiziksel muayene ve gerekli laboratuvar incelemeleri yapılmalıdır. Tıbbi Öykü: Daha önceki KB ölçümleri, geçirilmiş ve/veya eşlik eden hastalıklar, ailede kalp-damar hastalığı öyküsü, hipertansiyon tedavisi için kullanılmış/kullanılmakta olan ilaçlar ile sekonder hipertansiyon nedenlerine ve organ hasarına yönelik belirtiler sorgulanmalıdır.

Standart kan basıncı ölçümü: Hekim tarafından, klasik oskültatuar yöntemle veya otomatik ya da elektronik (dijital göstergeli) uygun manşonlu tansiyon ölçüm aletleri kullanılarak koldan ölçüm yapılmalıdır. İlk muayenede hastanın iki kolundan da ölçüm yapılmalıdır. İki koldan yapılan KB ölçümleri arasında fark varsa ölçümler tekrarlanmalı, fark devam ediyorsa sonraki ölçümler yüksek değer alınan koldan yapılmalıdır. Ölçüm öncesi hastanın oturur durumda en az 5 dakika dinlenmesine izin verilmeli, avuç açık, kol kalp seviyesinde ve bir seferde en az iki ölçüm yapılarak (en az 2 dakika ara ile) ortalaması kaydedilmelidir. Hastada aritmi varsa otomatik cihazlarla KB ölçümü hatalı sonuç verebilir. Bu nedenle mutlaka palpasyonla nabız değerlendirilmeli ve düzensizlik varsa stetoskop kullanılarak KB ölçümü yapılmalıdır.

Tanı: Klinikte birkaç kez yapılan ölçümlerin ortalaması Evre 3 hipertansiyon düzeyinde olan hastalarda, ev veya ambulatuar KB ölçümü önermeden, o klinik muayene sonrasında hemen antihipertansif ilaç tedavisine başlanmalıdır. Hastalarda hedef organ hasarı açısından klinik ipuçları mevcutsa yine vakit geçirmeden tedaviye başlanmalıdır.
Evde KB ölçümü: Ev ölçümleri en az 5 gün, tercihen 7 gün yapılmalıdır. Ölçümler sabah ve akşam saatlerinde, en az 5 dakika oturur vaziyette istirahat sonrası ve ölçüm için önerilen standart önlemlere dikkat edilerek yapılmalıdır. Evde KB ölçüm değerleri ortalaması ≥135/85 mmHg ise hipertansiyon tanısı konulmalıdır. Ambulatuar KB ölçümü: Hipertansiyonun tanısında ve takibinde ideal bir yöntemdir ve imkan olan her durumda kullanılmalıdır. Bireyin uyanık olduğu saatlerde yapılan ambulatuar KB ölçüm değerleri ortalaması ≥135/85 mmHg ise hipertansiyon tanısı konulmalıdır.

Tedavi: Yaşam tarzı değişiklikleri; İdeal vücut ağırlığı, Tuz kısıtlaması, Sağlıklı beslenme, Sigaranın bırakılması, Alkol alımının azaltılması, Hareketli yaşam, Stres yönetimidir. Toplum sağlığı açısından erişkin bireyin KB hangi evrede olursa olsun uygun yaşam tarzı değişiklikleri önerilmelidir. Eğer bireyin KB yüksek normal düzeyde ise (sistolik 130-139 mmHg, diyastolik 85-89 mmHg) bu öneriler ısrarla vurgulanmalı ve önerilerin uygulanması daha güçlü teşvik edilmelidir.

İlaç Tedavisi: Antihipertansif ilaç tedavisine başlamak için KB değeri ile birlikte risk faktörleri ve eşlik eden hastalıklar dikkate alınmalıdır. Genel popülasyonda tedaviye başlama için eşik değeri; Sistolik KB ≥140 mmHg veya diyastolik KB ≥ 90 mmHg iken, Yaşı ≥80 olanlarda eşik sistolik KB ≥160 mmHg’dir. Beta-blokerler, ≥65 yaş veya diyabete yatkınlığı olanlarda başlangıç tedavisinde önerilmez. Yaşlıda Hipertansiyon: Yaşlılarda (> 65 yaş), öncelikle kalsiyum kanal blokeri veya diüretikler, daha sonra ACE inhibitörü veya ARB grubu ilaçlar önerilebilir. Hipertansiyonu olan ≥65 yaş bireylerde özel bir endikasyon olmadığı sürece beta-blokerlerin ilk seçenek kullanımından kaçınılmalıdır.

Hipertansiyon tedavisinde başarılı olabilmenin temel şartları, hastaların zamanında ve doğru tanı almasını sağlamak, yaşam tarzı değişikliklerini etkin bir şekilde uygulamak, ilaç tedavisine zamanında başlamak ve mutlaka ilaç uyumunu sağlamaktır.
Türk Hipertansiyon Uzlaşı Raporu’nun sunumuna ulaşmak için:


Romatizmadan korkma! Geç kalmaktan kork!

Prof. Dr. Sedat Kiraz
Hacettepe Üni. Tıp Fakültesi İç Hastalıkları AD. Romatoloji BD. Öğr. Üyesi
Son 10 yılda romatoloji alanında gerek hastalıkların tanısı gerekse tedavisi konusunda önemli gelişmeler olmuştur. Günümüzde artık romatizmal hastalıkların erken dönemde tanınması erken ve etkin tedavisi yapılabilmektedir. Bu etkin tedaviler sonrası hastaların yaşam kalitesi artmakta, sakatlıklar engellenmekte ve romatizma kötü kader olmaktan çıkmaktadır.

Vücudumuzun hareket etmesini sağlayan kaslar, kemikler, eklemler ve bu yapıları birleştiren bağlarda öncelikle ağrı ve hareket kısıtlılığına, bazen de şişlik ve şekil bozukluğuna neden olan hastalıklara, genel olarak romatizma adı verilmektedir. Romatizma tek bir hastalık değildir. 200’e yakın hastalık bu sınıfa girer. Eklem romatizmaları (osteoartrit, romatoid artrit), yumuşak doku romatizmaları (fibromiyalji, boyun ağrısı, bel ağrısı) ve kemik erimesi (osteoporoz) bunlar arasında en sık görülenleridir.

Romatizmal hastalıklar genel olarak kadınlarda daha sık görülmekte ve yaş ilerledikçe sıklığı artmaktadır. Bununla birlikte, erkeklerde daha sık görülen (gut, ankilozan spondilit) ya da ön planda gençlerde görülen (örnek: sistemik lupus eritematozus) hastalıklar da vardır. Romatizmal hastalıklar çocukluk çağında da görülebilir.
Romatizmal hastalıkların önemli bir bölümünün kesin nedeni bilinmemektedir. Çoğunlukla bulaşıcı-mikrobik değildir. Kalıtsal özellikler (genetik yatkınlık) bazılarında önem taşır. Eklemlerdeki yükü artıran şişmanlık ya da damar yapısını bozan sigara kullanımı gibi dış etkenlerin engellenmesi romatizmalı hastalar için de yararlıdır. Bazı iltihaplı romatizmal hastalıklar kas-iskelet sistemi dışında derimizi (kızarıklık, döküntü), iç organlarımızı (akciğer, böbrek, beyin vb.) etkileyebilir.

Bütün sağlık sorunlarında olduğu gibi romatizmal hastalıklarda da en uygun tedavinin yapılabilmesi için, ilk aşamada hastalığa doğru tanının konulması gereklidir. Romatizmal hastalıklara özellikle erken dönemde tanı konulması güç olabilir ve hastanın bir süre konunun uzmanı tarafından tetkik edilmesi ve izlenmesi gerekebilir. Romatizmal hastalıkların belirtileri zaman içinde değişiklik gösterebilir. Romatizmal hastalığı olan her hasta için kişisel bir tedavi planı yapılması gerekir. Başka bir hasta için yararlı olan ilaçlar ya da tedavi girişimleri sizin için uygun olmayabilir. Doktorunuz tarafından önerilmeyen tedavileri uygulamanız, sizin için yararsız ve tehlikeli olabilir; uygun tedavinin yapılması gecikebilir.

Toplumda ve hekimler arasında romatizmal hastalıkların farkındalığını arttırmak için TİHUD ve TRD olarak çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Bunlardan biri; Bel ağrınızı sorgulayın; “3 aydan uzun süren, sabah tutukluğu, gece uyandıran ağrınız varsa romatoloğa başvurun” sloganı ile gerçekleştirilmiştir. Bu kampanya ile gençlerde kalıcı sakatlık nedeni olabilen spondiloartritli hastalara ulaşmak amaçlanmıştır. Halk arasında ‘eklem iltihaplanması’ olarak da bilinen Artrit konusunda toplumda farkındalık oluşturma hedefiyle, bu sene “Eline Sağlık Gelsin” sloganı ile 12 Ekim Dünya Artrit günü etkinlikleri yapılmıştır. Hasta ve hekimleri bir araya getiren bu toplantılarda da amacımız romatizmal hastalıklara dikkat çekmek erken tanı ve tedaviye vurgu yapmaktır.

Tüm gayretlerimizin nedeni romatizmal hastalıkları erken dönemde yakalamak, etkin ve agresif tedavilerle sakatlıkları engelleyip hastaları topluma kazandırmaktır.


Hiperürisemi’ye Dikkat!

Prof. Dr. İhsan Ertenli
Hacettepe Üni. Tıp Fakültesi İç Hastalıkları AD. Romatoloji BD. Öğr. Üyesi
Hiperürisemi kanda ürik asit seviyesinin yükselmesidir ve en çok gut hastalığını tetikler. Normal olarak vücudumuzda günde 600mg. ürik asit üretilmektedir ve idrarla, dışkıyla atılmaktadır. Fazla üretildiğinde ise hiperürisemi oluşur. Kongremizin ilk gününde hiperürisemik hastaya yaklaşım konusunu tartıştık. Hiperürisemi ve gut erişkin yaş grubunda en sık karşılaştığımız sorunlardan olup hiperürisemi prevalansı %5-20, gut prevalansı %2-5 olarak bildirilmiştir. Hiperürisemik bir hastayla karşılaştığımızda ilk yapmamız gereken diyabet, hiperlipidemi, metabolik sendrom gibi durumların düzeltilmesine yönelik adımlar ve iyi bir ilaç kullanımı öyküsü almak olmalıdır.

Diüretikler, düşük doz aspirin gibi sık kullanılan çok sayıda ilaç hiperürisemi nedenidir. Uzun süren hiperürisemik yıllardan sonra gut atağı, ataksız ara dönem ve ilerleyen yıllarda hiperürisemi kontrol altına alınmazsa ortaya çıkacak olan kronik tofasöz gut, hiperüriseminin evreleridir. Kadınlarda 50, erkeklerde 30 yaş öncesi görülen hiperürisemi ve gut her zaman enzim defektlerini akla getirmelidir. Ürik asite bağlı böbrek taşları ve ürat nefropatisi hiperüriseminin diğer uzun dönem sonuçları olarak karşımıza çıkar.
Hiperürisemin hipertansiyon ile yakın ilişkisi vardır ve gutlu hastalarda ürik asit düzeylerini düşürmek olaylarda kardiyovasküler azalma sağlamaktdır.
Hiperürisemi tedavisinde amaç ürik asit düzeyini 5 mg/dl altına düşürmek olmalıdır. Bu durumda tofüsler çözülebilir. Hiperürisemi tedavisinde klasik olarak kullanılan allopurinol dışında son yıllarda kullanıma giren febuksostat özellikle allopürinole dirençli hastlarda önemli bir tedavi seçeneği olarak gündeme gelmiştir.

YAZIYI PAYLAŞ

YORUMUNUZ VAR MI?

guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Araç çubuğuna atla